CHP'NİN SÖYLEMİ VE
CHP ÜSTÜNE SÖYLEMLER
CHP ÜSTÜNE SÖYLEMLER
Prof. Dr. Mehmet Yalçın
Söylem:
Çağdaş dil kuramlarında değişik yaklaşımlarla, değişik biçimlerde; kimileyin birbirleriyle ilişkisiz, kimileyin de birbirini yadsır görünen söylem tanımları yapılıyor. Yine de tümünün ortak bir yanı var: Genel olarak söylem, biçimsel ya da yapısal bir bütünlük sunar: Tümce ötesi bir söz ürünü olarak içerik düzleminde, belirli bir oluşum sürecinin işleyişi sonucunda bütünlük kazanır. Söz dışı her türlü anlamlı öğeler (görünümler, davranışlar, eylemler, tepkiler, vb.) de söylemin kurucu öğeleri arasında yer alabilir.
Kendi bildiğimce bu tanımı biraz daha kısaltmam gerekirse, şöyle diyebilirim: Söylem, belirli bir alana özgü bir anlamlandırma dizgesidir. Yazın söylemi, şiir söylemi, anlatı söylemi, basın söylemi, siyasal söylem, vb. gibi türleri vardır. Siyasal söylem kendi türünde genel bir nitelik taşıdığı gibi, belirli siyasal partilere özgü (yalnızca onları belirleyen) söylemler biçiminde somutlaşır. Bir söylemin kurucu öğeleri bağdaşıktır: Birbirlerini dışlamazlar, birbirleriyle çelişmezler: Aralarında zorunlu bir bağıntı vardır. Örneğin "CHP'nin siyasal söylemi” ya da kısaca "CHP'nin söylemi", her seferinde onun temel ilkelerini anlamlayan, o ilkelere aykırı düşmeyen öğelerden kuruludur.
CHP söyleminin temel öğeleri:
CHP söyleminin alt yapısında Atatürk ilke ve devrimlerini anlamlayan öğeler dizgesi vardır. Bunun en kısa dışavurumu "altıok" betimgesi (figürü), sözel açılımı ise parti tüzüğüdür. Tüzüğün hiçbir maddesi, bu betimgenin simgelediği anlam alanıyla çelişmez. Siyasal yaşamdaki ucu açık söz ve etkinliklerin altyapısında da aynı temel ilkeler gözetilmek durumundadır.
CHP söylemi, işte bu üç aşamalı anlamlama dizgesinin oluşturduğu bütündür. Partinin kendi söylemine bağlı kalarak başarı sağlaması, yani iktidara gelmesi, ulaşabildiği en yüksek inandırıcılık düzeyine bağlıdır. Siyasa ya da politika denilen şey, işte bu inandırıcılık ediminde anlamını bulur. Yani şimdikilerin performans dedikleri çaba, güç ve beceriye dayalı başarı ölçüsüdür.
CHP üstüne söylemler:
Ben siyasal söylemin bu yüzeysel tanımından yola çıkarak, CHP bağlamında bir değerlendirme yapacağım. Elden geldiğince de yansız olmaya çalışacağım, ama kişisel eğilimim buna ne ölçüde izin verir, bilemem. İster istemez bu bir eleştiri yazısı olacaktır, ama herhangi bir parti bağnazı olmadığımdan, amacım, başka bir parti yararına CHP'yi yıpratmak değildir. Aynı nedenle onu başka partilere karşı yüceltmek amacında da değilim.
Göz göre göre Cumhuriyetin yıkılmakta olduğuna bakarak, bunun nedenini CHP'nin edilginliğine bağlayanlar açısından o yıprandıkça yıpranmış; söz yerindeyse, ifil ifil olmuş, dökülüyor; temelinden kopmuş, odaksız, eksensiz, seçim dönemlerinde fırsatçıların birbirine girdiği bir kargaşa ortamına indirgenmiştir. Yine de seçimlerde belirli oranda bir oy almayı sürdürüyorsa, bu onun güncel başarılarından değil, yıkılan Atatürk devrimlerinin kurtarılma umudunu yalnızca o partide görenlerin inatçı desteğindendir. Aynı kesime göre "Atatürk'ün CHP'si dışında bir partiye oy vermek en büyük ihanettir". Genelde "Ben oyumu Baykal'a ya da Kılıçtaroğlu'na değil, Atatürk'e veriyorum" diyenlerdir bunlar.
Daha az duygusal ve daha çok kılgısal (öteki kesimi gücendirmemek için "bilinçli" demiyorum) Atatürkçü sol kesime gelince, onlara göre CHP, Atatürk adına da olsa, kendi yandaşlarından oy almayı hak etmiyor. Örneğin CHP'nin savunduğu temel ilkeler arasında laiklik varsa, buna karşın "bizim başörtüsüyle (yani tesettürle) bir sorunumuz yok, Meclis'e de başörtülü vekil sokacaklarmış, biz onlara 'hayırlı olsun' deriz" türünden demeçler verirse, kendi söylemine aykırı düşer. Yine savunduğu temel ilkeler arasında ulusal bütünlük ve Türk ulusu kavramı varsa; ulus ve Türklük karşıtı sözde "demokratik açılım paketi" adı altında, Türklük kavramını aşağılayarak, ayrılıkçı budunsal toplulukları yücelterek ve de yalnızca onları hoşnut edecek biçimde dayatılan bölücü uygulamalar karşısında, "Bizde bu paketlerin âlâsı var, onlarınki bizimkilerin kötü birer kopyası" diye öne çıkmaya kalkışırsa, kendisi karşıtlarının kötü bir kopyası olur. Bu da kendisinin değil, onların işine yarar.
Öyle sanıyorum ki böyle düşünenlerin önemli bir bölümü İşçi Partisi'ne yöneliyor; Türkiye Komünist Partisi'ne de sıcak bakmaya başlayanlar olabilir diye düşünüyorum.
Parti uygulamalardan bir kesit ve bir gerçeklik:
Bu satırların yazıldığı günlerde (Ekim 2013'ün ilk on günü içinde) Türk Silahlı Kuvvetleri'ne en ağır yargı balyozlarından bir yenisi daha indirilirken, CHP'liler Meclis'e, kısa dönem askerliğin 4 aya indirilmesi yönünde önerge verdi (Akıllarına estikçe benzer şeyler yapıyorlar). Böylesine yersiz ve anlamsız demagoji girişimlerinin topluma da partiye de hiçbir yarar sağlamayacağını bilmiyor olamazlar. Sanki ortada, değişik partilerin sunduğu haklı önergelerin de ciddiye alınıp tartışıldığı ve de oylanıp kabul edilebildiği dengeli ve sağlıklı işleyen bir meclis varmış gibi! Ülkenin tüm etkinlik ortamlarında olduğu gibi, orada da önceden bilinen (daha doğrusu, buyrulan) sonuçlar, "orantısız güç" yöntemiyle yürürlüğe sokuluyor. Bir bakıma Türkiye olgusu, orantısız güçler dizgesine dönüşmüştür.
CHP, bu gerçek
liği bile bile, özellikle kendisinin yok edilmeye çalışıldığını göre göre; sanki her şeyin kuralına göre işlediği bir ülkede siyasal bir görev yapıyormuş gibi: tıpkı Don Kişot'un kendi yarattığı sanal gerçeklikler karşısında etkisiz ve anlamsız savaşlar vererek kendi kendini tüketmesinde olduğu gibi, düşlemsel bir particilik oynuyor. Niçin bu gibi çıkmaz yollara başvuruyor derseniz, doğrusu yanıt vermek güç: Bilerek mi yapılıyor, yoksa bilmeyerek mi? Ne dersiniz?
liği bile bile, özellikle kendisinin yok edilmeye çalışıldığını göre göre; sanki her şeyin kuralına göre işlediği bir ülkede siyasal bir görev yapıyormuş gibi: tıpkı Don Kişot'un kendi yarattığı sanal gerçeklikler karşısında etkisiz ve anlamsız savaşlar vererek kendi kendini tüketmesinde olduğu gibi, düşlemsel bir particilik oynuyor. Niçin bu gibi çıkmaz yollara başvuruyor derseniz, doğrusu yanıt vermek güç: Bilerek mi yapılıyor, yoksa bilmeyerek mi? Ne dersiniz?
Sonuç yerine, bıçak sırtında bir varsayım:
Daha gerilere giderek yazıyı fazla uzatmak istemem. En iyisi Baykal olayından başlamak. "Ortadoğu'yu yeniden biçimlendirme" tasarısında, Türkiye Cumhuriyeti'nin de kapsama alanına konulduğu açıkça belli. Pentagon'da tasarlanıp yayımlanan ve o gün bu gündür yalanlanmayan şu ünlü "Büyük Kürdistan"lı Ortadoğu haritası, hiç kuşkusuz düşlem dolu, serüvenci bir subayın çiziktirdiği sıradan oyun ürünü değil. Ne var ki Türkiye üstünde oynamanın en büyük engeli Atatürk devrimlerine bağlı kurum ve kitlelerdir. Bu kurumlardan birisi Türk Silahlı Kuvvetleri, öteki Atatürk'ün kurduğu ve O'nun ilke ve devrimlerini savunmakla yükümlü Cumhuriyet Halk Partisi.
Birincisinin başına gelenler belli. CHP'ye gelince, onunla ilgili tartışmaya açık bir öykü kurdum. Anlatayım: Toplumun bu partiye yönelik duygularını sabırla okuyan ve bu duyguların umutsuzluğa dönüştüğü bunalım anını iyi yakalayan B.O.P. yayılımcıları düğmeye basıyor: Genel kanıya göre CHP başarısızlığının tek sorumlusu olarak görülen Deniz Baykal, beklenmedik bir rezalet görünümünde yakayı ele veriyor ve koltuğunu bırakmak zorunda kalıyor. Ve yandaşlarının çok büyük kesimi derin bir "Ohh!" çekiyor.
Raslantıya (?) bakın ki, bir süredir partiyi "uçuracak" yeni bir önder hazırlanmaktadır: Bir televizyon tartışmasında Melih Gökçek gibi çok dişli bir AKP'liyi mat eden, İstanbul Anakent Belediye Başkanlığına adaylığı sırasında çamurlu çizmeleriyle yeni bir kurtuluşun muştusunu veren, o seçimi kıl payı (?) kaçırınca da, ora senin bura benim kentten kente siyasal söylev düzenlemelerine koşarak çılgın alkışlar toplayan Kemal Kılıçdaroğlu! Göz açıp kapayıncaya değin, Baykal'ın koltuğu onun oldu. Art arda gerçekleştirilen ve birbirinden devrimci söylevlerin damga vurduğu kurultaylarda sanki yeni bir "Karaoğlan" doğuyordu: Bu süreçte "CHP" yerini, yeni bir yönetici takımıyla, "Yeni CHP" adında bir başka partiye bırakıyordu.
Öyle anlaşılıyor ki birincisinin boşluğunu "Gezi eylemcileri" doldurmaya çalışıyor.
Keşke bir kereciğine yüz yüze gelsem de sorabilsem:
– Siz ne düşünüyorsunuz sayın Kılıçdaroğlu? Ya siz sayın Baykal?
Alıntı: 159.sayı – http://www.turkdilidergisi.org/
Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim
tenise@evetbenim.com
Görseller: google web
Kaynak: TÜRK DİLİ DERGİSİ 159. sayı, sayfa:10,11,12
http://www.turkdilidergisi.org/
tenise@evetbenim.com
Görseller: google web
Kaynak: TÜRK DİLİ DERGİSİ 159. sayı, sayfa:10,11,12
http://www.turkdilidergisi.org/