İNSANA SAYGILI BİR YAZAR: ORHAN KEMAL/ Tansu Bele yazıyor

Tansu Bele: İNSANA SAYGILI BİR YAZAR: ORHAN KEMAL
Küçük, sıradan insanların büyük yazarı Orhan Kemal  (d.15 Eylül Adana 1914, ö.2 Haziran Sofya 1970)  varoş edebiyatımızın öncülerindendir. O; köyden kente göçüp evsiz barksız, zor durumda kalmış, işsiz, yoksul ya da emeğiyle geçinmeye çalışan insanların yaşam öykülerini  bütün yalınlığıyla edebiyatımıza kazandırmış ve onları “kahraman”laştırmıştır.  Dahası Orhan Kemal’in yapıtları toplumun tüm kesimlerine tutulan bir ayna gibidir: Romanları Çukurovalı ırgatların, zanaatçıların, büyük toprak sahipleri ile tarım işçileri arasındaki sorunlu ilişkilerin, mirasyedilerin ve küçük memurların, ırgatbaşıların ve ustabaşıların, sıtma ve trahom hastalığına yakalanmış küçücük çocukların, artist olma özentisi içindeki genç kızların, fabrika işçilerinin ve işçi çocukların, kenar mahalle insanlarının geniş bir panoramasından oluşur. O;  yapıtlarında (Gurbet Kuşları, Sokakların Çocuğu, Çamaşırcı Kızı, El Kızı, Yalancı Dünya, Bir Filiz vardı, Sokaklardan Bir Kız vb.) açlık, aşk gibi nedenlerle kötü yola düşen kadın ve kızları, toplumsal çelişkilerin acıklı-gülünç yanlarını, insanın sabır, merhamet gibi erdemlerini olduğu kadar kötülük ve bencilliğini, gücünü ve zayıflığını, dayanışma ve sevme yeteneğini işler.
 
Toplumcu gerçekçi edebiyatımızın bu ölümsüz ismi; kendi sözleriyle  “İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilmesi adına sanat” yapsa da, edebiyatın çok işlevliliğini hiçbir zaman göz ardı etmemiştir. Kente göçenlerin edebiyatının başlangıcı sayılabilecek yapıtlarında keder kadar neşe ve umut da vardır(Bereketli Topraklar Üzerinde). Sevgi ve saygı, tüm yalnızlıkların panzehiri gibidir. Trajik öykülerin yanı sıra komik yapıtlar da üretmiştir (Tersine Dünya).Bekçi Murtaza yapıtında olduğu gibi hicvi kullanmakta sakınca görmez. Bir diyalog ustasıdır; konuşmaları ve tiplemelerini doğrudan toplumun dilinden alır. Ayrıca karakterlerini “insancı/ hümanist” bir bakışaçısıyla oluşturur: Örneğin “Devlet Kuşu”nun baş kişisi Avare Mustafa, sevdiği kıza verdiği sözü tutamadığı için acı çeker, bunu namus borcu bilir. Bir başka değerli yapıtı olan Bekçi Murtaza’nın başkişisi, kendisini toplumuna karşı borçlu sayan “devletin küçük bir memurcuğu”dur. Belki de devletin temsilcisi “bürokrat” tipinin ya da bizzat 
devletin dürüst, ideal temsilcisidir. Bekçi Murtaza;  toplumun ahlâk duygularının ve bozulmamış vicdanının savunucusu olan yönetici kişiliğini temsil eder. 
 
Orhan Kemal yapıtlarında, toplumdaki iyilik ve kötülüklerin çatışmasını etik bir görüşle işleyerek yorumlamıştır.  Onun için iç çatışkılarını toplumsal yaşama yansıtan insan vardır.  Tarık Dursun’un da dediği gibi; Orhan Kemal “bir bakıma yığınların, kalabalıkların hikâyecisidir. Her şey, hikâyelerine kaynaklık edecek tüm öğeler ona bu yığınlardan sağlanmıştır. O, hikâyelerini yaşar, yaşamıştır da.” Otobiyografik nitelikli ilk romanlarıyla birlikte 25 roman, 11 hikâye, 1 anı, 1 günlük şiirin yanı sıra 2 oyun, mektuplar, Senaryo Tekniği, sayısız senaryolar, tamamlanmamış eserler-düzyazılar, röportajlar  olmak üzere 44 kitabı olan yazar; “dili işlerken, kişilerin seçip aldığı, yığınların kullandığı dili kullanır. Orhan Kemal’in dili, İstanbul şivesine dayanan yazı dilinin de giderek değiştiğini kanıtlar ayrıca. Öbür kuşak yazarları gibi İstanbul şivesini Anadolu şivelerine götürmeye değil, dışarıdan aldığı öğeleri İstanbul şivesine uydurmaya çalışmıştır.” (Tarık Dursun)
 
Gerçek adı Mehmet Raşit Öğütçü olan, ilk öykülerini “Bacaksız Orhan” adıyla yayımlayan yazar, babası 1931’de siyasal nedenlerle Suriye’ye yerleşince, okulu bırakır. Suriye’de bulaşıkçılık, matbaa işçiliği yapar ve Adana’ya dönünce de çırçır fabrikalarında işçi, amele ve hamal olarak çalışır.  1938’de  Niğde’de askerlik yaparken “Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak”, “yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana teşvik” suçlarından komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 5 yıl hapis cezası alır ve  Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanışır (1940). Ondan Fransızca, felsefe ve siyaset dersleri alır. Daha sonra İstanbul’a yerleşir, yapıtlarını sıralamaya koyulur. Sait Faik Hikâye armağanını (1958)  kazanır. “Hücre çalışması ve komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle tutuklanır. 1966’da özgür kaldıktan sonra  Ankara Sanatseverler Derneği’nce  en iyi oyun yazarı seçilir(1967). 2. Kez Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, “Önce Ekmek” yapıtıyla alır (1969) ve Türk Dil Kurumu ödülünü kazanır.
 
Yapıtları oyunlaştırılır (72. Koğuş vb.) ve filme alınır. Yazarın ilk oynana oyunu; “Devlet Kuşu”ndan alıntıladığı “İspinozlar” sakıncalı görülüp kaldırılır (1964), daha sonra “Yalova Kaymakamı” adıyla yeniden sahnelenir (Ulvi Uraz Tiy. 1968), oyunda Orhan Kemal de küçük bir rol alır. Oyun, “Avare Mustafa” adıyla filme de çekilmiştir (Memduh Ün-1961). Başka yapıtları da film yapılır.   Yapıtları ülke sınırlarının ötesine çıkan, Sovyetler’de, Azerbaycan’da, Ukrayna’da, Gürcistan’da, Polonya’da, Çekoslovakya’da, Bulgaristan’da, Almanya’da  yayımlanan ve okunan Orhan Kemal’in anısını yaşatmak amacıyla ailesi tarafından İstanbul/ Beyoğlu’nda bir müze kurulmuştur ve  her yıl Roman Yarışması düzenlenmektedir.  1970 yılında aramızdan ayrılan bu dev yazarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
TANSU BELE / 10 Eylül 2014

Orhan Kemal'in Yaşamı
15.09.1914 – 02.06.190
Roman ve öyküleriyle çağdaş Türk edebiyatında özgün bir yeri olan Orhan Kemal, toplumsal yaşamımızın değişim dönemlerini gerçekçi bir biçimde yapıtlarında dile getirmiştir. Aydınlık gerçekçi bakışıyla   insan-toplum ilişkilerini ustalıkla yansıtmıştır. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası, 1920-1923 döneminde birinci B.M.M.’de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920’de Vekiller Heyeti’nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930’da Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kuran Abdülkadir Kemali Bey’dir. Orhan Kemal’in o günlere ait izlenimleri Baba Evi’nde söyle yer alır: “Ama ben babamı asıl ‘fırka’ mücadelelerinde tanıdım. Yine böyle günlerdi… Nutuk söyleyenleri niçin alkışladıklarını çok defa bilmeyen sokaklar dolusu insanın kinle, küfür şimşekleriyle yüklü kalabalığı. Kalabalık, kalabalık, hep kalabalık. Aynı parkelere basan iskarpinli, çarıklı veya yalınayakların mahşeri hatırlatan, insanı coşturan müthiş kalabalığı.
 
Dar bir sokakta, karşılıklı iki konak hatırlıyorum. Becerikli ilkokul öğrencilerinin yaptıkları mukavva konakları hatırlatan bu cumbalı, kafesli, çıkıntılı, tahta saçakları dantela gibi işlemeli konaklardan birisi bizim. Burası aynı zamanda babamın ‘Fırka’ binasıydı. Alt kat ağır, beyaz taşlarla döşeliydi. Ben bu alt kattan çok korkardım.”
 
Partisinin kapatılması üzerine 1931’de Suriye’ye kaçan babasının yanına ailece gidince, orta son sınıftaki öğrenimini yarım bıraktı. Ailece Beyrut’tadırlar: “Beyrut’ta Fıstıklı tarafında oturuyorduk. Lübnan teb’ası olmadığımız için, babama avukatlık yaptırmıyorlardı. Babam da annemin bileziklerini bozdurdu, on altın lira sermayeyle, Burç Meydanına çıkan aralıklardan birisinde, yüksek bir apartmanın altında, küçük bir lokanta açtı. Babam lokantaya pek uğramazdı. Yemekleri Süreyya adında bir Türk mültecisi pişirir, Niyazi’yle ben de lokantanın garsonluğuyla bulaşıkçılığını yapardık. On yedi yaşındaydım ve hayatımın bu tarzından çok memnundum. Memleket, futbol, Cin Memet ve ötekiler silinmişti. Ortalık yeni yeni ağarmaya başlarken, Niyazi’yle birlikte evden çıkardık. O saatte Beyrut’un yeşil tramvayları bile seyrek işlerdi. Yalnız işçiler, o, dünyanın her tarafında, herkesten az uyuyan, kadınlı erkekli çoluklu çocuklu kalabalık, onlar kümeler halinde ve yollarda olurlardı. Aralarına katılırdık… Tıpkı onlar gibi, ceketlerimiz omuzlarımızda, onların bastıkları parkelere basmak gururu içinde, iş-güç sahibi insanlardık.”
 
Daha sonra burada bir basımevine işçi olarak girdi: “Vazifem, kağıt kesme makinesinde kol çevirmekti. Vişne çürüğü fesini daima sol kaşına doğru yıkan ustamsa, zayıf, uzun boylu, dehşetli şakacıydı. Herkese takılır, sık sık kahkahalar atardı. (…) Herkesten evvel işbaşı yapıyor, makinenin bir kenarına ilişiyor, evden getirdiğim esmer somunumu birkaç zeytinle yiyordum. Çok geçmeden öteki işçilerle mürettipler de geliyorlardı ve derhal iş başlıyordu.” Bir yıl kadar Suriye ve Lübnan’da kaldı. 1932’de Türkiye’ye dönünce, Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı. 5 Mayıs 1937’de evlendi. Nisan 1938’de kızı Yıldız doğdu. Aynı günlerde Niğde’de askerlik görevine başladı. Burada, “yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik” suçundan yargılanarak, 27 Ocak 1939’da beş yıla hüküm giydi Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı. O tanışma anını anılarında şöyle dile getirir, Orhan Kemal: “Müdürün oda kapısında çevik bir gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi kesmiş, gözlerimi kısmışım..Bir heykel sükunu içinde, azametli bir mermer heykel bekliyorum… Bir an yüzyüze geliyoruz, sonra gözgöze..Mavi mavi gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor..Temiz, taze, sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın, bekledi. Galiba ne yapması lazım geldiğini ölçtü, yahut tanış bir yüz arandı..Sonra gözüne Necati ilişti herhalde, ona doğru yürümeğe hazırlanırken, Necati ona koştu ve beni tanıttı.El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikar bir tarzda ciddileşmeye çalışarak: -Ben Nazım Hikmet! Dedi.”
 
Bu tanışma, onun sanat yaşamının belirginleşmesinde bir dönüm noktası oldu: “Benimle inceden inceye uğraşıyordu. O kadar ki, ‘yarı aydın’lığımdan, yahut ‘küçük burjuva’lığımdan gelen ‘vıdıvıdıcı’ tabiatımla, birtakım huy ve telakkilerime varana kadar her şeyimle..”26 Eylül 1943’te tahliye olunca Adana’ya döndü. Karataş’ta toprak taşıma işinde bir ay amelelik yaptı. 14 Nisan 1944’te Devlet Demiryolları’nda “muvakkat hamal” olarak çalıştı. Aynı yılın haziranın da Güzel İzmir Nakliyat Ambarı’nda iş buldu. Bir sure sonra bu işden de çıkarıldı. 13 Temmuz 1944’te oğlu Nazım doğdu.                                                                                                                          

1945 yılı yazında Kilis’e giderek, kalan 35 günlük askerlik görevini tamamladı. Çorum’a sürgüne gönderildi.  Babasının, dönemin başbakanı Recep Peker’e telgraf çekmesi üzerine, 26 Ekim 1946’da bırakıldı. Adana’ya dönünce sebze nakliyeciliği, Verem Savaş Derneği’nde katiplik yaptı. Bir süre sonra işsiz kaldı. Aralık 1949`da 3. çocuğu Kemali doğdu. 17 Nisan 1951’de ailece İstanbul’a yerleşti. Bu göç serüvenini kendisi şöyle anlatmaktadır: “…Adeta itiliyordum İstanbul’a…Yazı işlerine baktığım, bu sayede kıt kanaat geçinmeye çalıştığım çeşitli derneklerdeki işlerime de şıp diye son verilmişti, iktidara yeni geçen Demokrat Parti’liler tarafından.. Sebep politik miydi:.. Yoksa benden açılacak yer ya da yerlere kendi partililerini mi
kayıracaklardı bilmiyorum.. Verem Savaş Derneği, Bağ ve Bahçeler derneği, bir de o zaman ki adıyla Etibba Odası’ndan aldığım paraların toplamı, vergiler çıktıktan sonra ya 160 ya da 180 liraydı..Bu paradan da olmuştum..Bir de beni bir türlü İstanbul’a salıvermek istemeyen babam ölmüştü.” İstanbul’da geçimini yazarlıkla sağladı. Kasım 1957 de 4.çocuğu Işık doğdu. 7 Mart 1966’da bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte tutuklandı. “Hücre çalışması ve komünizm propagandası’ yaptıkları gerekçesiyle tevkif edilerek Sultanahmet Cezaevi’ne gönderildi. 7 Nisan’da Türk Edebiyatçılar Birliği, Gen-Ar Tiyatrosu’nda 30. sanat yılı nedeniyle bir jubile düzenledi. Toplantıda Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James Baldwin birer konuşma yaptı. Bilirkişice verilen; “suç teşkil eden bir cihet bulunmadığı hususunda”ki rapor üzerine 13 Nisan 1966’de serbest bırakıldı. 17 Temmuz 1968’de bu davadan beraat etti. Bulgar Yazarlar Birliği’nin çağırısı üzerine gittiği Sofya’da, tedavi edilmekte olduğu hastanede 2 Haziran 1970’te öldü.

 
Edebi Yaşamı
Yazın yaşamına askerdeyken şiirle başladı. İlk şiirleri Raşit Kemali imzasıyla “Yedigün” ve “Yeni Mecmua”da  çıktı. Bunları, hapisteyken “Yeni Ses”, “Ses”, “Yürüyüş” dergilerinde yayımladıkları izledi. Nazım Hikmet’in etkisiyle düzyazıya yöneldi. İlk düzyazısı, Baba Evi romanının bir bölümü olan “Balık” 1940’ta “Yeni Edebiyat” gazetesinde yayımlandı. İlk öykülerini ise Raşit Kemali ve Orhan Raşit imzalarıyla yine aynı gazetede yayımladı. Bunları, 1942’de ve 1943’lerde, Orhan Kemal imzasıyla “Yürüyüş” ve “İkdam” gazeteleri ile “Yurt ve Dünya” dergisinde çıkan öyküleri izledi. Bu yıllarda şiirlerini de yayımlamakla birlikte, asıl çalışmalarını öyküye yöneltti. Öyküleri “Varlık”, “Gün”, “Yığın”, “Seçilmiş Hikayeler”, “Yaprak”, “Yeni Başdan”, “Yeditepe”, “Beraber” gibi dergilerde yayımlanırken; birçok romanı da “Vatan”, “Dünya”, “Ulus”, “Son Havadis” ve “Cumhuriyet” gazetelerinde tefrika edildi.
 
Kardeş Payı ile 1958, Önce Ekmek’ le de 1969 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı; yine Önce Ekmek kitabıyla 1969 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü kazandıÖykü ve romanlarının yanı sıra film senaryoları yazdı. 72. Koğuş, Murtaza, Eskici Dükkanı, Kardeş Payı adlı yapıtlarını oyunlaştırdı. İspinozlar oyununu yazdı. Bu oyunları çeşitli tiyatrolar tarafından sahnelendi. 72. Koğuş oyunuyla 1967’de Ankara Sanat Severler Derneği’nce en iyi oyun yazarı seçildi.
 
İlki 1972’de verilen (Yılmaz Güney , Boynu Bükük Öldüler ), her yıl yazarın ölüm yıldönümünde verilmek üzere, konulan “Orhan Kemal Roman Armağanı” ailesi tarafından düzenlendi.
 
Yapıtları
Öykü: Ekmek Kavgası, 1949; Sarhoşlar, 1951; Çamaşırcının kızı, 1952; 72.Koğuş, 1954; Grev, 1954; Arka Sokak, 1956; Kardeş Payı, 1957; Babil Kulesi, 1957; Dünyada Harp Vardı, 1963; Mahalle Kavgası, 1963; İşsiz, 1966; Önce Ekmek, 1968; Küçükler ve Büyükler, (ö.s.), 1971. Ayrıca öykülerinden yapılan derlemeler Bilgi Yayınevi’nce dört cilt olarak yayınlandı: I. Yağmur Yüklü Bulutlar, 1974; II. Kırmızı Küpeler, 1974; III. Oyuncu Kadın, 1975; IV. Serseri Milyoner/İki Damla Gözyaşı, 1976. Arslan Tomson, (ö.s.), 1976; İnci’nin Maceraları, (ö.s.), 1979.
Roman: Baba Evi, 1949; Avare Yıllar, 1950; Murtaza, 1952; Cemile, 1952; Bereketli Topraklar Üzerinde,  1954; Suçlu, 1957; Devlet kuşu, 1958; Vukuat Var, 1958; Gavurun kızı, 1959; Küçücük, 1960; Dünya Evi, 1960; El Kızı, 1960; Hanımın Çiftliği, 1961; Eskici ve Oğulları, 1962 ( Eskici Dükkanı adıyla 1970); Gurbet Kuşları, 1962; Sokakların Çocuğu, 1963; Kanlı Topraklar, 1963; Bir Filiz Vardı, 1965; Müfettişler Müfettişi, 1966; Yalancı Dünya, 1966; Evlerden Biri, 1966; Arkadaş Islıkları, 1968; Sokaklardan Bir Kız, 1968; Üç Kağıtçı, 1969; Kötü Yol, 1969; Kaçak, (ö.s.) 1970; Tersine Dünya, (ö.s.) 1986.
Oyun: İspinozlar, 1965; 72. Koğuş, 1967. Anı: Nazım Hikmet’le Üç buçuk Yıl, 1965. İnceleme: Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar, 1963. Röportaj: İstanbul’dan Çizgiler, (ö.s.) 1971.
Alıntı: http://www.orhankemal.org/images/thumbs/


Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim

tenise@evetbenim.com
İçerik: Tansu Bele
Görseller: http://www.orhankemal.org/images/thumbs/
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir