Fulya Ünal Resim Sergisi; ISSIZ: 1, 9 Nisan CKM Caddebostan Kültür Merkezi İstanbul

SH (Saklı Haber)

FULYA ÜNAL’IN RESİM SERGİSİ “ISSIZ” İSTANBUL’DA

01 – 09 Nisan 2009

CKM Caddebostan Kültür Merkezi Kadıköy İstanbul

Açılış: 01 Nisan 2009, Saat:18.00 

Sanatçı, “Issızlığın ortasında olma durumunu anlatmaya çalıştım, çünkü çoğu insanın, hayatları boyunca, zaman zaman da olsa, ıssızlığı yaşamış olabileceğini düşünüyorum.” cümleleriyle ifade ediyor resimlerinin temasını.

 

 

 

 

Fulya Ünal: Resim Sanatçısı

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Nadide Karkıner ise sergiyi, “Fulya Ünal’ın resimleri gerçeklik ile özne arasındaki ilişkinin gerçekleştiği ara bir mekân olarak belleğimizde yerini alıyor. Ressamın resimlerindeki yalnızlık ve eksiklik iddiası ardımızda bıraktıklarımızı bir gün mutlaka geri dönüp arayacağımızı bize hatırlatıyor.” sözleriyle yorumluyor.

1978 yılında İstanbul’da doğan Fulya Ünal, sanat eğitimine İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü’nde başladı ve Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde devam etti. Halen Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Kuram ve Eleştiri bölümünde yüksek lisans eğitimini sürdürüyor.

Fulya Ünal, Resim Sergisi 2009    Fulya Ünal, Resim Sergisi 2009

1.Nisan.2009 Çarşamba günü Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde açılacak olan sergi, 9.Nisan.2009 akşamına kadar gezilebilir.

EKSİLMİŞ YALNIZLIĞIN SARKACI: ISSIZLIKTAKİ PENCERELER
Nadide Karkıner
 
Hayatımızda bazı kişileri ve nesneleri hesaptan düşeriz. Hesaptan düşen ise devre dışı kalır ve onu ardımızda bırakırız ya da bıraktığımızı sanırız. Daha sonra hayatın anlamını aramak için dışarıda bıraktığımız kişiler ve nesnelerin peşine düşeriz. Oysa geriye dönmek olanaksızdır. Tahmin edemediğimiz ise dışta bırakılanın giderken bıraktığı boşluk ve gediktir. Hiç bir zaman doldurulamayacak olan bu boşluk, gedik ve hiçlik duygusuna alışmak olanaksızdır. Eğer vazgeçmek bizi daha insan ve toplumsal olana daha uyumlu hale getirecekse neden o boşluğu dolduracak imgelerin ve insanların peşine düşeriz? Bilinçdışı arzuya dönüşen bu çaba bizi kültürel bir varlık haline dönüştürürken geriye dönme çabası kayıtsız bir insan olmak için gösterilen şizofrenik bir çabadır. Çünkü birey bu arada hayatın içinde yol almıştır bile. Farklı yerlerin adını unutmuş, farklı sesleri duymadan yaşamaya alışmıştır. İşte Fulya Ünal’ın resimleri de bu geri dönme çabasının sonucunda ulaşılan yerdir. Geçmiş ile şimdi arasında ki gediktir.

Fulya Ünal’ın resimlerinde şimdi artık önemini yitirmiş, göz ardı edilen geçmiş ise gün yüzüne çıkmakta geç kalmıştır. Ünal’ın resimleri geçmiş ile şimdi arasında ya da yerel ile evrensel arasında seçim yapmaktan vazgeçip gediğin içinde kaybolma duygusudur. Rastlantı ile çıkılan yolda varılan gedik artık vardır, görülmüştür ve deneyimlenmiştir. Buradan geriye dönmek olanaksızdır. Gediğin sözlük anlamlarından birisi “yıkık yer” demektir. Resimlerde ki mekânlar tamda kelimenin sözcük anlamına karşılık gelirken, eksikliği çağrıştıran diğer anlamında ise “eksik sadece eksikliğiyle vardır, hiçbir zaman tamamlanamayacaktır ve hiçbir zaman bütünlenemeyeceğiz çünkü “eksik olanın ne olduğunu bilemeyeceğiz” duygusu egemen olur.
Neden eksik olan seçilmiştir? Makul ve meşru olan onca nesne ve imge dururken tamamlanmamışlığın karanlığını seçmek elbette Fulya Ünal’ın kendi kararıdır. Zira böylesi bir belirsizliğin, bulanıklığın peşine takılmak gediğin ya da karanlığın tamda içini arzulamaktır. Karanlık ve belirsiz olanın peşine düşmek yasaklanmış olanı izlemek ve arzulamaktır. Dolayısıyla toplumsal anlamda yalnızlığı seçmektir.

Fulya Ünal, Resim Sergisi 2009     Fulya Ünal, Resim Sergisi 2009

Oysaki biz “evrende yalnız olduğumuz duygusunu kıracak bir haber beklerken”, Fulya Ünal’ın resimlerinde “evren bize kayıtsız kalır. Ses verir ama konuşmaz.” Resimlerde içerisi olarak gördüğümüz yıkık ev ya da yer uçsuz bucaksız bir dışarı ile sarmalanmış gibidir. İçerisi ile dışarısı arasındaki ilişki eksiklik ve tamamlanmışlık arasındaki ilişkiye karşılık gelmektedir. Issızlığın ve yalnızlığın bir yandan bu kadar belirgin olması, diğer taraftan da ısrarla her şeyin tekrar birleşemeyecek biçimde parçalanmış olması bizi hiçbir zaman varamayacağımız yere bir yolculuğa çıkarır. Resimlerde bir nebze de olsa umut gibi görünen pencerelerin arkasında çıkılmış bir yolcuğun izleri vardır.

Pontalis derki: “Yaşamımın dönemlerini birbiri ardına sıralanan açık pencereler olarak tanımlayabilirim.” Hem açık pencereler, hem de kendine özgü odalar Pontalis’in ‘öznel’ alanıdır.
Fulya Ünal’ın resimlerinde ise pencereler ve kapılar yolculuğu anlatan rahatlatıcı unsurlar olmaktan çok ıssızlığın ve yalnızlığın dolambacı şeklinde karşımıza çıkar. Camları olmayan pencereler, yıkık duvarlar ve sanki içeri girilmeyi bekleyen kapılar şu anda olmayan bir yaşantının izlerini taşırken, gelecek için hiçbir şey vaat etmez. Zira eksikliğin ve tamamlanmamışlığın, artık bütün olmayan ve yer yer parç
alar içeren bir mekânla ya da rastgele bırakılmış eşyalarla giderilmesi olanaksızdır.

Yıkılmış bir evi ya da hayatı yeniden kurduğumuzda her şey eskisi gibi olabilir mi? Eski olan yeni olanın yerine geçer mi? Pencerelerin arkasında görünen uçsuz bucaksız ovanın ortasında bir mutluluk arama hevesi ve tesellisi, resimlerdeki karamsar atmosfer ve heves veren renklerin itinayla az kullanılması aracılığıyla kaybolur. Bugünün farkındayız ama resimler aracılığıyla gelecekteki yaşamın ve dünyanın bugünden daha iyi olacağı ümidini taşımak istiyoruz. Onun için resimlerin karşısında biraz daha gerileyerek onlara uzaktan bakma ihtiyacı ve uzaktan bakıldığında daha farklı bir dünya hayal etme olasılığı Fulya Ünal’ın resimlerinde mümkün hale gelmektedir.

Çünkü Fulya Ünal’ın resimleri gerçeklik ile özne arasındaki ilişkinin gerçekleştiği ara bir mekân olarak belleğimizde yerini alır. Bizim için ayna işlevi gören resimler baktığımızda bir bütün olmamıza rağmen kendimizi eksik ve yalnız görmemizi sağlar. Hesaptan düştüklerimiz ya da devre dışı bıraktıklarımız bize geri döner ve kendini hatırlatır.

Fulya Ünal’ın resimlerindeki yalnızlık ve eksiklik iddiası ardımızda bıraktıklarımızı bir gün mutlaka geri dönüp arayacağımızı bize hatırlatır. Zira bireyin kendini insani olarak gerçekleştirmesi için bu şarttır. Resimlerde kendi içsel deneyimlerimizi bulduğumuzda, onları bir gerçeklik olarak yaşantılamaya ya da eksikliğimizi bize sunduğu imgelerle tamamlamaya çalışırız. Onun için yıkıntıların içerisindeki kırmızı bir oyuncak, gri bir koltuk ya da mavi bir sandalye bir tamamlanmışlık ve mutluluk hissini verirse ilerlemekten vazgeçeriz. Kaybolmaya yüz tutmuş imgelerle kültürün düzenine yeniden girmeye çalışmak, başka bir deyişle geçmişte yaşanan mutlulukları imgeler aracılığıyla yakalayıp geleceği planlamak eksik olan imge olmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Başkalarının eksikliğini tamamladığı ya da tamamlamaya çalıştığı imgelerle kısacası ötekinin söylemiyle varolmaya çalışmak boş bir çabadır.
Fulya Ünal’ın resimleri bireyler üzerinde böylesi bir iktidarı onları içine çekmek için kurguladığı dolambaç aracılığı ile kurar. Pencerelere içeriden ya da dışarıdan bakmak, kapılardan çıkmak ya da girmek gelecekte neyin olanaklı olduğu sorusuna yanıt vermemizi sağlamaz. Sadece sürekli bakmak ihtiyacını doğurur. Fulya Önal bize aniden düştüğümüz bu gedik içerisinde harikalar diyarında ki Alice olmadığımızı hatırlatır. Başımızı çevirdiğimizde görmeye çalıştığımız sevimli tavşan yoktur. Resimler bize olmasını istediğimiz imgeleri ve nesneleri vermemeye kararlıdır.
“Bu nesne, arzu nesnesi aslında “yoktur”, öznenin ne olduğunu bilmediği, sadece göz ucuyla görebildiği ilksel eksik’inin fantazmatik eşdeğeridir. Ancak özne bir yandan da bu nesnenin faztazmatik özelliğini, gerçekten varolmadığını bilir. Tam da bu nedenle bilinçsiz olarak objet petit a’ya ulaşmaktan, tatminden kaçınır; yolu uzatır, çıkmaza sokar. Aramaktan vazgeçmez, ama asla bulmak istemez.” Objet petit a gerçek bir nesne değildir, bir fantezi nesnesidir ve elde edilmesi mümkün değildir.

Zira kendimizi asıl görmek istediğimiz, yerleştirdiğimiz ve hayal ettiğimiz yer aslında olmayan bir yerdir. Arzu nesnesini sürekli arama çabası, bizi çevremizi farklı algıladığımız bir fantazmalar dünyasında yaşatır. Fulya Ünal’ın çalışmaları fantazmaların ortadan kalktığı bir dünyanın resmedilmesidir. Ressam bize aramaktan vazgeçmediğimiz nesneler nedeniyle algılayamadığımız mekânın gerçek biçimini resimler aracılığı ile gösterir. Arada gösterdiği ama daha sonra vazgeçtiği kırmızı oyuncak, sandalye ve koltuk aracılığı ile “Bu mu? Bu mu?” oyununu oynar.

İçinde yaşadığımız mekânsal gerçekliğin altını oyan Fulya Ünal, gerçek yaşamımızla hayal ettiğimiz yaşantı arasına çizdiğimiz sınırları bulanıklaştırarak aslında üçüncü bir varoluşun resmini yapar. Dolayısıyla ‘Bu mu? Bu mu?’ oyununun yerini ‘Ne o? Ne o?’ alır. Bu varoluş ne siyahtır ne de beyazdır ama gridir. Bu nedenle resimleri aracılığıyla “hakkında karar verilemez” olan bir yolculuğa çıkar ve bizde bu yolculukta onun eşlikçileri oluruz. Dağılıp saçılmış ve parçalara ayrılmış bir mekânda kendi içinde ki yalnızlıkla çıkılan yolculuğa eşlik için bekliyoruz.

Fulya Ünal, Resim Sergisi 2009

Haber Kaynak: Çağrı, İleti Haber; Fulya Ünal
Haber Düzenleme: Tevfik Yalçın evetbenim

Caddebostan Kültür Merkezi: Bağdat Caddesi Haldun Taner Sok. No: 11
Kadıköy/İstanbul (Sergi alanı: 3. Kat)
İletişim: Tlf: 0216 467 36 00
info@ckm.gen.tr

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir