Deney: Ayakkabımın içindeki çakıl taşı..

Deney: Ayakkabımın içindeki çakıl taşı…

Tevfik Yalçın

tevfik@evetbenim.com

Son günlerde; ülkemin siyasal, sosyal ve sportif havasını içime çekmekte zorlanıyorum!.. Bu nefes alıp-verememe yalnız ülkemle sınırlı kalsa neyse, şimdilerde bu sorun tüm dünya ile de beni çatışır yaptı ve tüm gücüyle etki alanının dışına itmeye başladı.

Ben neyi yapamıyorum? Herkesin yüz de elli oy oranıyla iktidara gelmiş bir yönetimle mutlu olduğu ülkede ben neden mutsuz ve sistem dışı kalıyorum? Benim bildiğim ve onların bilmediği ne var? Onların bilip de benim bilmediğim ne olabilir? Düşünmeliyim!

Bir düşünmeyi, düşünmeye başlayalım:

Üniversite sınavlarını başarmış, ancak yaşam karşısında hiçbir şeyi başaramamış gençlerle konuştuğumda; hemen her konuda lise çağlarında, üniversite için gereken altyapıları oluşturmamış, hedefe giden yolda bir soru-yanıt makinesi gibi ve hormonlu dershane bilgileriyle tek yönlülük gösterdiklerini görüyorum.

Özellikle memur lojmanları, kamu ve özel yerleşim sitelerden gelen gençlerin davranış ve düşünüşlerindeki tutukluk, özellikle siyasal, toplumsal ve yurt sorunlarına uzak durma becerisi; neredeyse bir formüle dayanıyor görülmektedir… Nasıl bir şeydir; komşu kızını-komşu oğlunu sevemeden, yasaksız çimenlerin üzerinde çelik çomak oynamadan, fırından alınan sıcak ekmeğin ucunu yiyerek eve getirmenin tadını bilmeden üniversitelere koşar adım gelmek nasıl bir şeydir? Çocuklukların da her gün evden çıkarken, akşam eve dönerken selam verdikleri güvenlikçi ağabeyler; onların bu yeni yaşam biçiminde de onları sanal olarak izlemeye, etkilemeye devam etmekte ve yeni yaşam biçimlerinde geçmişten gelen tüm ağırlıklarını hissettirmektedir.

Bu yetişme biçimi; sosyal bir yerleşim ortamı içinde sosyalleşemeden yaşayarak bir üst sınıfa geçmek; soru çözme, ders çalışma, yarışmada akranlarını geride bırakma konusunda önceleri işe yarasa da; daha sonra; geç kalmış bir direnişin genleşmesiyle; içinden çıkılmaz sorunların ağır baskısı bu gençleri sistemin dışına itiyor. Diğer kesimlerden gelen işçi, küçük memur, esnaf çocuklarının yaşama bakışları, kendileri için gelecek planlarının daha gerçekçi, bilgi ve deneyim açıkları olsa da daha mücadeleci olduklarını söylemek ve bu savı ileri sürmek hiç de yanlış olmaz diyorum…

Benimle tanıştırılan üniversite gençlerinin okullarını öğrendikten sonra hemen ders notu ortalamalarını soruyorum. Çoğu bu özel isteğime bir anlam veremiyor. Bu gençlerin bir bölümü de bu ortalamayı tam bilmiyor ve kendi ders notu ortalamalarını öğrenme gereğini görmüyor. Oysaki not ortalaması o gencin cebindeki nakit para gibidir. Ne kadar parası varsa o kadar gereksinimlerini karşılayacaktır. Bir üniversite gencinin not ortalaması; disiplinli çalışmasını, seçmeli ders almasını ve bir üst sınıfa daha güçlü ve özgüvenle başlamasının sağlar. Tartıştığım gençler bu konuyu düşünüyorlar ve zaman içinde haklılığımı görüyorlar çok çalışarak başarılı oluyorlar.

Bu gençlerin büyük çoğunluğunda gelişmiş bir bilgisayar bilgisi ve neredeyse tanrılaştırılmış internet inancının olduğunu görüyoruz. Tehlikeli boyutlardaki bilgi kirliliği içinde: ödevler, tezler, arkadaşlık ilişkileri, yalan, abartı ve sayılamayacak boyutta olumsuzluk; umursamazcasına kabul görüyor. Söz konusu bu olunca; beyinlerini devre dışı bırakıyor konumunda görünüyorlar. Başka bir deyişle kendi düşüncelerini ve araştırmalarını önemsizleştiriyorlar.

Bilinmeli ki dünyanın en gelişmiş bilgisayarını başlatmak ve durdurmak için bir insan beynine gereksinim vardır. Tehlike: Bu birliktelikte; insan beyninin yönetimini bilgisayara bırakmaktır. Gelişmiş bir insan beyni asla bu hataya düşmez; kendisi için, tüm insanlık için…

Bu bir genelleme midir? Hayır, bu bir sorun saptaması ve sorunun çözümü yolunda bireysel bir görüş ortaya konmasıdır. Tüm bu anlatılanlar karşısında ilkesel olarak neyi anlamalıyız? Özde anlamamız gereken ilkesel söylem: Kısa süredeki küçük çıkarlar için; uzun sürede büyük çıkarlarımızı yok saymamamız gerektiğidir.

Geçenlerde, üniversiteyi 2011 yılında başarıyla bitiren bir genç bana “biliyor musun? Benim odamın kapısında; “bir düşünmeyi düşünmeye başlayalım…” sözün yazıyor dedi. Bu genci son iki yıldır tanıyorum. Tanıdığım zaman ders notu ortalaması 1.92 gibi bir değerdeydi “4” lük tam başarı ders notu göstergesinde çok gerilerde olduğunu gördü. Bu düşük not ortalamasının onu nereye götürebileceğini düşündü ve araştırdı. Üçüncü sınıfta çok çalıştı, arkadaşlarıyla çalışma grupları yaptı. Önceliğinin çalışmak olduğu ilkesini benimsedi, dördüncü sınıfa takıntısız doğrudan geçti. Son sınıfı, o iki dönemi; sekiz yüz metreyi (sekiz ay) öyle bir koştu ki okulunu doğrudan bitirdi. Bu gencin adı Ahmet Eren. Çalışma grubundan iki kız arkadaşı yüksek lisan hakkını kazandı. Bir arkadaşları da Amerika’da çalışmalarına devam edecek. Bu yıl aldığım en güzel armağanı bana, Ahmet Eren verdi. Teşekkürler Ahmet Eren, yolun açık olsun!..

Yamyamla yola çıkan; ya yem olur, ya yamyam:

Düşünemiyorsak, “düşünmeyi” düşünmeye başlamıyorsak geriye ne kalır? Hiç değilse bunu bir düşünelim?

İnsanımızın yaşama karşı A, B, C, olmak üzere üç planı vardır:
A Planı: Okuyup adam olmak, Elinin ekmek tutması, bir işe girip çalışması, evlenip çoluk çocuk sahibi olması,
B Planı: Limon satmak, ( A planının yürümemesi durumunda başvurulur.)
C Planı: Limon da satamıyorsak; kavga etmek: Karı-kocayla, çalışan-çalıştıranla, memur-amiriyle, iktidar-muhalefetle, müşteri-satıcıyla, sevgili-sevgisizle…

Düşünemiyorsak, “düşünmeyi” düşünmeye başlamıyorsak geriye ne kalır? Kimi bulursak, bizi kim çekerse kendi yoluna, kim “ben o adresi biliyorum… “ diyorsa onun peşine takılırız… Yamyamla yola çıkarız. Yamyam, yolda bizi yer; yem oluruz… Yok ben kendimi yamyama-mamyama yedirmem diyorsanız; kurtuluş yamyamı yemektir. Var mı bir başka yolu bu işin? İçinde bulunduğumuz son günlerdeki dünya ve ülke sorunlarının içine düşülen karmaşa ve çözümsüzlük; işte bu yanlış yol arkadaşlığına dayanıyor.

Burada söylenecek son söz; güncel siyasal olayları kapsayarak ve tarihin öğretilerine dayanak şu olabilir: Yönetimlerin yaptığı hatayı halk düzeltebilir. Halkların yaptığı hatayı; tarih bile düzeltemez, yalnızca tanıklık eder.

Gelin, biz “bir düşünmeyi, düşünmeye başlayalım…

Deney: Ayakkabımın içindeki çakıl taşı:

Yazıma: "Son günlerde; ülkemin siyasal, sosyal ve sportif havasını içime çekmekte zorlanıyorum!.. Bu nefes alıp-verememe; yalnız ülkemle sınırlı kalsa neyse, şimdilerde bu sorun tüm dünya ile de beni çatışır yaptı ve tüm gücüyle etki alanının dışına itmeye başladı. Bu düşünme sistemi içinde elimde olmayarak öfkeleniyor, öfkelenmekle kalmıyor; bir de öfke biriktiriyorum…" diye başlamıştım.

-Somali tamam da biraz da Somalıya bakalım! Ne yer, ne içer, hali nicedir? Kredi kartlarının taksitleri ödeniyor mu?

-Arap sokakları tamam da biraz da Beyoğlu sokaklarına baksak diyorum! Şu esnaf, zabıta boğuşmasına bir baksak, bir akıllı çözüm üretsek diyorum!

Diyorum ki beynimin çalışmasından mutlu değilim. Bilimsel bir dürtü ile onu kendine getirmeliyim. Ne yapmalıyım?

Çözüm: Bu gün sağ ayakkabımın içine bir çakıl taşı koyacağım ve iki sokak uzaktaki bakkalıma kadar gidip günlük gazetelerimi alıp eve geleceğim. Ben bu işi her gün öylesine olağan olarak yapıyorum ki ne zaman bakkala gittim, ne zaman geldim ve balkonumda gazetelerimi okumaya ne zaman başladım!?. Düşünmüyorum…

Apartman kapısından çıktım, merdivenleri indim ve bir çakıl taşı arıyorum. Çakıl taşı yok! Çakıl taşını ölçü olarak alıp, bir taşlaşmış çakıl taşı büyüklüğündeki beton parçayı sağ ayakkabımın içine koyup bakkala kadar gidip yürüyeceğim.

Çakıl taşını sağ ayakkabımın içine koydum. Ayakkabımın bağlarını bağlayıp, yürümeye başladım. Fena değil!?. Yürünüyor… Kırk adım sonra ayakkabımın içindeki çakıl taşını sallayarak ayağımı acıtmayacak bir konuma getirmeye çalışıyorum, olmuyor!.. Devam! yürümeye devam… Çakıl taşı sinirimi bozuyor. Düzenimi, bozdu attı. Ne denli güzelmiş: Bakkala giderken ayağının ayakkabı içindeki durumunu düşünmeden yürümek. Sokağın köşesi görünüyor, hızlanıp bakkala ulaşmaya çalışmak istiyorum; olmuyor, hızlanamıyorum… Nedeni çakıl taşı… Beni yavaşlatıyor, oyunu onun kurallarıyla oynamamı istiyor… Topal ördek gibi yürüyorum sokakta… İçimden devam, devam diyorum. Ha gayret az kaldı! Mademki deney yapıyorum; bunu bilimsel bir temele oturtmalıyım… Bilimselliğin iki kuralı olan: Olayı laboratuar ölçeğinde yinelemek; bu tamam. Yineleriz olur biter. Matematik olarak formüle etmek: Bu nasıl olacak? Yol çarpı iki, çıkan sayı ikiye bölünecek; o da eşittir bir ayağın aldığı yol… Çıkanı bir buçuk ayakla çarp?!. Bu işi sonra yaparım, çakıl taşı sağ ayağımı yedi bitirdi; bu durum ayakkabımın umurunda bile değil.

Beynim emir veriyor: Çıkar at o çakıl taşını ayakkabından!

Bakkaldayım. Hareket etmemek ayağıma iyi geldi. Yine de ben dönüşü düşünüyorum.

Gelirken yokuş aşağı olan bakkal, şimdi yokuş yukarı oldu. İçimden başlarım şimdi böyle deneye diyorum… Beynimde Aynı ses: Çıkar at o taşı ayakkabından! Ne olacak beyin işte; kimyası ne ise buyruğu da o. Duymazlıktan geliyorum. Deneye devam….

Apartman kapısına geldim, yine aynı ses: Tamam deney bitti, diyor beynim. Bitmedi. Daha 20 merdiven çıkacağım, öyle bitecek deney.

Evin kapısını açtım. Ayakkabımdan çakıl taşını çıkardım. Ohhh be! Dünya varmış. Deney bitti.

Sonuç: Deney sonucunu mu öğrenmek istiyorsunuz? Bakın ne yapalım: Herkes kendi deneyini kendisi yapsın, kimimiz bakkala, kimimiz otobüs durağına dek yürüsün… Herkes ayakkabısının içine kendi çakıl taşını koysun.

Herkes beynindeki o küçük çakıl taşını kendisi bulsun.

Saygılarımla,

Tevfik Yalçın

23 Eylül 2011
Ziverbey-İSTANBUL

 

Manşet Fotoğraf: Tevfik Yalçın, fotoğraf çekim: Gülşen Argüç Bölükbaşı

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir