Genç Müzisyen Çellist Benyamin Sönmez'i yitirdik.
(16 Ocak 1983 – 30 Kasım 2011)
Benyamin Sönmez'in cenazesi; Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı'na getirildi. Burada ADK Yaylı Çalgılar Bölüm Başkanı Reyyan Yücelen'in yaptığı konuşmadan sonra, törene gelenlerce tabutu önünden saygı geçişi yapıldı. Törene GSG Müdürü Prof. Erol Erdinç, DOBG Müdürü Prof. Rengim Gökmen, konservatuvarın eski müdürü, emekli Prof. Ali Doğan, Sönmez'in hâmisi Yüksel Erimtan, CSO'nun müdürü Tahsin Aslan, dönem arkadaşları, konservatuvarın öğretim görevlileri ve öğrencileri katıldılar. Özellikle CSO çello grubu üyelerinin çok üzgün oldukları, birbirlerine sarılarak ağladıkları gözlendi.
(Alıntı: Şefik Kahramankaptan – http://www.andante.com.tr/index.php?page=haberdetay&haberID=350 )
VİYOLONSELDE FARKLI EFEKTLERİ ARAŞTIRMAYA MERAKLIYIM
Viyolonselde nasıl bir ses yelpazesine ulaşmayı amaçlıyorsunuz; sadece klasik müzik içinde kalan, gerektiğinde org gibi gerektiğinde sadece standart viyolonsel gibi tınlayan mükemmel bir çalgı mı, yoksa klasiğin dışına çıkan, gerektiğinde ut, rebab, klasik kemençe gibi tınlayan, perküsyon da olmasını beceren bir çalgı mı hayalinizdeki.
Gutman’ın viyolonselden istediği ve aradığı ses, büyük tondu. Bizlere de hep bunu tavsiye etti. Tabii artık çalışmalarıma kendim devam ettiğim için kendi tonumu bulmaya gayret ediyorum. Eğer uğraşırsanız, Rostropoviç gibi, Gutman gibi ses çıkarabilirsiniz ama dünyanın ikinci bir Rostropoviç’e ya da Gutman’a ihtiyacı yok. Ben her zaman yeniliklerden, arayışlardan yanayım. Ama Schumann’ın konçertosunu çalarken viyolonselden ut veya rebab sesi çıkartmanız pek hoş karşılanmaz. Böyle eserlerde buram buram viyolonsel sesini hissetmek isterim. Ama çaldığım eserlere göre, çalgının tınısının dışına çıktığım olur. Özellikle Şnitke, Kodaly, Gubaidulina, Debussy, Piazzolla gibi bestecilerin eserlerinde viyolonseli insan sesi, fagot, klarnet, rebap, ut, yeri geldiğinde vurmalı çalgı gibi kullanmak oldukça zevklidir. Yani, efekt araştırmaya meraklıyım, çünkü müzikte en etkileyici unsur sestir.
Yarışma defterini kapattınız mı, yoksa sürdürecek misiniz?
Yarışmalara pek ısınamadım, artık dünya üzerindeki tüm yarışmalar çıkar ilişkilerine bağlı. En iyi çalanın birinci olması kural değil. Günümüzde müzik yarışmaları sayısal loto gibi. Ben de saatlerce çalışıp hayatımı yarışmalara harcamak yerine, kafamı sadece müziğe yoruyorum. Birçok dünya “star”ının, geçmişte yarışmalarda beşinci, altıncı olduğunu, bazılarının sadece mansiyon aldığını görüyoruz. Birçok birincinin de daha sonra ismini bile duyamıyoruz.
Genç solistlerin çoğu iyi bir enstrüman edinme konusunda zorluk yaşıyor, siz bu sorunu nasıl çözdünüz?
Birçok nadide enstrümanla çaldım bugüne kadar: Montagnana, Stradivarius, Guarneri… Bu enstrümanlar önemli konserlerim için bana ödünç verilmişti. Ekonomik açıdan Türkiye’den çok daha fakir ülkelerde bile genç yeteneklere ülke koleksiyonundan enstrüman veriliyor. Türkiye’de böyle bir gelenek yok. Ciddi sorun yaşıyoruz. Gutman’la çalışırken Rusya’nın çalgı koleksiyonundan Montagnana yapımı bir enstrüman kullanıyordum. Gutman, Türkiye’deki bazı kuruluşlara bizzat başvurup bana iyi bir viyolonsel alınmasını rica etti. Şarkıcısına, türkücüsüne sahip çıkan Türkiye, Gutman’ın talebini ciddiye bile almadı. Şu anda lüthiye Mehmet Yüksel’in yeni bitirdiği viyolonseli kullanıyorum. Birlikte tamamladık ve benim adım verildi enstrümana. Cilada sinsice oyunlarla viyolonsele 18. yüzyıl görüntüsü verdik. Yeni olduğunu ilk bakışta anlamak zor. Montagnana veya Strad yapımı enstrümandaki çalım kolaylığı ve sese sahip. Ayrıca marifet, mükemmel bir enstrümanla çalmak değil, ucuz bir enstrümanla iyi ses elde etmek… Gutman, “senin eline tahta verseler ondan da aynı sesi çıkarırsın” derdi. Yine de benim gibi, solistlikte iddialı bir gencin, çok önemli konserlerinde kullanmak üzere Strad ayarında bir çalgıya sahip olmasında yarar var.
PAGANINI’NİN 24 KAPRİS’İNİ VİYOLONSELE UYARLIYORUM
Repertuvarınızda hangi dönem ve bestecilerin eserleri ağırlıkta? Çağdaş müzikle aranız nasıl, günümüz bestecileriyle diyalog kuruyor musunuz?
Repertuvarımda Şostakoviç, Şnitke, Prokofyev, Debussy, Poulenc, Rahmaninof, Britten, Kodaly, Cassado gibi modern dönem bestecileri ağırlıkta. Diğer bilinen klasik eserleri de Gutman ile çalıştığım sıralar repertuvarıma koydum. Modern eserler daha çok ilgimi çekiyor. Çünkü viyolonselin sınırlarını sonuna kadar zorlama imkânını buluyorum, klasik eserlerde kuralların dışına çıkmak pek mümkün değil. Bestecilerle bazen yolum kesişiyor, birlikte çalışma yapmak istiyorum. Mesela yurtdışında önemli başarılar kazanan besteci, arkadaşım Mehmet Can Özer’le birlikte bir çalışma yapmayı planlıyoruz. Günümüzde tüm dünyada viyolonsel için çok az eser yazılıyor. İnşallah Türk besteci arkadaşlarım çalgım için yazacakları yeni eserlerle beni yanıltıp, şaşırtır.
Repertuvarınızı hangi yönde geliştirmeyi düşünüyorsunuz?
Paganini’ye hayranım. 24 kaprisinden birçoğunu viyolonsele uyarladım. Hayalim tümünü seslendirmek. Repertuvarımda baroktan moderne çok sayıda konçerto var.
Oda müziği-senfonik müzik ayrımında gönlünüz hangi yanda?
Oda müziğini çok seviyorum. Piyanist Oksana Yablonskaya ile ikili konserler verdik. Daha sonra Litvanyalı genç piyanist Kasparas Uinskas’la tanıştım. Bugüne kadar Carnegie Hall’dan Berlin Filarmoni’ye kadar birçok önemli salonda konser vermiş. Birlikte ilk konserimizi kasımda İstanbul’da vereceğiz. Orkestrayla çalmak da bir başka zevk. Şefle paslaşmak, farklı enstrümanlarla viyolonsel arasında diyalog kurmak çok eğlenceli. Bu mesleğin en güzel yanı Beethoven, Brahms, Schumann gibi dahi bestecilerin eserlerini yorumlayarak dinleyiciye anlatmak.
Bestecilik ve şeflik ilginizi çekiyor mu?
Her ikisi de çok ilgimi çekiyor. Türk Müziği’nde klasiğe uyarlanabilecek öyle güzel melodiler var ki. Böyle güzel bir melodi duyduğumda hemen hafızamda farklı orkestrasyonlar beliriyor. Fakat bu konuda yeterince deneyimim yok. Kendimi bu alanda geliştirmeyi planlıyorum. Şeflik ise dünyada en az malzeme gerektiren mesleklerden. Bir baget yetiyor. Şaka bir yana, şeflik ciddi olarak düşündüğüm bir konu. Moskova’da özel ders almıştım. Bu konuda alaylıyım ama kendimi geliştirmek için zamanım çok. İleride kendi orkestramı kurmayı hedefliyorum.
Nasıl bir gelecek planı yaptınız, sadece solistlikte mi yürüyeceksiniz, eğitimciliği düşünüyor musunuz, Türkiye’de mi yaşayacaksınız, ilk fırsatta tekrar yurtdışına dönmenin yollarını mı arayacaksınız?
Eğitimcilik büyük sorumluluk. Çünkü küçük yaştaki çocukların geleceği size emanet ediliyor. Büyük sabır ve ilgi isteyen bir uzmanlık alanı. Yetişkinlerle çalışmaktan zevk alıyorum. Bazı okullardan teklifler geliyor ama şimdilik uzak duruyorum. Özel dersler veriyorum, yazın Fransa’da ustalık sınıfı düzenliyorum. Gelecek planı yapmak yerine sadece müziğe odaklanmayı tercih ediyorum. Hayat beni hak ettiğim yerlere kendisi sürüklüyor. Türkiye dışında hiçbir ülkede mutlu yaşayabileceğimi sanmıyorum. İstanbul’a yerleşmeyi planlıyorum. Elime yurtdışında yaşama fırsatları geçti, örneğin Yeni Zelanda’da yarışmayı kazanınca vatandaşlık teklif edildi. Elimde işçi pasaportuyla vize kuyruklarında beklesem de, bana viyolonsel almasa da, popçusunu yüceltip el üstünde tutsa da, bu topraklarda yaşamayı sürdüreceğim, yurtdışında ülkemi sanat elçisi olarak en iyi şekilde temsil etmek için var gücümle çalışacağım. Belki, Türk deyince David Geringas gibilerin aklına dönerci figürünün gelmeyeceği günlere varmada bir katkım olur…
GUTMAN’LA ÇALIŞTIĞIM SON ESERİ YORUMLAYACAĞIM
Türkiye’deki klasik müzik atmosferinden memnun musunuz, birikiminizi yeterince sergileme fırsatı bulabiliyor musunuz?
Hatır, gönül ve çıkar ilişkilerinin ön planda olduğu kesin. Bunun nedeni tuhafiyeci dükkânı işletmesi gereken kişilerin önemli kurumlara müzik yönetmeni seçilmesi. Kültür kurumlarının yönetici seçimi isabetsiz olduğu sürece genç sanatçıların bu tür eleştirilerine maruz kalmaları kaçınılmaz…
Viyolonsele yeni başlayan gençlere yeteneklerinin eğitim sisteminde köreltilmemesi için hangi konulara çok dikkat etmelerini tavsiye edersiniz?
Öncelikle bolca repertuvar yapmalarını tavsiye ederim. Faydasını ileriki yaşlarda görecekler. Tabii ki repertuvar doğru hoca ile yapılmalı. Bach’ın viyolonsel süitlerine kendi kafasına göre arşe yazan hocalardan uzak dursunlar. Bu konuda her türlü tavsiye için bana internetten ulaşabilirler. E-posta adresim, benyaminsonmez@yahoo.com.tr
İstanbul Müzik Festivali’nin açılış konserinde Çaykovski’nin Rokoko Çeşitlemeleri’ni seslendireceksiniz. Bestecinin müziğiyle ilişkiniz ne düzeyde, bu eser ne kadar zamandır repertuvarınızda, sizin için kişisel bir önemi, anısı var mı?
Rokoko Çeşitlemeleri, benim Natalia Gutman’la çalıştığım son eserdi. Bu eseri ne zaman çalsam aklıma Gutman’a eseri çaldığım son ders gelir. Gutman’ı düşünürüm, beş yılda öğrettikleri aklımın ucundan geçiverir. O kadar yoğun temposunun içinde bana zaman ayırdığı, ondan bir şeyler öğrendiğim için kendimi çok şanslı görüyorum.
KENDİ SÖZLERİYLE BENYAMİN SÖNMEZ’İN YAŞAMÖYKÜSÜ
“Köy düğünlerinde saz çalan babamı izlerken müzisyen olmaya karar verdim” Bremen’de doğdum. Babam müzisyen. 1970’lerde sazını alıp, turist olarak Almanya’ya gitmiş, müzik grubu kurup, düğünlerde çalıyordu. Sekiz yıl sonra annem de Almanya’ya gitmiş. İki kardeşiz. Üç yaşındayken, ailem bizlerin Atatürk’ün çağdaş Türkiye’sinde eğitim alması, bu kültürle büyümesi için geri dönmüş. Çocukluğum Nasreddin Hoca’nın Akşehir’inde geçti. Yaşamı okulda değil, hayatın içinde öğrendim. Otomobillerin arkasına asılıp kenti gezer, Nasreddin Hoca’nın türbesine ziyaretçilerin attığı paraları toplayıp karpuz ziyafeti çekerdik arkadaşlarımla. Çocukluğumdan itibaren para kazanmam gerekti. 9, 10 yaşlarında sokaklarda börek sattım, çıraklık yaptım, evde hazırladığım limonataları otogarlarda sattım, aileme yük olmadan ilkokulu bitirdim. Evimizde her zaman müzik vardı. Babam eline tamburu alır, annem güzel sesiyle şarkı söyler, ağabeyimle kanun ve darbukayla onlara eşlik ederdik. Çocukluğumda oyuncak otomobilim, tabancam olmadı. Oyuncaklarım enstrümanlardı: Kanun, ut, cümbüş, org, darbuka, tambur, saz, ney, gitar… Kanunun üstünde yürür, orgun tuşlarını söker, sazın tellerini koparırdım, Babam varlıklı olmamasına karşın, kırılanın yerine yenisini mutlaka alırdı. Bana müzik sevgisini o aşıladı. Müzik eğitimi almamasına rağmen inanılmaz bir kulağı vardır. Evde viyolonsel çalışırken yayımın üstüne sinek konsa onu fark eder! Çocukluğunda müzik eğitimi almak istemiş. Ancak yaşadığı köy ortamında müzikle uğraşanlara Çingene gözüyle bakılırmış ve çok yadırganırmış. Kavak ağacından kendi sazını yapıp, gizlice çalarmış.
YETENEĞİMİ BABAMIN SAZ ARKADAŞLARI FARK ETTİ
Çocukluğumda babamın küçük bir müzik grubu vardı. Grup Laleli ile köylerde düğünlere gider, beni de yanında götürürdü. Düğün boyunca sahnedeki müzisyenleri imrenerek izler, eve gelince onları taklit etmeye çalışırdım. İşte bende sahneye çıkma hevesi o zamanlar başladı. Bir gün, babamın müzisyen arkadaşlarından biri yeteneğini fark ederek babama ısrarla ağabeyimi konservatuvara göndermesini tavsiye etmiş. Babam önerisine uymuş. Ağabeyim Mehmet Sönmez, Ankara Devlet Konservatuvarı’nı kazanıp, kontrbas bölümüne girdi. Belçika’daki uluslararası yarışmalarda birincilik ödülü aldı, Belçika Kraliyet Orkestrası’nda çaldıktan sonra Türkiye’ye döndü. Şu anda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyesi.
KLASİK DİNLEMEYE ŞOSTAKOVİÇ’İN CAZ SÜİTLERİ’YLE BAŞLADIM
Ağabeyim konservatuvara girdiğinde ben ilkokul öğrencisiydim. Tatillerde eve geldiğinde sürekli müzik dinlerdi. Bir gün dinlediği müzik dikkatimi çekti. Pikapta Şostakoviç’in Caz Süitleri çalıyordu. Eserden çok etkilendim, bütün gün bıkıp usanmadan dinlemeye başladım. İlgimi fark eden ağabeyim beni konservatuvar sınavlarına hazırladı. Açıkçası biraz endişeliydim. Konservatuvara başlamak demek çocukluğumun bitmesi demekti. Bisikletim, mahalledeki arkadaşlarım, annem, babam, her şeyi bırakmak gerekecekti. 13 yaşında Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı sınavlarına girdim, kazanamadım. Sınav jürisi ağabeyime, müzik kulağına sahip olmadığımı, kabiliyetsiz olduğumu söylemiş. Ortaokula devam ettim. Konservatuvara girmeye kararlıydım. Ertesi yıl sınavı kazanıp müzik eğitimime başladım. Hangi enstrümanı çalmak istediğim sorulduğunda, ismini sevdiğim için viyolonsel dedim. Ama ne şeklini ne sesini biliyordum. Parmaklarıma bakıldı, viyolonsel sınıfına girmeme karar verildi. Elimde kazanma belgesiyle yaylı sazlar atölyesine gittim. Çalgımla ilk kez orada karşılaştım. Doğrusu, viyola ya da keman sınıfına gönderilsem de şikâyet etmezdim, amaç müzikle uğraşmaktı, piyango viyolonsele vurdu.
SINAVDA FELAKET ÇALDIM, ERTESİ GÜN YARIŞMA KAZANDIM
Konservatuvardaki ilk yıllarımda üst sınıfların çalıştığı eserleri çalarak herkesi şaşırtırdım. Yeni başlayanlara kötü örnek olmak istemem ama, gam, etüd, egzersiz hiç çalışmazdım. Sabah ellerimi Dvorak ile açıp, günü Elgar ile kapatırdım. Viyolonsel bir tür eğlence aracıydı benim için. En etkilendiğim, Rostropoviç’ti. Schiff, Navarra, Fournier, Casals’ın albümlerini de hayranlıkla dinler, sadece Rostropoviç’i taklit etmeye çalışırdım. 17 yaşına geldiğimde, bir viyolonsel yarışması ilanı gördüm. Programı, okulda öğrendiklerimizden farklı ve çok ağır eserlerden oluşuyordu. Dört ay zamanım vardı. Üstelik yarışmadan bir gün önce önemli bir sınava girmem gerekiyordu. Hocalarım programın farklılığı nedeniyle yarışmaya katılmama karşı çıktı. Sınavı askıya alıp, gizlice yarışmaya hazırlandım. Sınav günü geldi çattı. Fena halde bocaladım, ezber hatası yaptım, pis notalar saçtım etrafa… Rezil bir icraydı kısacası. Ertesi gün Bilkent Üniversitesi’ndeki yarışmaya gittim. Jüride Amerikalı bir viyolonselci ve Gürer Aykal’ın yanında, bir gün önce sınavda felaket icramı dinlemek zorunda kalan komisyonun üyesi Doğan Cangal oturuyordu. Birinci oldum. Bu sayede bir gün önce okulda şöhretine gölge düşürdüğüm hocam Nuray Eşen’e de kendimi affettirdim. Bu ödülden sonra çok daha ciddi çalışmaya başladım.
YURİ BAŞMET SOFRADA CEP TELEFONUNU ÇIKARDI, GUTMAN’I ARADI
Hocalarım okuldaki eğitimin bana yetmediğini söyleyip, imkân bulabilirsem yurtdışına gitmemi öneriyordu. Bunun yollarını ararken, İstanbul’da konser vermem gündeme geldi. Eşlikçi piyanist bulamıyordum bir türlü. Tavsiye üzerine konservatuvar hocalarından Kırgız piyanist Gulmira Tokombeva’ya ulaştım. Yardım etmeyi kabul etti. İlk provada çalışımı çok beğendi. Seni Moskova Konservatuvarı’ndan sınıf arkadaşım, yakın dostum Yuri Başmet’le tanıştıracağım, dedi. Rastlantı olarak, o ay Başmet konser verecekti Ankara’da. Konserinden sonra Gulmira’nın evindeki yemeğe davet edildim. Yemekten sonra Başmet beni dinledi. Çok yeteneklisin, iyi bir hocaya ihtiyacın var, dedi. Hemen orada cep telefonundan Almanya’da hocalık yapan Natalia Gutman’ı aradı. Beni dinlemesi için rica etti. Zorlukla da olsa Gutman bu talebi kabul etti. O kadar heyecanlıydım ki o akşam hayatımın ilk votkasını Yuri Başmet’le içtim. Bu onunla son karşılaşmamız olmayacaktı…
GUTMAN’IN VİYOLONSELİ EŞLİĞİNDE TÜRK MÜZİĞİ ÇALDIM
Hocam Natalia Gutman’ın Moskova’daki evinden dünya “star”ları hiç eksik olmazdı, her ay mutlaka birileri yemeğe gelirdi: Başmet, Tretyakov, Lobanov, Virsaladze, Maisky, Masur, ünlü yazarlar, oyuncular… Sofra başında uzun uzun sohbet edilirdi. Bu güne kadar o evde hangi ünlü müzisyenle tanıştıysam, hepsinde aynı özelliğe rastladım. Hayatları büyük zorluklar içinde geçmişti. Yılbaşı gecelerini mutlaka Gutman Ailesi’yle birlikte kutlardık. Çok keyiflenince bana döner “Haydi Benyamin, bizlere Türk müziği çal” derdi… Bir yılbaşında votkayı fazla kaçırmış olacağım, teklifini kabul ettim. Viyolonselle bir taksim yaptım, bayıldı bu müziğe. O da aldı viyolonselini, tek ses çalmaya başladı. Ben de taksime devam ettim.
ALMANYA’DAKİ KONSERİMDE ORKESTRA EŞLİĞİNDE TAKSİM YAPTIM
Klasik dışında, sıkıcı olmayan her türlü müziği dinlerim. Favorilerim: Ella Fitzgerald, Tony Bennett, Stephan Grapelli, Art Tatum, Lara Fabian, Rozenberg Trio, Laço Tayfa… Klasik Türk Müziği’ni de severek dinler, icra ederim. Özellikle Dede Efendi, Tanburi Cemil Bey’in eserlerini. Almanya’da orkestra eşliğinde verdiğim bir konserde bis’e çağrılmıştım. Orkestranın çaldığı tek ses üzerine taksim geçip, Almanlara hayatlarında belki de ilk defa duydukları bir heyecanı yaşatmıştım.
ESKİ TÜRK FİLMLERİNE BAYILIRIM
Hız hastasıyım, spor otomobilleri severim. Fırsat buldukça spor yaparım, müziğime faydası çok. Eski Türk filmlerine bayılırım. Özellikle Filiz Akın ve Ayhan Işık’ın rol aldığı filmlere. Bu filmlere dalıp, konsere geç kaldığım bile oldu. Mizah dergilerini takip ederim. Al Pacino’nun bir filmini izledikten sonra tangoya merak sardım, ders almak istiyorum. Hobilerimden biri de enstrüman yapımı. Mehmet Yüksel’le mükemmele ulaşmak arzusuyla araştırmalar yapıyoruz. Viyolonsel ve barok viyolonselin dışında, ilk fırsatta viyola da gamba, lut, rebab, yaylı tanbur ve akordeon çalmayı öğrenmek istiyorum.
BENYAMİN SÖNMEZ, USTALARIYLA UNUTAMADIĞI ANEKTODLARINI ANLATIYOR
Yo Yo Ma: Manchester’da tanıştık. Kişiliğine hayran kaldım. Sürekli gülücükler saçıyor, kimseyi kırmıyordu. Bir gece, yıldızı olduğu yemekte, elinde tepsiyle içki dağıtan garsona koşup kapıyı açmasını unutamıyorum.
David Geringas: Mükemmel bir öğretici. Viyolonselin ince, püf noktalarını çok iyi kullanıyor, bunları başarıyla öğretiyor. Ama çok soğuk ve epeyce kendini beğenmiş bir şahsiyet. Mesela beni ilk dinlediğinde, herkesin ortasında “Almanya’da siz Türkler sayesinde hiç aç kalmıyoruz, dönerciler 24 saat açık” demişti. Bu patavatsızlığı beni çok üzmüştü. Böylesine büyük bir müzisyene hiç yakıştıramamıştım.
Anner Bylsma: İnanılmaz bir kişilik. Konserde, birlikte Bach’ın süitlerini çalıyorduk. BBC televizyonu çekim yapıyordu. Viyolonseli yere bırakmamı, dans edip çaldığım süitin melodisini söylememi istedi, bir an afalladım… Sonra söylediğini yaptım. Salonun en ön sırasında oturanlardan biri de Mischa Maisky’ydi. Ölüyordu gülmekten…
Valeri Gergiyev: Hayran olduğum şeflerden biri. Yakın dostları, hocam Gutman ve piyanistim Tokombeva sayesinde tanıştım. Bir konser öncesinde New York Metropolitan Operası’nın kulisinde, onu bekliyorduk. Konsere tam 3 dakika kala salona geldi, frağını giyip, o hızla sahneye çıktı. Hayalim, önümüzdeki yıllarda birlikte bir konser vermek.
Yuri Başmet: Almanya’daki bir konserime Gutman’la birlikte gelmişler. Konser sırasında Başmet, Gutman’ın kulağına eğilip “Nataşa, darılma ama bugüne kadar duyduğum en güzel viyolonsel sesi” demiş. Daha sonra kuliste Başmet’in bana anlattığına göre, Gutman şu cevabı vermiş: “Bu sesi ona ben öğretmedim, zaten içinde vardı…” Başmet, kaderimi değiştiren kişidir.
Serhan Yedig
http://www.andante.com.tr/index.php?page=soylesi_detay&soylesiID=349
Erkin Onay, Gülsin Onay, Benyamin Sönmez
Gülsin Onay
“Bana viyolonsel almasa da, popçusunu benden üstün tutsa da, pasaportuyla vize kuyruklarında da bekletse ülkemden vazgeçmem” BENYAMİN SÖNMEZ
Gencecik bir pırlantamızı, muazzam bir çellisti kaybettik… İnanilmaz bir yetenek, büyük bir sanatçı büyük bir kayıp.. Birlikte Çaykovsky trio çaldık, unutulmaz konserlerdi. Henüz 28 yaşındaydı.. Hepimiz şoktayız.. Acımız büyük.. Allah rahmet eylesin.. Ailesinin, yakınlarının, müzik camiasinin, hepimizin başı sağolsun…
Soner Bülent Bezdüz
Ne kadar bilebildik değerini;
sen yorarken gencecik yüreğini.
Belki bir gazete iki satırla,
verecek gittiğinin haberini,
Ya da eski röportajınla bir dergi!
Videoların kıymete binecek bir süre,
yazacaklar satırlar dolusu yergi.
Rahmet okuyacaklar, dinlemeyenler bile!
… o güzelim müziğini…
Sen çalarken viyolonselin ağlardı,
Sen sustun… sıra bizde şimdi…
Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim
tenise@evetbenim.com
Haber kaynak : Andante Klasik Müzik Dergisi –
http://www.andante.com.tr/index.php?page=soylesi_detay&soylesiID=349
http://www.andante.com.tr/index.php?page=haberdetay&haberID=350
Görseller: Benyamin Sönmez facebook sayfası – Gülsin Onay facebook sayfası
Afiş Görsel: http://www.andante.com.tr/index.php?page=haberdetay&haberID=351