Halkların ayaklanması, ayakların halklaşması…

Tevfik Yalçın
26 Şubat 2011 Ziverbey İstanbul
Teşekkür:  Atatürk! Senin değerin, her geçen gün dünya ulusları tarafından daha iyi anlaşılıyor…“Benim en büyük eserim: Türkiye Cumhuriyeti’dir”  sözlerinin anlamını; içimin en derin köşelerinde büyük bir güç olarak duyuyorum.  Sana sonsuz teşekkürler!…

Konu Arap devletlerindeki halkların ayaklanması… Ancak bu konuya siyasi yönden bugün için bakabilmek, öngörüde bulunmak siyaset bilimcilerinin ve siyasilerin bile öyle kolay yapabileceği bir şey değildir. Değerlendirmeler; “gidecek ve gelecekler” üzerine bir yazı-tura yaklaşımından öte geçemez.  Elbet bu konuda referansını sosyolojinin temel kurallarına değil de dine dayandıran halkların ilericilik adına dünyaya ve kendi toplumlarına örnek olma adına ne bir söz, ne bir çare, ne de bir sistem sunuşları olamaz.
Bize göre sosyolojide toplumsal hareketlerin sonuçları; matematikteki mutlak değerlere göre sonuç vermez, hesaplanamaz. Hesaplayanlar için de acı sonuçlar verir.  Örneklemek gerekirse: Bir yerde bin beş yüz gösterici varsa ve onun karşısında yüz elli kişilik devlet gücü bu eylemi engelleyecekse; eylemci sayısının;   devlet gücüne oranı olan; on eylemciye bir devlet gücü vardır sonucu; mutlak değer olarak eylemcilerin mücadeleyi kazanacağını belirlemez.  Çok sık rastladığımız siyasi parti birleşmelerinde de aldıkları oy oranlarının matematiksel olarak toplamı: iktidara giden yolda kesin bir sonuç oluşturmaz.  Parlamenter ve çok partili siyasi rejimlerde aldığınız oy oranının diğer partilerden daha çok olması sizi iktidar yapar ama burada dikkat edilmesi ve önemle üzerinde durulması gereken; muhalefetteki partilerin oylarının toplamının, iktidardaki partinin oylarından daha çok olması gerektiğidir. İşte bu noktada demokrasi aradığı kanı bulur ve yaşamaya devam eder.  Bu kuralın dışında oluşan aşırı çoğunluğa dayanan iktidarlar için baskı rejimine yönelmek, demokrasi dışında uydurma ve lidere bağlı rejim dayatmaları uzun süreli olmaz,  kalıcı olmaz. Diktatörler, sultanlar, faşist liderler bunun için yıkılırlar, ülkelerinden bir daha dönmemek üzere uzaklaştırılırlar. Uzaklaştırılırlar da sonra ne olur?
Halkların ayaklanması baskı rejimlerinde görülen bir şeydir. Tarihin her döneminde toplumsal bir isteğe dayanan bu ayaklanmalar görülebilir. Bu ayaklanmalar bir sürece dayanır. Bu süreç kısadır. Uzaması durumunda; her büyük heyecanın arkasından büyük ve şiddetli doğal açlık. mide kazıntısı başlayacağından; uzun süreli olamaz. Bu ayaklanmaların devam etmesi; yerini kargaşaya, toplumsal acılara bin bir güçlükle yetiştirdiği kadrolarının kıyımına, o toplumun yok olmasına kadar gider.  Halk ayaklanmalarının bir plan, bir yönetim kadrosuna ve ilkeler birliğine dayanmaması durumunda; o bir devrim, ihtilal, yeni bir başlangıç ve ileri bir eylem olarak sayılamaz.
Ayakların halklaşması konusu da bir süreçtir ama kısa bir süreç değildir. Burada birçok toplum kısa süredeki küçük çıkarları için; uzun vadedeki büyük çıkarlarından vazgeçer, onları yok eder…  Yönetimlerden istenmesi gereken haklar; onlara sadaka, olmayan bir şeyi var etmek, uzak hedeflerin bilimsel gerçeklere dayanmadan yakınlaştırılması ve boş hayaller olarak sunulur.  Başka bir deyişle Ayakların halklaşması uzun bir süreç olmasıyla birlikte bir ekinç (kültür) konusudur.  Bunu tarih disipliniyle karıştırmamak gerekir. Tarih için belirleyici; o konuya ilişkin belge sayısının çokluğu, yansız bir bilim insanı gereksinimi vardır. Burada bildiklerinizin, bilmediklerinizden az olması; önyargılara, yanlı olmaya ve o dönemin yandaşı olmaya götürür. Bir de yaşam biçiminizi bu bilgilere dayandırırsanız; “yandı gülüm keten helva…” sonucu kaçınılmazdır. Albert Einstein’ın söylemiyle: “Bir önyargıyı düzeltmek; atomu parçalamaktan daha zordur.”
Burada; Arap Halklarının dünyanın ekinç adına ortak çabasına; görsel sanatlarına, heykel sanatına, müzik, sahne sanatlarına, edebiyat, şiir mimari ve diğer sanatlarına katkıları bugün için nedir? Başka bir deyişle; sanat adına, yüksek duygu, yüksek düşünce ve sanatsal yaratıcılık katkıları nedir? Şimdi şu anda kaç Libyalı ressam, heykelci, felsefeci,  sayabilirsiniz? Bilinen dünya çapında örnekler; Mısırlı  “Necib Mahfuz (11 Aralık 1911 – 30 Ağustos 2006), 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mısırlı yazardır. Nobel ödülü kazanan ilk Müslüman ve tek Arap yazardır. “Ortadoğu’nun Balzac’ı” olarak tanınır. Şirin Ebâdî;  Nobel Barış Ödülü alan ilk İranlı ve ilk Müslüman kadın olmuştur. Kaldı ki bu barış ödülü olarak verilen çoğu ödül; tartışmalıdır, inandırıcı değildir, özellikle devlet başkanlarına verilen ödülleri. 
Bülent Ecevit’in söylediği: “Demokrasi adına; Arap topraklarında bir yaprak bile kıpırdamıyor…” sözleri bugün için de doğruluk açısından güncelliğini korumaktadır.  Demokrasi; öyle yolda yürürken kendiliğinden yerde bulunan bir şey değildir. Kimse kimseye demokrasiyi bağışlamaz. Halklar demokrasiyi istemiyorlarsa, bu konuda uğraş vermiyorlarsa;  dayandıkları maddi zenginlik ne olursa olsun geçicidir, bir gün o zenginlik o halkı yöneten yöneticiler tarafından çarçur edilecek ve bitecektir.  Demokrasi; onu yaşatacak kadroları, yetişmiş insan gücünü ve özgür beyinleri ister.   Bunlar yoksa halklar ne denli ayaklanırsa ayaklansın; kısa süre sonra zorla oturtulacaktır.
Halkların ayaklanmasında; diyebiliriz ki artık ayılar armut ağacını sallıyorlar…  Gelinen noktada dünyanın kıt olanaklarının paylaşımı daha güçlü çekişmelere neden olmaktadır. Bu ayılar; geçmişte armut ağacından yere düşenleri zahmetsiz toplayıp mideye indirirken; şimdi ağacın altında bir şey bulamayınca ağacı sallayıp, istediklerini alacaklardır. Bu işin bir üst aşaması; bu ayıların armut ağacına çıkmalarıdır. Görünen o ki bu ayılar armut ağacına çıkmaya istekli ve hazırlar.
Çok isterdim şu anda bir Libyalı şairle evimde bir bardak  çay içmeyi… Kızlarımın resim koleksiyonunu ve benim resimlerimi göstermeyi,  onunla sanat tartışmayı…  Çok isterdim, çoook!..  Yok! Yapamam… Ne zamana kadar? Bilemiyorum, ne zamana kadar… Yine de kimse O ressam, şair; Libyalı, Arap kardeşlerimin benden bir bardak çay alacağı olsun ben beklerim. Yeter ki gelirken bana bir demokrasi getirsin; ülkesinde olmasa da beyninde…
Bu son olaylarda değinmeden geçemeyeceğimiz önemli bir konu “medya” ve onun şaşkınlığı!? Neyin iyi, neyin kötü olduğuna bir türlü karar veremeyişleri… Bunun nedenini olayların hızlı gelişiminde aramak çok yanıltıcı olur. Konuları kaşımada, başını kuma gömmede, hazıra “hop” diye konmada ustalaşan medyamızın; bize sunduklarını bir mizah programı gibi izletmeleri etimizi acıtsa da yapacak bir şey yok. Yapacak bir şey yok da söylenecek şey çok… Bizim medyamızın çok kötü bir organizma yapısı var. Bu organizma; omurgasızlığa dayanıyor.  Bu ne demek? Bu şu demek:  Omurgasızlardan bir dik duruş bekleyemezsiniz. Onların dik duruşu; yapıştıkları ve tırmandıkları şeylere bağlıdır. Bir tırtıl, bir kırkayak, bir solucan gibi… Organizma yapıları böyle olunca da; her konuda bir fikirleri vardır, her konuyu aslanlar gibi tartışırlar ve ayrıcalıklı yaşamlarına devam eder, kavanoz benzeri binalardan dış dünyayı anlatırlar… Hepsi mi böyle? Hepsi değilse de tepsideki böreğin büyük bölümünün altı yanmış durumda…
Dilek:  Bu Arap dünyasında demokrasinin tüm renklerinin pırıl pırıl yansıması ve halkların gerçek özgürlüğe ulaşmaları. Tüm bu kargaşanın sona ermesi, insanların yarınlarına umutla bakmaları en büyük dileğimdir.
İstek:  Ülkemin insanlarının, devletimi yönetenlerin bu olaylar karşısında; bu halklara yardımcı olmaları ve bu olaylardan gereken sonucu çıkarıp; yeni politikalar belirleyip, önlemler almaları. Müslümanlar için bu tür baskıcı, monarşik, faşist yönetimlerle yönetilmelerinin neredeyse bir kader olduğunun yanıtının aranması ve dış politikalarımızda bu yönde adımlar atılmasının sağlanması… Bir İran atasözünün belirttiği gibi  “bir elinin parmaklarıyla karşındakini gösterirken; diğer parmaklarının seni gösterdiğini unutma”  sözünün anlamını anlamaya çalışılması…
Teşekkür:  Atatürk! Senin değerin, her geçen gün dünya ulusları tarafından daha iyi anlaşılıyor…“Benim en büyük eserim: Türkiye Cumhuriyeti’dir”  sözlerinin anlamını; içimin en derin köşelerinde büyük bir güç olarak duyuyorum.  Sana sonsuz teşekkürler!…

 Tevfik Yalçın
26 Şubat 2011 Ziverbey İstanbul

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir