Behzat Ay Değerini Bilemediğimiz Bir Büyük Yazar

Değerini Bilemediğimiz Bir Büyük Yazar
Behzat Ay

Dr. Emrullah Güney (*)

Bu yazımızda, önemli kitaplar üretmiş, fakat, değeri bilinmemiş, önemi anlaşılmamış bir yazarımızı, eğitimci Behzat Ay’ı irdeleyeceğiz.

ÇOCUKLUĞU
Behzat Ay, İçel ilinde, Aslanköy Nahiye Merkezi’nde doğdu. Yıl 1936. Burası, yazar Recep Bilginer’in İsyancılar (1964) adlı oyununda dile getirdiği küçük çaplı halk ayaklanmasının geçtiği yerdir. BA, ilkokulu köyünde okur. Babası sert, hırçın bir insandır. Dayak atar durmadan. Hayvan bağlar gibi ahıra kapatır oğlunu. Sevgisiz bir ortamda, fakat, doğaya ilgi duyarak; yaylaları, suları, otları, kuşları, hayvanları severek büyür BA. Duygulu bir çocuktur. Sonra Düziçi Köy Enstitüsü’nü kazanır ve olağan sürede bitirir. Samsun ilindeki köy öğretmenliğinden sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Özel Öğretim Bölümü’nde Eğitbilim (Pedagoji) öğrenimi görür. GEE, o dönemde bir “Köy Üniversitesi”dir. Eğitim Bakanlığı, öğretmenlerin yüksek öğrenim görmeleri için dışarıdan sınava girmelerini sağlar. Böylece BA da burayı bitirerek ilköğretim denetmeni olur.

“ Ben, çocukluğumdan beri sevgiyi gereksinim duyan biriyim. Çocukluğumdan bu yana geçen yaşamımı düşünüyorum da bu sonuca varıyorum. Sevgiye susamış bir adamım. Çocukluğumda sevgi yerine dayak gördüm. Hiç uğruna yediğim o dayaklar! Sanki üvey çocuktum. On iki yaşıma değin, yaşımın üstünde işler yaptırdılar. Oyun nedir bilemedim. Sanki kendi isteğiyle dünyaya gelim. Sanki zarar veren bir çocuktum. Tam karşıtı. Tükettiğimden çok, ürettim on iki yaşıma değin. Oniki yaşımdan sonra parasız yatılı okulda okudum. Yaz dinlencelerinde işçilik yaptım. On sekiz yaşımda a yaşama atıldım…” (KVK. 74 ).

MESLEK YAŞAMI
B A, Düziçi Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Samsun İli’ne atanır.
“ Hüzünlü bir yalnızlık, sessiz, ıssız, karanlık köylerde…Yirmi yaşımda Karadeniz kıyıcığında bir köyün beş sınıflı tek derslikli okulunda yalnız başıma öğretmenlik yapmaktaydım. Evli değildim.Gecelerimi gaz lambasının ışığında kitaplar okuyarak, pilli radyomu dinleyerek ve ikinci gün vereceğim derslerin hazırlığını yaparak geçiriyordum. Ama gündüzler bitmiyordu. Beş saat dersten sonra da uzun bir gece kalıyordu.”(KVK 14 )
B A, Gazi Eğitim Enstitüsü Özel Eğitim Bölümü’nü bitirdikten sonra çektiği kura sonucunda Siirt ilinde ilköğretim denetmeni olur. Eruh, Şırnak, İdil, Güçlükonak ilçelerinde çalışır. Dikkati çeken bir eğitimcidir ve 1940’ların 3M’si (Maarif’in Mimli Muallimi ) gibi, soruşturmalardan kurtulamaz. Denetlemelerini, bölge insanının sorunlarını, saatler süren yaya yolculuk ettiği köyleri, bin bir zorluk içinde görev yapmaya çalışan köy öğretmenlerini, dağlarda dolaşan eşkıya ile karşılaşmalarını, gördüğü güzel gözlü, endamlı köy güzellerini, ilerde yayımlayacağı Gündoğusu adlı yapıtında dile getirecektir. Sonuçta Erzincan Uluköy’üne ilkokul öğretmeni olarak atanır. Bu, bir anlamda aşama indirimidir “tenzili rütbe”dir.
Yazın, yayın dünyasıyla daha yakın ilişkiler kurabilmek, yapıtlarını yayımlatabilmek ereğiyle İstanbul ilini ister. Haydarpaşa Lisesi’de görev alır. Rehberlik yapar. Öğretmen örgütlenmesinde görev alır. Sendika etkinliklerinde dikkat çeken bir eğitimci olarak tanınır. Öyle ki, yazar, öğretmen Mehmet Aydın’ın verdiği bilgiye göre, TÖS’ün bir toplantısında, salona girince öğretmenler ayağa kalkıp dakikalarca alkışlamışlardır onu.
İLK ÇALIŞMALARI ve ÖNEMLİ YAPITLARI
B A’nın ilk yazıları köy notları üzerinde yoğunlaşmıştr. Köyden Geliyorum (1959) yayımlanmış ilk kitabıdır. 1950’ler köy izlenim ve gözlemlerinin yayımlandığı, yeğlenerek okunduğu bir dönem olmuştur. Mahmut Makal, Bizim Köy ile Türk yazın dünyasını sarsmıştır. Arkadan Hayal ve Gerçek, Memleketin Sahipleri, Kalkınma Masalı, Kuru Sevda gelmiştir. Fakir Baykurt öğretmenlik yaptığı köydeki izlenimlerini, özlemlerini dile getiren bir kitaplarla (Çilli, Karın Ağrısı, Cüce) çıkagelmiştir. Bir Mülkiyeli olan, Bingöl’ün bir ilçesinde kaymakamlık yapan Muhtar Körükçü (Köyden Haber, Doğudan Notlar) küçük, dolgun kitaplarıyla bu akımı izleyen yazarlar arasına girmiştir. Anlaşılıyor ki, Behzat Ay da çizginin dışında kalmak istememiştir. Köyden Geliyorum’un ardından Başkanın Ankara Dönüşü 1961’de yayımlanmıştır. Ancak bu iki yapıt da yazarının beklediği, umduğu ilgiyi görmemiştir. Basında çıkan birkaç küçük eleştiride, bunların türüne yenilik getirmediği ileri sürülmüştür. Uğradığı düş kırıklığına karşın, BA, yazmayı sürdürür.

B A günlüklerinde sevdiği, saydığı,önemsediği büyük insanların ölümleri de dile getirmiştir. Emekli Günlüğü’nde, eğitim denetmenliği günlerini de anar . 1 Şubat 1992 günlüğü şöyledir : “ Güneydoğu’da önce yüz on altı, sonra da yüz otuz dört kişinin çığ altında öldüğü haberi geldi. Şubatın ilk gününden beri çığ altında kalan köylerin sayıları artmakta. İlköğretim müfettişiyken kullandığım Şırnak, Eruh, Şirvan, Kozluk, Sason ilçe ve köylerini gösteren haritaları belgeliğimden çıkardım, bakıyorum. Şırnak’ın Görmeç, Eruh’un Tünekpınar köyleri işte.Yirmi yedi yıl önce gezerken o köyleri, köylerin küçük küçük olması, uygun yererde kurulmaması, yol olmaması dolayısıyla yıllar geçse de değişip gelişemeyeceklerini yazıyordum Yön, Varlık, İmece, Yeken gibi dergilere. Sürekli kovuşturmalar, soruşturmalarla karşılaşıyorum. O günlerdeki izlenim ve yol yazılarımın bir bölümünü “Gündoğusu” adlı kitabımda toplamıştım. Bu acılı kışta yeniden okuyorum, elimde bir tek sayı kala kitabımı ve sürekli çığ altında kalanları düşünüyorum. Nazım, bir şiirinde, “ Yarısı buradaysa kalbimi – Yarısı Çin’dedir, doktor” diye yazıyordu. Bugünlerde de benim de, benimin ve yüreğimin yarısı oralarda.”

Siirt’te ilköğretim denetmeni olarak görev yaparken izlenim ve gözlemlerini Gündoğusu adlı yapıtında toplamıştır. Bu, basında yankılar yapmış ve kısa sürede tükenmiştir. “ Gündoğusu’nu ürpererek, hınçla okudum Seni candan, yürekten kutlarım. O. Henry ne demiş : yaşayan görür. Oysa yaşayan yalnız görmez, duyar iliklerinde ve gerekince yazar, duyurur. İşte senin yaptığın bu. Bu yüzden seni Siirt dağlarına gönderenlere, oradan Erzincan’a sürenlere içimden teşekkür etmek geçti, kitabı okurken. Bu kitabınla ilgili bir dergi ve gazetede yazığım yazıyı son eserim olan “Kokmuş Bir Düzende” adlı kitabıma aldım.” ( Sanatçılarla Konuşmalar : Mahmut Makal. Konuşan : Behzat Ay. Varlık. Sayfa.12.)

Mamut Makal, “Ölmek Yaşamaktan Tatlı” başlıklı bu yazıda Gündoğusu’nu bilimsel bir yapıt gibi irdelemiştir. Yazıda Eğitim, Yoksulluk, Eşkıya, Hastalık, Taşıtsızlık, toplumsal Yaşantı, Sonuç adlı bölümlerde yalnız B A’ ın görev yaptığı Siirt’in ilçeleri değil; tüm Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun düzeni ameliyat masasına yatırılmıştır. “ Yazara göre, ağanın, şeyhin nüfuzundan insanlarımızı derhal kurtarmalı. Üretimi artırıcı, işsizliği giderici, eğitimi yaygınlaştırıcı, ulaşımı kolaylaştırıcı bilimsel yollara başvurmak gerek. Neden Siirt Lisesini bitirenler zayıf çıkıyor da üniversiteye giremiyor, neden Ankara’da oynanan tiyatro oyunu buraya gelemiyor, gelse de vali oynatmıyor?.. Neden burada çalışan görevlilerin olumlu düşünenleri mimleniyor ve halka böyle tanıtılıyor, böyle mi kurtulacak bu halk ? diyor yazar ve devam ediyor : Türkiye’nin gırtlağına borç hançeri dayanmış. İş alanı yok. İşsizler, açlar çığ gibi çoğalmakta. Mülkiyetin kutsallığından söz edilir, mülk sahibi vurguncuların dışında kalan milyonlarca halk mülksüz. Türkiye’nin insan manzaraları korkunç, ürpertici ve utanç verici. Palavralar, sömürüler, demagojiler Türkiye’de. Yerinde sayan, hatta geri giden ülke. Bu korkunç görüntüyü görmezlikten, bilmezlikten gelen vurdumduymazların, umursamazların bıktırıcı palavraları bitmeli. Bilime uyan, insana yakışan ve de çağdışı kalmayan bir düzen istiyor halkımız. Bu manzara değişmedikçe,
bu gerçekleri çamur gibi alıp nurlu ufuk edebiyatı yapanların suratlarına fırlatmak boynumuza borçtur…” M M. 1970. Kokmuş Bir Düzende. 162-168 ss. Bizimköy Yayınları, Ankara.

BA’ın ilk romanı olan Dor Ali, önce Öncü Gazetesinde günbölük ( tefrika ) yayımlanmıştır. 1966 yılında Remzi Kitabevi’nce basılmıştır. Kitap, roman tekniği bakımından eksik bulunmasına karşın, özelikle kırsal kesimdeki çözülmeyi ve köyden kente göçü ilk işleyen yapıtlardan biri olması nedeniyle üzerinde durulmağa değer bulunmuştur. Behçet Necatigil öğretmenimizin değerlendirmesi şöyledir : “ Düzlek köyünden Dor Ali’nin, evini, tarlasını dağıtıp ailesiyle Samsun’a göçünü, orada arabacı ve küfeci olarak ekmeğini kazanma direncini anlatan bu köy romanında yazar, olayları toplumcu açıdan yorumlamaya çalıştığını fazlasıyla duyurur; kuruluş ve anlatımda süregelene bir katkıda bulunmayışıyla da roman üstün bir başarı çizgisinin altında kalır “(Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü. Varlı yay. 1979.153 ).

Sis İçinde (Sİ) , önce Cumhuriyet’te günbölük ( 1973 ) yayımlanmış ve Tel Yayınevince, ardından ikinci kez Milliyet Yayınları’nca ( 1990 ) basılmıştır. “ Sis İçinde, konusunu değişik bir çevreden ve ortamdan alıyor. 12 Mart faşizminin aydınlar üzerindeki baskısını ve yarattığı bunalımı vurgulamaya çalışan bu roman çeşitli açılardan eleştiri konusu oldu.” ( 1976. 190 ).

Sürgün, Tekin Yayınevi’nce 1975’te yayımlanmıştır ( 975 ). Bu, Gündoğusu’nun romanlaştırılmış durumudur.

Kuşku ve Korku bir öykü kitabıdır. Broy Yayınevi bunu 1992’de yayımlamıştır. Bu yapıtın son bölümünü, sağaltımevinde geçirdiği günleri anlatan Yalnızlık Kuyusu oluşturmaktadır.

Fakir Baykurt, Sis İçinde romanının dosyasını ilk okuyan ve yayımlanması için “olur” veren yazardır. “ Yeni yazarlarımızın şehir konularını imal ettiklerinden yakınılır. “SİS İÇİNDE” romanının konusu İstanbul’da geçer… Küllenen, kabuk bağlayan bir dostluk, aşka benzer bir ilişki, sıcak, buruk…Son derece yalın, fakat okuyucunun ilgisini çekecek bir konu. Orta tabakadan, günlük yaşamları içinde ele alınmış iki insan ve onlar çevreleri. Arada siyasal ve sosyal ortam da veriliyor. Başı sonu belli, derli toplu, fazlası eksiği olmayan iyi seçilmiş yerli bir konudur. Okurken ara sıra Erich Segal’in ünlü Love Story’sini andıran fakat ondan bambaşka, orijinal, yerli bir hikaye ile karşı karşıyız… Anlatım açık seçik, duru. Cümleler kısa. Herhangi bir dil yanlışı dilbilgisi hatası yok. Kolay okunan, anlaşılan, başarı bir anlatım sağlanmıştır…” ( Sis İçinde. Arka kapak yazısı ).

EMEKLİ YAŞAMI
12 Eylül1980 Darbesi’nden 10 gün önce emekliliğini ister. Çünkü darbenin ayak seslerini duymuş, bir sabah tank sesiyle uyanacağını anlamıştır. Emeklilik yaşamını Suadiye, Bostancı, Aslanköy’de geçirir. Zaman zaman Yakacık, Heybeliada gibi sanatoryumlarda kalır.

SEVDİĞİ İNSANLAR , YAZARLAR
BA Atatürk’e sonsuz saygısı olan yazardır. “ Atatürk’ün , önemini önemsememeye, değerini küçültme çalışan ne kadar siyasacı, düşünür, yazar, sanatçı varsa, tümü de büyük yanılgı içindedirler Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 18 yılda yaptığı büyük işleri, devrimleri, kırk sekiz yıldır – İkinci Dünya Savaşı sonrasından başlayarak – önemsemeyenler yanılgılarını anlayabilecekler mi, anlayabilirlerse ne zaman bilemiyoruz ( TDD. 30. s.36 ).

BA’ın sevdiği yazarların başında Nazım Hikmet gelir. 1966 yılında, N H’in “Yeni Şiirler”i Dost Yayınevi’nce yayımlanır. O sırada Siirt’te görevlidir ve kitabı kentte bulma olanağı da yoktur. Ödemeli getirttiği kitabı PTT’den aldıktan sonra okur derinden etkilenir “Bir Yanardağ” başlıklı uzunca bir inceleme yazısı hazırlar. Bu yazı bir süre sonra yayımlanır. Bu da Siirt’te olay olur. Çünkü, 1966’da N H’in, değil bir kitabını edinip okumak, adını anmak bile tehlikelidir ve mimlenme için, soruşturma için önemli bir gerekçedir. S.30

Aziz Nesin de Onun pek sevdiği bir yazardır. Derin bir hayranlık duyduğu mizah yazarını sürekli izler. Örneğin , O’nun Moskova’da yürek bunalımı geçirdiğini gazetelerden öğrenir öğrenmez PTT’den telgraf çekmek ister. PTT memurları korkarlar ve telgrafı kabul etmek istemezler. B A Müdüre çıkar ve durumu anlatır. Müdür, metnin uzun olduğunu, kısaltılırsa daha az para ödeyeceğini söyler. Kısaltmayı kabul etmez B A ve telgraf o uzun haliyle gönderilir. Adres bile yoktur yazıda. Moskova’ya gideceğinden emindir BA. Çünkü A N Sovyetler Birliği’nde tanınmış bir yazardır ve B A bilmektedir ki, Moskova PTT görevlileri, Aziz Nesin’in hangi sağaltımevinde bulunduğunu bilirler, Türkiye’den gönderilen bu telgrafı kendisine ulaştırırlar…

Cemal Süreya da en sevdiği dostlarında biridir. Cemal Süreya’nın ölümü üzerine de B A, “ Şiirimizin Yalvacı Cemal Süreya’ya Mektuptur” adlı yazısını hazırlar : “Otuz yedi yıldır şiir yazan, 1957’den bu yana da altı şiir kitabı ( öbür türdekileri saymıyorum ) yayımlamış olan çağdaş dervişim Cemal arkadaşım bizi dayanılmaz acılar içinde bırakarak dünyamızdan göçüp gidince, ondaki ölüm düşüncesi üzerinde durmak istiyorum.”

Bu yazısında B A, Cemal Süreya’yı sevi şairi, erotik şair, çok yönlü insan olarak tanımlar. O, pek anlayışlıdır; parasızlığını bilen ve içtiği içkisinin bedelini kendisi ödeyen, cömert… “Sen bizlerin ; yazarların, ozanların, ressamların, oyuncuların, aydınların gönlündeydin! Gömütlükte şöyle bir doğrulup da baksaydın, şaşalardın,seni o kadar çok sevenlerin olduğunu görerek.” B A. 59 yaşında ölen sevdiği arkadaşını, ağlamağa başladığı için daha fazla anlatamaz. (1990. Gösteri. Sanat ve Edebiyat Dergisi. 111. 14-15 ss. İstanbul) .

B A, Mahmut Makal’ı da sever : “ Mahmut Makal’la on iki yıldan beri tanışırız, arkadaşız. Birçok olayları birlikte yaşadık. Ayrı ayrı bulunduğumuz sürelerde de sık sık mektuplaştık. Ankara’dan Samsun’a, Fransa’dan Ankara’ya, Adana’dan Siirt’e, İstanbul’dan Erzincan’a, Ankara’dan İstanbul’a bana yolladığı bir yığın mektup var tuttuğum “mektuplar dosyası” nda. Mektuplarımızda bile eleştirilerimiz, tartışmalarımız, şakalaşmalarımız, birbirimizi uyarmalarımız olmuştur.” Varlık. S. S.12.

GAZETE
BA. “gazetem” deyince Cumhuriyet’i anlatmak istediği bütün yazılarında görülür.
9 şubat 1992’de şunları yazmıştır: “Üç aydır gazetesiz kaldım, birçok aydın gibi.Gazetesizlik ne kadar kötü. Aynı durumu 1971’den sonra yaşamıştık. Evet, eve gazete giriyor, ama 10 dakikacık bir göz gezdirme oluyor Evet, gazetesizlik canıma okudu. Ben ki günde en az iki saat gazete okuyan biriydim. Yazıları okurken imler koyar, kimi sözcüklerin yanına Türkçesini yazar (düzelti yapıyormuş gibi), kimi yazıları da makaslardım. Ya şimdi? Huysuzlaştım. O alışkanlığımdan yoksun kaldıkça da doyumsuz oldum. Doyumsuzlaştıkça uyumsuzlaştım.” S.32

YAPITLARININ YAYIMLANDIĞI DERGİLER, GAZETELER
B A üretgen bir yazar olarak dikkat çekmiştir. 1953’ten başlayarak toplum sorunlarını konu edinen köy-kasaba notları kaleme almış, anı,gözlem, gezi yazıları üretmiştir. Tam olarak sayılamayacak denli çok öykü ve günlük yazmıştır.

DOĞA SEVGİSİ
BA doğa sevgisiyle yüklü bir insandır. Torosları, yaylaları pastoral duygularla dile getirir. Çocukluğunun geçtiği kırları, karanlık ormanları, ayna gibi arı duru, buzca soğuk sulu pınarları ve gölleri anlatır. Sürülerle uçan keklikler, yazarın anılarında özel bir yer tutar.

Ateşli silahlar çoğaldıkça insanoğlu acımasızlaşmış ve doğayı yıkıma uğratmıştır. “Gölpınar’a doğru yürüdüm.Yürürken o yıllarda buralarda rastladığımız keklik, bıldırcın sürülerini anımsadım. Ne denli de çok kuş olurdu. Şimdi şaşıyorum, ne keklik ne bıldırcın var. Oysa, keklik sürülerinin arasında dolaşırdık o yıllar. Analarını tutamasak da, palazlarını gizlendikleri çalı aralarından bir bir bulur, sevinçle çadırlarımıza taşırdık. Hem ilk gün evcilleşirler, çadırlarımızın çevresinde dolaşmaya başlarlardı. Sabahları keklik sesleriyle uyanırdık. Yayla demek, biraz da keklik seslerinin şenlendirdiği yerler demekti. Kekliklerin ötüşmediği yerleri yayla saymazdık. Dahası uğursuz oba derdik öyle yerlere…Öyle obalarda ineklerin, koyunların öleceğine inanırdık. Ölmeseler de o obalarda hayvanlar az süt verir denirdi…Ne güzel inanıştı…Kuşları öldürmezdik. Kutsal sayardık…(…) İnsanoğlu öyle canavarlaştı ki…Avcılık diye tutturdular. Sürekli vuruyorlar keklikleri, bıldırcınları ve başka kuşları, tavşanları, dağ keçilerini…Kuş ötmeyen kırlar, yaylalar, dağlar neye yarar ! Bir ıssızlık ki, dayanılmaz oldu…Yalnız kuşları, tavşanları değil, ağaçları da tüketiyorlar. Gölgelenecek çam, ladin, köknar, ardıç kalmayacak bu gidişle…kuşları olmayan , ormanı olmayan kırlar, yaylalar, dağlar neye yarar; soruyorum” ( 1994. TDD.45,43-44 ss. ).

B A hayvanlar içinde en çok kedileri sevmiştir. Birçok fotoğrafında kucağında çifte kedileriyle görürüz. Öykülerinde, günlüklerinde sık sık kedilerden söz eder. Ad koyarak (Timur, Cici, Veysel vb) ailesinin bireyi gibi benimsediği kedileri yaşlanıp da öldüğü zaman derin üzüntüye kapılır ve kendini kolay kolay toparlayamaz.

BA, birçok insanın “uğursuz” saydığı, korktuğu baykuşları da sever. Aslanköy’e döndüğü zaman, evinde bir ölü baykuş görür. Ocağın bacasından girmiş ve dışarı bir daha çıkamamıştır. Kuşun kanadını incelediği zaman görür ki, bu, birkaç yıl önce yaralı olarak bulduğu ve merhem çalarak iyileştirdiği, sağalttığı hayvandır.

SAYRILIKLARI
Toroslarda, Aslanköy’de doğan ve yaylaların temiz havalı ortamında büyüyen BA’ın sağlam yapılı olduğu anlaşılmaktadır. Sağlığına özen gösterdiğini yazılarından anlıyoruz. Samsun’da ilkokul öğretmeni iken belki düzenli bir besin rejimi izlemediğinden bir an önce evlenme yoluna gitmiştir. Siirt’in ilçelerinde ilköğretim okulları denetmeni iken de düzenli bir beslenme izleği tutturamadığı görülmektir. Ancak, aile içi mutsuzlukları, tartışmalar onu içkiye yönelmiştir. İçki tüketimi arttıkça sağlık sorunları ilerlemiş ve sağaltımı olanaksızlaşmıştır. Birçok kez sayrı düşmüş, sanatoryumlarda kalarak iyileşmiştir. 

…………………………………………………
* Dicle Üniversitesi, Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi.

Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim

Kaynak: Türk Dili Dergisi 142.sayı

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir