Estetik Üzerine

ESTETİK ÜSTÜNE ALIŞTIRMALAR

Oben Güney

İnsan’ı “güzel”e bağımlı kılan o gizemli duygudan söz etmek Sanat’ın fizik ve ruh yapısını anlamanın en geçerli yoludur belki de…”Güzel”i bütünleyen İNSAN ve ÇEVRE’yi duyumsamak bence her sanatçının yaradılışında vardır. Toplumbilim ve Sanat öngörülen gerçekleri psikolojik kaynakların süzgecinden geçirerek yeniden biçimlendirir. Kısacası estetik bir değerlendirme kriteridir.

“Estetik” sözcüğü Eski Yunan’dan gelmedir. “Aestesis” (duyum) dan türetilmiştir. Aisthethios (duyulan, duyumsanan) olarak kullanılmıştır. (Fransızcası: Esthetique/ / Almancası: Asthetik / Ruscası: Eistietika) içeriğinde her zaman değerlendirme sorumluluğu ve sanatın geleceğini belirleyen yaratıcı gücü saklamıştır. Yalnız “duyum” yoktur yapısında; özümseme, betimleme yeteneği de vardır. Varolan her şeyin kendi doğal estetiğiyle düşüncenin, insan yaratısının biçimlediği estetik arasında bir DENGE ve UYUM sağlanması; sanatın da düşüncenin de zorunluluklarındandır.

Bunu gerçekleştirmek elbette buraya yazıldığı kadar kolay değildir. Önce, estetik’in kökeninde olan “duygu”yu eğitmek gerekmektedir.

Duygu neyle eğitilir?

Duyguyu eğiten etmenlerin başında bilimsel irdemeler gelir. Bu bilim diliyle yeni ve değişik değerler türetilir. Bu DEĞER’LER yaşamın kendine özgü öğeleri olan bilinçli – bilinç yaşanan düşüncelere sindirilir. İNSAN’a mal edilir.

Bu aşama İNSAN’I yeniden biçimleme evresidir. Ama bu yeterli değildir. İNSAN toplumsal bir varlık olduğu için, kendisini bir “birey” olarak kabul ettireceği toplumu da kendi kişiliğiyle etkilemek, hatta değiştirip yeniden biçimlemek isteyecektir. Ne var ki o zaman da “DOĞRU” yu da GÜZELLİĞE eklemek zorunluluğu duyacaktır. Böylece “Güzel” ve “Doğru” ayni amaçta birleşecektir. Giderek DENGE- UYUM-GÜZEL- DOĞRU kavramlarının iç içe olduğu YENİ BİR KAVRAM oluşacaktır. Asıl sorun da bundan sonra başlayacaktır. Çünkü sanatı – gerçek sanatı-ölümsüz kılan İNSAN, ruhuyla yaratısıyla , düşünceleriyle, vazgeçilmez başka inanç ve yaşam birimi estetik duygusuna el koyacaktır.

Ölçü!

Güzel’in ölçüsü, Doğru’nun ölçüsü, Denge’nin ölçüsü, Uyum’un ölçüsü

İnsan bedeni, eşyaların niteliği ancak eğitilmiş, duyumsama yeteneği geliştirilmiş bir beyinle ve de deneyimli bir kültürle saptanabilir. Bu da bize “estetik” denilen gerçekçi büyünün sadece bir dış görünüş, sadece bir fotoğraf olmadığını gösteriyor. Sanatın yaratılma içgüdüsüne ve evresine sıkı sıkıya bağlı bir YENİDEN VAREDİŞTİR. Bu nedenle denemiş, kullanılmış. Estetik değerlerin yinelenmesi sanatı yüceltmez. Tam tersine çirkinleştirir, basitleştir.

Hele tiyatroda estetiği dışlamak bir sanat cinayetidir. Hatta estetiği bilinçsiz, kültürsüz, yanlış kullanmak, tiyatro içinde İNSAN’ın kendisini var etmek istediği dün ya da “boğup, yok etmek” demektir. Buna hakkımız var mı? Acaba neden Türk Tiyatrosu’nda bir “estetik” gereksinme korkulacak kadar azınlığın işidir? Felsefeyi dışladığımız için mi?

Neden olmasın

Aestesis (duyum) felsefenin sorunu olmuştur daha çok. Sokrates ikili konuşmalarında bu sözcüğe oldukça sık rastlanır. Aristoteles belki bu kavramı aklın diğer ürünlerinden ayırarak “idealist” bir çözüme kaymıştır. Estetik’e “şairane” bir anlam yüklemiştir. Oysa biz, gerçekliğin de kendi anlayışı ve oluşumu içinde “şiiri” yakaladığını bizzat doğanın varoluş olgusuyla yaşattığını biliyoruz. Kırık, kuru kumlara düşmüş bir ağaç gövdesinin de estetiği vardır. “Poetika” sında tragedia kurallarından söz ederken pek çeşitli ve zengin olmayan deneyimlere dayanır. Bu da onu, bazı eksik ve kalıplaşmış düşüncelere tutsak eder.

Platinos ise maddi güzellikle, manevi güzelliğin birbirlerini bütünlediğini söyleyerek, sapılmış yanlışlıktan geri dönmüştür.

Estetiği pek umursamayan Descartes, estetiği aktöresel yapısına önem veren Diderot estetiğin asal yapısından oldukça uzak kalmışlardır. Nietzche ve Kant ise felsefenin karanlıkları içinde estetiği boğuverdiler.

Açıklamamızı daha fazla adlarla bulandırıp anlamsız kılmamak için kısaca şunu diyebilirz: Estetik bir takım “İZM”ler tarafından biçimsizleştirilmiştir.

Bugün ülkemde de “estetik kaygısı” ara sıra ortaya çıkar. Şiirde zaman zaman yakaladığımız “duyum”, örneğin sinema ve tiyatroda henüz yaygın kullanılma şansına ulaşamamıştır… Rastlantılar sonucu ortaya çıkan estetik kaygının” bilinçle ve özellikle kullanıldığını söyleyemeyiz. Bu nedenle güzelliğin felsefesi gerçek yörüngesine oturtulamamıştır. Yani resim ve yontu dışında “duyum”, sanatın dışında bırakılmıştır.

Neden bırakılmıştır?

Çünkü estetik değerler henüz gelişmekte olan toplumum
uz için bir gereksinme değildir. Hatta çoğunluk için gereksiz ve geçersizdir. Eğer çirkinin sanata ait bir değer olduğuna inanıyorsak demek ki bizi güzelliğe ulaştıracak yolları kullanmanın amaçsızlığına da inanıyoruz. Bu ise sanat’ın yozlaşmasıdır. Dolayısı ile İNSAN’IN…

Şöyle kısaca anımsayacak olursak, şöyle diyebiliriz:
– Tiyatro, da estetik, yorumun ve anlatımın ışığı- gölgesidir, rengidir.
– Estetik sürekli devinir, değiştirir, değiştirir.
– Canlı bir varlıktır adeta… Yaşar, soluk alır.
– Kendisini yenileyecek yaratılarla beslenir..
– Geliştikçe güzelleşir, derinleştirir.
– Ne var ki, “estetik” i var etmek, tanrısal bir düşünceyi insana mal etmekle başlar.
– Bir sözü hareketlere bölmek,
– Hareketleri güzelliği biçimlemede kullanmak,
– İNSANIN’IN FELSEFE’Sİ ile GÜZELLİĞİN FELSEFESİ’Nİ bir “natura” olarak birbirlerine katmak. Ancak duyumlanın güçlü ve vazgeçilmez olması ile olanaklıdır.

Böyle bir tiyatronun yaratılması, biz çağdaş tiyatroculara düşen görevlerden birisidir..Doğal olarak yarında varolmayı, yaratmayı, sevmeyi istiyorsak eğer…

Güzellik İNSAN olmanın anlamıdır.

 

Oben GÜNEY

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir