AMERİKA’NIN DERDİ HALKLARI YENDİ
Tansu Bele
Hepimizin bildiği gerçek; Amerika Birleşik Devletleri kapitalist sisteme dayalı, kapitalizmle yönetilen bir ülke, bir devlet. Dolayısıyla tek derdi de sanırım dünyada kapitalizmi ayakta tutmak. Bu yüzden de tüm dünyaya durmadan kendisinden örnekler sunuyor. Kapitalist (liberalist) sistemin özgürlük, demokrasi, laiklik gibi ilkelerini dünya ülkelerine ve halklarına taşıdığını varsayıyor ve saydırıyor. ABD, liberalizmin bu siyasal ilkelerini; geri kalmış, azgelişmiş ülke halklarına neredeyse zorla dayatıyor, uygulatıyor ve bunu, barış adına yaptığını söylüyor. Burada sorulması gereken kanımca şudur: ABD’nin dünyada bu işe soyunmasının nedeni, salt kapitalizmi çeşitli payandalarla sağlamlaştırarak ayakta tutmak amaçlı değil midir? Açıkçası ABD İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bu özgürlük ihracını neden kendisine “misyon” edinmiş durumda? Örneğin Almanya’yı II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in faşist diktatörlüğünden kurtaran ABD; bu ülkeye demokrasiyle birlikte getirdiği kapitalist düzenle neyi sağladı? Toplumun refaha kavuşmasıyla birlikte dünya (Avrupa) kapitalizmini ayakta tutmayı başarmadı mı? Aynı biçimde savaştan yenik çıkan Japonya, kapitalist sisteme bağlanarak hem kalkındı hem de kapitalizmi kalkındırdı! Başka ülkelere baktığımızda da aynı olayı görüyoruz. Kapitalist sisteme başkaldıran eziliyor, ama hizmet eden “kalkınıyor”! Bunu görmek için Güney ve Kuzey Kore’nin ve sosyalist olduğunu söyleyen Çin’in bu-günkü durumlarına bakmak yeterli. Savaş sonrası doğu-batı olarak bölünen Almanya’nın kapitalist dünyayla bütünleşen batısı kalkınırken Sovyetler Birliği’ne bağlanan doğusunun yoksullaşıp işsizleşmesini de unutmadan… Neyse, Sovyetler Birliği (batının demokrasi oyunlarıyla) çöktü de Doğu Almanya da batıyla bütünleşip özgürleşti ve kurtuldu! Güney Amerika ülkelerine bakılınca, yıllar boyu bağımsızlık savaşımı veren bu ülkelerde de durum başka değil: Örneğin Arjantin, 1950’li yıllardaki batı yanlısı diktatör Peron devrildikten sonra bugün ne durumda? Avrupa’nın gıda tüketimini yıllarca besleyen ve ikinci savaşta dünya pazarlarından dışlanan Arjantin, 1976’dan bu yana, “Ulusal Uzlaşma Süreci” denilen dönemde komünistlerin ezildiği, askeri diktatörlüğün geldiği, ABD desteğiyle kentleşerek liberal ekonominin uygulandığı bir yöntemle uluslar arası pazarda yerini almıştır. Bu arada kent ve sanayi ekonomisi büyük aşama kaydetmiş, yer altı zenginlikleri (petrol vs.) çok uluslu şirketlere açılmıştır. Kapitalizm, Rio Karnavalı’yla kutluyor Arjantin halkının özgürlüğünü… Brezilya’nın ya da öbür Güney Amerika ülkelerinin başka türlü olduğunu söylemeye gerek var mı? Bugün komünist Küba bile kapitalizmle kol kola! Sıralamada çeşitli bahanelerle (komünizm, terör, el Kaide, dikta yönetimi, saklanan nükleer ya da kimyasal silâhlar vb.) binlerce insanın akıtılan kanı pahasına Vietnam var, Kamboçya, Çeçenistan, Afganistan, Pakistan, Saraybosna, Irak, açlıkla kıvrandırılan Afrika ve yakın gelecekte İran var. Liste çok uzun. Yani Kapitalizm canını dişine takmış, tüm dünyada özgürleşme ve demokrasi savaşımı veriyor, küreselleşme adı altında! Sağdan soldan kroşelerle, diktatörleri nakavt ederek ringe serdiği ve TV’lerde izleyicilere alkışlattığı siyaset maçlarıyla unvanını koruyor ABD; bilinen gerçek, bu ülke boksu spordan sayar! Kovboyluğu da maçoluktan! Gerçekte tüm derdi, kapitalizmi ayakta tutmak! Bu durumda, artık dünya halklarının bizzat kendilerini, bulundukları coğrafyada dünya pazarına sunması ve satışa çıkarması şaşılacak bir şey değil. Bütün sorun, “işin kanlı mı kansız mı” olacağında… O kadar da olmasın mı? Özgürlüğe giden yolda harcanan, kan ve candır. Kurşun asker (yani terörist) halklar da, “kâğıttan kaplan” ordular da istedikleri kadar debelensinler bu kan batağında! Acaba sıra, açlıktan kıvranan zavallı “yararsızların” toptan yok edilmesine de gelecek midir? Bunu dile getirmem boşuna değil; aç, yoksul ve çaresiz Afrika halkları ölüme bırakılmış bir durumdalar bugün, tüm “dünya yardım kuruluşlarının çabalarına (!) karşın… Afrika, Hitler’in temerküz kamplarını andırıyor; kendini zor besleyen “beyaz insanlığın geleceği ve kurtuluşu” adına beyaz ve akıllı adamın onları toptan ortadan kaldırmayacağı ne malum? Öyle ya, kapitalizme salt doğru düzgün çalışacak akıllı, becerikli, bilgili, eğitimli insan gücü gerek. Aptallara kapitalist dünyada yer yok. Akıllı olan burada yarışı kazanır! Yaşasın Afrika yerlilerine uygarlığı tanıtıp doğayı alt eden akıl küpü Tarzan!
Ancak kapitalizm yoluyla kalkınma projesi, ülkelerin bu sistem içinde birer kuklaya dönüşerek büyük patrona diyet ödemelerine de yol açıyor. Kapitalizmin faşist (ve sosyalist) diktalardan kurtara
rak ve demokratikleştirerek özgürleştirdiği ülke halkları, çokuluslu şirketlerin “kalkındırma” girişimleri çerçevesinde kendi topraklarında “çalıştırılan” işçiler konumuna getirildiklerinde işsizlikten ve yoksulluktan kurtuluyorlar(!) ama… Bu arada toprak üstü ve toprak altı zenginlikleri uluslar arası şirketlerin işletmesine açılıyormuş, ne gam! Kapitalizmin “küresel” çarkı, toplumları, ulusları, halkları sistemin şirketleri için çalıştırarak onların topraklarını sömürüyor ve kendi dönüşümünü sağlıyor. Bu işin öncülüğünü yapan ABD, çokuluslu şirketleri dünyaya yayarak, azgelişmiş ülkelerin kendisine bağlı, kukla devletleri eliyle onlara bu ülke ekonomisini “ortak” yaparak topraklarını ve insanlarını kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor. Bu pompalama salt petrolle de sınırlı değil. Başka bir deyişle dünyanın yer altı, yerüstü zenginlikleri kapitalizm eliyle pazarlanarak ABD’nin hizmetine sunuluyor. Yani yapılanması gereği bu ülke, her alanda çıkarları doğrultusunda davrandığından “misyon”unu da bu amaçla kullanıyor. Açıkçası ABD’nin başka ülkelere taşıdığını öne sürdüğü özgürlük, demokrasi, laiklik gibi ilkeler, aslında ABD’nin kimi beklentileri açısından kendi eliyle bu ülkelere getiriliyor ve halklara yepyeni (ve dış kaynaklı) iş, karın doyurma olanakları sunuyor. Dahası kapitalist ülkelere göçü de önleyecek bir uygulama niteliği taşıyor. Ülkesinde kapitalist düzenin işine yararsa ne âlâ, yaramazsa… Sonu, diktatör devleti gibi mi olur, orasını bilemem! Sanayi devrimi dünyaya kapitalizmin eliyle açıldı ve bu sistem, sanayileşmeyi, uygarlaşmayı kullanarak yerküreyi sömürme yolunu seçti. Kapitalizm, dünya ülkelerine ‘karın doyurma’ bahanesiyle giriyor ve onlara mezarlarını kazdırıyor. Sanayileşmenin çağdaş parçası olan nükleer santrallerle, petrol kuyularıyla, otomobil fabrikalarıyla vb… Bugün depremin en büyüğüyle sarsılan sanayi devi Japonya’ya bakıyorum ve şaşıyorum: Depremden sonra sızıntı yapan nükleer santralleri, neden kurdun Japonya? Daha fazla enerji sağlamak için, değil mi? Sen ki, ikinci savaşta ABD eliyle nükleer bomba saldırısına uğramıştın, neden “böyle enerji olmaz olsun” demedin? Unutma, insanlık otomobilsiz, parasız, bilgisayarsız ve elektriksiz yaşayabilir, ama dünyasız yaşayamaz! Pasifik Okyanusu’nda ABD’nin yıllar yılı yaptığı nükleer denemelere neden sesini çıkarmadın Japonya? Okyanusun tabanı kıpırdıyor, duymuyor musun? Dünya sallanıyor, görmüyor musun? Görmüyor muyuz? Doğa üstümüze saldırıyor! Çünkü kapitalizm kışkırtıyor onu, beyaz balina Moby Dick’e saldırır gibi! Bilmiyor ki balina bir kuyruk darbesiyle onu alt edecek! Balinayı avlamaya çıkan kaptan Ahap yok olacak! Ava giden avlanır, ey sanayi devleri! Ey kapitalizm! Ey uygarlık! Ey makine krallığı ve teneke imparatorluğu…
ABD’nin bu tutumunu, en açık Irak’ta olup bitenler konusunda gördük, yaşadık. Irak’a demokrasi amacını kullanarak ordusuyla birlikte girişine ve kendi eliyle desteklediği diktatör Saddam’ı nasıl alaşağı edişine tanık olduk. Ayrıca buraya dek yazdıklarım da artık çoğumuzun bildiği gerçekler. Ama benim yazımın başından bu yana sorgulamak istediğim tek gerçek şu: ABD acaba salt yeryüzünün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kendisine pompalamak için mi başka ülkelerin yönetimlerine el atıyor? Yoksa bunun yanı sıra kapitalizmin “para”ya ve ekonomiye odaklı temel yapısını ayakta tutmak için mi didiniyor? Hepimizin bildiği gibi kapitalizm, paranın dönüşümünü ve akışkanlığını (el değiştirişini) sağlamak için ortaya çıkmış bir düzendir. Bunun için de iki sınıf gerekir: üst ve alt ( yönetenler- yönetilenler ya da patron- işçi). Yani çalışan kesim olmazsa patron para kazanamaz. Çark çalışanla döner, para onunla üretilir. Pazar da bu yolla oluşur. Bu gerçeği dünyada ilk kez kavrayan, Marksizm olmuştur. Ama Marksizm, dönemi gereği bu gerçeği kapitalist batı ülkelerinde görmüş ve göstermiştir. Oysa dünya bugün, baş döndürücü bir hızla gelişen teknolojik (iletişimsel) buluşlarla birlikte büyük bir dönüşümün ve bütünleşmenin içindedir. Buna küresel çapta etkili silâhların yok edici gücü de eklenince ister istemez ABD’nin başını çektiği dünya patronluğu, tüm ülke yönetimlerini aşarak küresel anlamda ve doğrudan halklara seslenmekte, oynamaktadır. Başka bir deyişle artık halkların özgürleşmesi ve karınlarının doyması için kukla devletlere de soyguncu diktatörlere de gerek yoktur. Çünkü tüm dünyanın tek elden (kapitalizmle) sömürüsü söz konusudur. Küreselleşmenin anlamı budur. Halklar herhangi bir ülkede işsizlikten, yoksulluktan ayaklandı mı kaldır aradaki kuklayı ve doğrudan gir ülkeye kurtarıcı şirketlerinle ABD! Dünya halkları kendi ülkelerinde kapitalizme açılan köle pazarları!
Sanırım sözü nereye getirmek istediğim açık; bugün Arap dünyasında halklar umulmadık bir biçimde ayaklanmış durumda, başlarındaki otuz-kırk yıllık dikta yönetimlerinden kurtulup özgürleşmek, demokrasiye kavuşmak istiyor. Çok haklılar. Peki, bu bekledikleri demokratik özgürlükler onlara nasıl sağlanacak? Batı dünyasından bağımsız olma yolunu seçerlerse ekonomik yönden çalışma ve karınlarını doyurma ortamını onlara kim sağlayacak? Sanayileşme ve iş, çalışma olanakları uluslararası şirketlerin ellerinde. Bu halkların başlarına gelecek ya da oluşturacakları yeni yönetimler üretim, kalkınma alanlarında kimden, kimlerden destek alacaklar? Dünya ekonomisinden destek almayacaklar mı? Bunu dünyadan kopuk, kendi başlarına yapabilecekler mi? Yoksa onlara dışarıdan birileri, yardım amacıyla yol, elektrik yapıp fabrika mı kuracak? Örnekse İngiltere’den bağımsızlığını (yıllardır süren ayaklanmalar sonucu) elde eden İrlanda, bugün IMF’nin desteğini beklemiyor mu? Yine örnekse soyguncu diktatör Çavuşesku’yu Romanya halkı ayaklanarak alaşağı etti de kapitalizme kucak açmadı mı? Dahası Saddam’dan kurtulduğu için göbek atan Irak’ın Kürt bölgesinde kimler halka çalışma alanı açıyor, kim kalkındırıyor orayı? Batılı çok uluslu şirketler ve onların taşeronu Türk şirketler değil mi? Arap dünyası da bu olanağa kavuşmayı (Kürtler gibi) neden istemesin? Halklar neden ayaklanıyor? Başlarındaki diktatörler
eliyle soyulduklarını göstermek için değil mi? Bir anlamda da dünyaya ( özgür, demokratik ve zengin batıya) seslerini duyurmak için değil mi? Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da televizyon ekranlarından gördüğümüz halk ayaklanmaları görüntülerinde, insanların ellerinde İngilizce yazılı pankartlar taşıması boşuna mı? Onlar kime mesaj veriyorlar? Dahası medya, ister ulusal isterse evrensel olsun kimlerin elindedir? Medya, kapitalist düzenin elinde dünyayı yönlendiren öyle büyük bir güç ki… Arap halkları kapitalizmin yönlendirmesine, böyle bir dünya düzeni içinde nasıl karşı çıkacaklar? Var mı onlarda “bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk gibi bir lider?
Ama neresinden bakarsak bakalım, Arap halklarının başkaldırısı ve ayaklanışı yine de gözlerimize ve kulaklarımıza hoş geliyor. Baskılara, diktaya, talana insanların karşı çıkışı çok görkemli, tarihi anlamı olan bir olay. Ancak benim merak ettiğim, Arap ülkelerindeki bu ayaklanmaların gerçek bir devrime dönüşüp dönüşmeyeceğidir. Bugün Arap halkları hâlâ öz-gürleşmeyi ve demokratikleşmeyi din bağlamında ve yolunda arıyor. Gücünü dinine daya-maya çalışıyor. Bu, yararsız ve çıkışsız bir yoldur. İşte İran modeli ortada: Batı yanlısı Şah devrildikten sonra devrim adına İran’a gelen, nedir? Şeriat düzeni ve insan haklarının bastırılması! Bu açıdan baktığımızda Arap ülkelerindeki bugünkü ayaklanmalar beni düşündürüyor. Nasıl düşündürmesin, emperyalizme ya da kapitalizme başkaldıran bir halkın tek güvencesi onun bu gücünü yönlendirecek bir çağdaş lider ya da kadrosunun varlığı değil midir? Bu da, o halkın kültür düzeyiyle ölçülebilecek ya da onun kültürünün (bilincinin) ortaya çıkaracağı yönetim biçimi demektir. Bu halklar, bu düzeyi yakalayabilecek midir? Ayaklanmanın devrime evrilebilmesi için güçlü ve halkını düşünen vicdanlı lider ve kadrosu gerekir. Bu yüzden her halk ayaklanması güçlü (düşüncel-siyasal) liderini oluşturmak zorundadır. Yoksa tarihte Osmanlı’daki Celâlî isyanları, yeniçeri isyanları ya da Şeyh Bedrettin gibi yok olur gider. Başka bir deyişle biz de Anadolu halkı (halkları) olarak emperyalizme ve kapitalist dünya düzenine karşı büyük bir kalkışma örneği verdik, savaştık. Ne ki, başımızda ve sonrasında bizi ulusça (kendi kimliğimizi oluşturarak) çağdaşlaşmaya (siyasasıyla, bilimiyle, sanatıyla) yönlendiren yani halkını kendinden öte düşünen Atatürk ve yönetimi vardı. Atatürk olmasaydı Anadolu halkı direnişini zaferle noktalayabilecek miydi? Bağımsız cumhuriyet idealine kavuşabilecek miydi? Atatürk laik cumhuriyet düzenini bize armağan etmiş liderdi. Dinin getireceği etnik parçalanmaların önüne set çekerek cumhuru yaratmış liderdi. Anadolu’da birlik böyle sağlanmış, bağımsızlık bu yoldan elde edilmiştir. Buna karşılık Lozan Antlaşması sırasında İngiliz başbakanı Lord Curzon’un İsmet Paşa’ya; “Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebinizden birer birer size göstereceğiz” deyişi, Atatürk’ün ölümü ve onun üretken ve bağımsız politikasının son bulmasıyla İsmet İnönü’ye ve Türk ulusuna adım adım yedirilmedi mi? Özellikle 1950’den sonra yavaş yavaş kapitalizmin (önce Nato’ya giren ordumuzun yönlendirilmesiyle) egemenliğine geçişi, bizi bugünkü her yönden batıya bağımlı ve çok uluslu şirketlerin sömürdüğü bir demokratik düzene sokup açlıktan(!) kurtarmadı mı? Şimdi Arap halklarına Türk modelini örnek gösteriyorlar! Bu model herhalde, artık ülkesinde diktatör sayılan Atatürk’ün cumhuriyet modeli değil. Yeni dinci-siyasal düzenle birlikte başını dine gömmüş ve etnik parçalanma yoluna girmiş halkımızın “özgür ve ileri demokratik” yapılanmasını (!) örnek sayma girişimi demek daha doğru olur buna, batının kapitalist ülkelerinin Arap ayaklanmalarına karşı takındıkları tutuma baktıkça! Bizim ılımlı İslâmcı demokratik (!) düzenimizi ayakta alkışlayan batı, neden Arap halklarının kalkışmasına yan çıkıyor? Çünkü patronu ve “din özgürlüğü”nden yana ABD bu halklara, kapitalist uluslar arası şirketleri aracılığıyla “demokratik düzen” götürecek de ondan! Bence halkların devrimi böyle, işte bu yönde gerçekleşecek. Türkiye’deki İslâmcı devrime (!) bakarak, açacaklar kucaklarını çok uluslu şirketlere! Bundan sonra gelsin petrolle birlikte altın madenlerinin ya da bilmem nelerin doğrudan işletilmesi bu şirketler eliyle ve gelsin din özgürlüklerini kurtaran halkların (ve de okumuş eğitimlilerinin) bu şirketlerde köleleşmesi… Siz bakmayın Libya’daki şirketlerde çalışanların şimdi ülkeden kaçmalarına; hele bir Kaddafi tepelenip demokratik yönetim kurul-sun, daha da “özgür” biçimde oralara geri döneceklerdir. Çünkü o özgürlüğü onlara ve Arap halkına, dinlerini koruyan(!) yeni ABD üsleri sağlayacak… Petrol kuyularına bekçi olarak! Tıpkı Afrika ülkelerinde olduğu gibi! Oralarda da, Tutsi kabilesiyle Hutu kabilesini birbirine kırdırıp sonra kurtarıcı olarak gelip Avrupa ülkelerinden sömürgeciliği “demokrasi adına” devralan ABD’nin bir daha çıkmamacasına Afrika’ya yerleşmesi gibi! Dahası Afrika kıyılarında Akdeniz’e karşı çevrilmiş füzeler, Avrupa ülkeleriyle ABD arasındaki küresel paylaşımın da gelecekteki rotasını belirleyecek, İsrail’i de kanatları altına alıp palazlandırarak… İsrail her zaman ABD’ye İkinci Savaş borcunu ödemeye hazırdır; dindar Yahudi halkına özgür İsrail topraklarını kim bağışladı ve Museviliği kurtardı? Türkiye’de “diktatör” dedirttiği Atatürk’ü yüreklerimizden silmekle uğraşan ABD, artık Ortadoğu’ya kendi diktiği diktatör heykellerini de deviriyor, çünkü oraya doğrudan kendi Özgürlük Heykeli’ni dikecek; bizim beyinlerimize çoktan işlediği New York’un görkemli kapitalist hayaliyle birlikte… Ülkemizde Atatürk’e söven çağdaş(!) ve aydın(!) Türkler, sağcısıyla solcusuyla akın ettikleri ABD’nin özgürlük kuyruğunda tanımadılar mı New York’un Özgürlük Heykeli’ni? Mısır’daki ayaklanmada bir genç, TV kameralarına, “Gençlerimiz artık ABD’de eğitim görme olanağı bulacak&r
dquo; diyordu. Biz bu filmi çoktan gördük! Gençlerimiz daha iyi eğitim, iş, para için akın akın yıllardır kapitalist ülkelere göç ettiler. Sonra da civciv ve kabuğu örneği, Atatürk Türkiye’sine sövüp onu “çağdaşlaştırmaya”(!) kalktılar. Dinci ABD uşağı çağdaş(!) siyasetçilerimize alkış tutarak! Çünkü siyasetçilerimiz artık birinci sınıf Amerikancı kapitalist maşalarıydı ve tam gaz Amerikan özgürlüğü yolunda ileri demokrasiyi özümseyerek kapitalist ülkelere caka satıyorlardı! Sonuç da ortada!
“Dünyanın sahibi” ve tek diktatör ABD, kendisini ayakta tutabilmek için halklara özgürlük dağıtıyor. Onlar da iş, para, yiyecek içecek için ABD’nin küpünü doldurmaya hazır: Dünya nimetleri artık bu diktatörün kasasına akacak! Böylece kapitalizm işleyecek ve ayakta kalacak ve artık halklar kendi ülkelerinde “kalkınacak”! Haydi, gelsin cankurtaran simidi IMF! Gel-sin çokuluslu şirketler! Halkların özgürlüğüne selâm, IMF’ye devam! Buna da küreselleşme diyorlar! Çok merak ediyorum; Marks bugün dünyaya gelseydi yaşadığımız günler için ne derdi? Sanırım, “Tüm dünya halkları birleşin! Açlıktan başka zinciriniz yoktur sizi tutacak” falan derdi; ancak kesesini değil halkları sahiplenecek Atatürk gibi bir eylem insanı ve laik, insancı (hümanist) siyaset adamının varlığına da çok gereksinim duyduğunu kesinlikle vurgulayarak! Belki de Atatürk gibi; “Size ölmeyi emrediyorum!” derdi. Ziya Gökalp da bu gerçeği görmüştü. Che Guevara’nın da Atatürk’ü tanıması boş yere değildi. Nerde kendinden önce halkının karnının doymasını düşünecek Atatürk gibi onurlu ve vicdanlı bir dünya lideri? Nerde, bekliyorum! Hemen! Ey kurtarıcı! Ey filozof! Ey peygamber! Göklerde mi senin gölgen, yoksa Anıtkabir’de mi, ses ver! Binlerce yıllık dinli dinsiz, tanrılı tanrısız tüm insanlık tarihi adına, seni çağırıyorum, gel! İnsan bilincinin “Aydınlanma”sı adına… Ve ey insan! Ey Hamlet! Bırak artık edilgenliği ve korkuyu bir yana; Aç kalırım korkusuyla bekleşme şu kapitalist şirket kapılarında, çağırma ülkene onları, sana ekmek değil ölüm getiriyor onlar… Uygarlık, demokrasi değil köleleşme getiriyorlar. Sen toprağına sarıl! Bir zamanlar Afrikalıları incik boncukla kandırıp altınlarını ve canını alan batılı beyaz adama kanma! Kapitalizm, ötekini sömürmek adına durmadan parlak “ciciler” üretir. Vazgeç kapitalistin kanserojen oyuncaklarından… Kapat kapılarını suratına…
Arap halklarının onurlu uyanışı ve başkaldırısına ilişkin dünyanın karanlık geleceği konusunda fazlaca karamsar ve aceleci mi davranıyorum bu satırları yazarken? Sanmıyorum; çünkü dünyanın giderek tükenen doğal kaynaklarının sömürüsü konusunda gittikçe hızlanan ABD’nin yanında benim hızım hiç sayılır. “Tek dişi kalmış canavar”, can havliyle dünyayı darmaduman etmeye artık hazır! Umarım onun özgür (!) saldırganlığını ve eli kanlı demokrasi (!) diktatörlüğünü ve anlı şanlı kapitalizmini, yine kendi halkı devirir. Umarım kendi karnından çatlar bu Tepegöz, başka çıkar yol kalmadı.
TANSU BELE / 1 mart 2011