HALİDE EDİP ADIVAR VE YENİ TURAN


          HALİDE  EDİP  ADIVAR  VE  YENİ  TURAN

Tansu Bele

      “Ey sevgili ülke, Yeni Turan! Söyle, sana yol nerede?”
      Meşrutiyet Dönemi’nin ünlü aşk romanları yazarı Halide Edip Adıvar; 1912 yılında yazdığı “Yeni Turan” adlı yapıtına bu satırlarla başlar. “Yeni Turan”, Türk yazınının ilk siyasal/ ideolojik romanıdır. O; ülkenin en çalkantılı, karanlık, çökkün günlerinde dile gelen bir “ilk” Ütopya, bir umutsuz aranışın umuda vuran çığlığıdır. Doğu’dan da Batı’dan da başkaldırı ve işgal yıldırılarıyla ve açılan savaşlarla süren siyasal, toplumsal, ekonomik çözülüşün ve dağılışın eşiğindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun; 1. Dünya Savaşı’na girerken bağrından kopan var olma haykırışının dile gelişidir. İmparatorluğun, batan bir güneş gibi yok olup gidişinin ardından, “ülke” denilen kargaşalı “cangıl”ın üzerine çöken karanlığın içinde kendilerini ufkun kızıllığına fırlatan kuşlar gibi çırpınan aydınların seslenişlerini duyuran bir yapıttır “Yeni Turan”.
     Adını, “Panturanizm” gibi yayılmacılık, ırkçılık kokan, Ziya Gökalp’çi bir ideolojiden alsa da, “Yeni Turan”, yıkıntının içinden yükselecek yeni yapıyı, Anadolu’da ışık verecek “Yeni Türkiye”yi anlatır. Yeni Türkiye’nin, cangılın karanlığına adımını attığını muştular.
      “Yeni Turan”ın yazarı Halide Edip; bu yapıtında Yeni Türkiye’nin siyasal geleceğini, 1930’lu yıllarını tasarlar ve o gün için yepyeni bir devlet önerisi sayılabilecek “adem-i merkeziyet (federasyon)” biçimini savunur. Bu “Amerikan modeli”, döneminde de sonrasında da, bizde de dünyada da çok tartışılacak, eleştirilecek bir ülküdür. Kurtuluş Savaşı sonrası kurulacak “üniter” Türkiye Cumhuriyeti anlayışıyla taban tabana zıttır. Hiçbir zaman gerçekleşemeyecek bir düştür. Dahası İngiliz eğitimi almış, Amerikan Koleji’nde okumuş, liberal görüşlü, Amerika’nın özgürlükçü demokrasi anlayışından yana, federatif devlet görüşünü de (Ziya Gökalp’in de katıldığı biçimiyle ve ona dayanarak) Amerikancı bir düşünceyle savunan, giderek Kurtuluş Savaşı öncesinde Amerikan desteğini isteyecek ölçüde ileri giden, “ilk kadın yazarlarımızdan” Halide Edip’in de dediği gibi gerçekdışı bir ütopyadan öte hiçbir anlam taşımaz. Buna karşın “Türklük” bilincinin yapıtta büyük bir dirençle vurgulanarak öne çıkarılışı, “Türk” olmanın ırk anlamında değil, gelenek, görenek, dil, din kapsamında kültürel birlik anlayışı olduğunu açıklaması, romanı (bugün de) çok önemli ve güncel kılar.
      Halide Edip; Kurtuluş Savaşı öncesi İzmir ve İstanbul’un işgali sırasında Fatih, Üsküdar, Haydarpaşa ve Sultanahmet’te düzenlenen mitinglere kadın konuşmacı olarak katılır ve Türklük bilincini büyük bir dirençle savunur. O artık “Türklerin Anası” sayılmaktadır. Gerek döneminin tek kadın yazarı olması gerekse siyasal konularla ilgili yapıtlar veren bir kadın yazar olması açısından Halide Edip’in ülkemizde de yazınımızda da yeri çok önemlidir.
      Türk Ocağı’nın düzenlediği bu mitinglerden sonra İngilizler onun için idam kararı çıkarırlar. Eşi Dr. Adnan Adıvar’la birlikte, Atatürk’ün çağrısına uyarak Anadolu’ya geçer. At sırtında zorlu bir yolculuk yapar. İlk kentli, eğitimli Türk kadını olarak orduya, yurt savunmasına katılır. O; daha sonra Kurtuluş Savaşı boyunca gazetecilik yapacak, savaş bilgilerini iç ve dış basına iletecek ve savaşa katılacaktır. Ona “onbaşı” sanı verilecektir. Değerli eşi Dr. Adnan Bey de, Ankara’daki  TBMM’nin kurucularından ve 2. başkan olarak Atatürk’ün sağ kolu olacaktır.
       Halide Edip’le eşi,  savaş ve kurtuluş sonrası, kuruluş döneminde kurdukları  “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (partisi)” dolayısıyla Atatürk’le anlaşmazlığa düşecekler, yurttan ayrılacaklardır (1924). Çünkü görüşleri; Atatürk’ün totaliter (bütüncül/ tümcül) buldukları “üniter devlet biçimi”ne de, bu devleti yönetim biçimine de, onun “hızlı sosyal devrim” anlayışına da ters düşmektedir. Ayrıca Halide Edip, Amerikan mandacılığıyla suçlanmaktadır. Buna karşın o, Atatürk’e sevgi, saygı ve bağlılığını, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’ne inancını hiç yitirmeyecektir. Uzun süre yaşadığı, profesör olduğu dış ülkelerde “Türk olmanın” onurunu ve yüceliğini her zaman savunacaktır. O her zaman; toplumun ona verdiği “Türklerin Anası”, “Halide Onbaşı” sanlarıyla övünç duyacaktır. Devrimleri kültürel, düşüncel açıdan eleştirse de Türklük için çalışıp üretmekten caymayacaktır. Atatürk’ün ölümünden sonra (1938) eşiyle birlikte ülkeye dönecek, profesör olarak kitaplarını yazmayı sürdürecektir. Onun, Kurtuluş Savaşı’nı en anlamlı biçimde anlatan romanları “Ateşten Gömlek”, “Vurun Kahpeye”, Türk’ün adını, kimliğini dünyaya kanıtlayışı adına hiç unutulmayacak başyapıtlar olarak tarihimizdeki yerini alacaktır.
      Halide Edip; bugün Amerika, Avrupa zengin ülkelerinde kendilerini beğendirebilmek, tanıtabilmek uğruna dilini bozarak, kimliğini yadsıyarak, ülkesini pazarlayarak Türklük bilincine de Türk birliğine de Türkiye Cumhuriyeti’ne de yabancı bir “batılı ülke kişisi” olmayı hüner sayan kimi vatandaşlarımıza da, aydınlarımıza da, okumuşlarımıza da, siyasa adamlarımıza da, kentli (burjuva) özentili insanlarımıza da tam deyimiyle “ÖRNEK” olacak bir aydınımız, düşün- kadınımızdır. Türk kadınının onurunu, haklarını savunmasıyla, Türklük bilincini, ulusal kimlik olarak yüceltmesiyle, gerek kadın gerekse erkek olarak “Çağdaş Türklerin Halide Edip’ten öğrenecekleri çok şeyler var: Bugün artık, “Ey sevgili ülke, Yeni Turan! Söyle, sana yol nerede?” diye sormayı biz “Çağdaş Türkler”, saçma ya da gülünç buluyorsak, dahası bu ülküyü, “kafatasçı Türkler”in, “dinci Türkler”in ve “aymaz/ aldırmaz kentli pazarlamacı Türkler”in ellerine yüzler
ine bulaştırmalarına bırakıyorsak, söyleyin suç kimde?

Tansu Bele
Aralık 2006         

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir