Makinalaşmak
Tansu Bele
19.yüzyıl filozofu Kierkegaard der ki: "Hayat yalnızca geriye bakarak anlaşılabilir. Ama ne yazık ki yalnızca İleriye doğru yaşanabilir."
21.yüzyılın eşiğinden 19.yüzyıla dönüp baktığımızda: dünyamızın bugün geldiği sosyal / siyasal yapısını belirgin olarak irdeleyip kavrayabiliriz ama artık sosyalizmin getirdiği sınıf savaşımına geri dönmemiz olası değildir. Başka bir deyişle sınıf savaşımı toplum tarihi içinde yaşanmış olan bir süreçtir ve uluslaşmayla birlikte gelen cumhuriyet yönetimlerinin toplumsal düzeni içinde işçi sınıfının sosyal, hukuksal ve siyasal haklarının korunmasını amaçlamıştır. 19.yüzyıl ortalarında Avrupa'da sanayi devrimi büyük ölçüde bütünlenmişti. Bu yolda sanayicilerin ve şirketlerin gelirlerinde büyük bir artış görülmesine karşın köylerde ve kentlerde / fabrikalarda yaşayan ve çalışan yoksul halk bu varsıllıktan pay alamamaktaydı. Bu durum; Marks ve Engel gibi büyük toplumbilimcilerin ortaya çıkmasıyla birlikte 1848 Avrupa devrimlerine yol açmıştı. 1789 Fransız Devrimi’yle başlayan ulusalcılık devinimlerinin, liberalizmin içinde güçlenmesi ve bunların bağımsızlığa dönüştürülmek istenmesi sonucunda; sanayi devrimi ile ortaya çıkan ve sömürülen işçi sınıfı birtakım sosyal haklar istemeye başladılar. Devnm'den sonra krallığa geri dönen Fransa'da, işçilerin sorunları yüzüstü bırakıldı, ayrıca kişi özgürlükleri kısıtlandı, kral gücünü arıtırdı. Bu durumda kimi liberallerle birleşen işçiler, başkaldırdılar ve kral istifa etti. Cumhuriyet kuruldu, sosyal hukuk devleti kavramı doğdu. Halka seçim hakkı tanındı. Ölüm cezası kaldırıldı, köle ticareti yasaklandı. Avusturya'da toprak köleliği kaldırıldı. 1848 devrimleri; İtalya. Avusturya, Prusya, Belçika, Hollanda ve İngiltere’de görüldü. Bu arada Avrupa'da; liberalizmde önemli gelişmeler oldu. İtalya ve Almanya'da siyasal birliğin kurulmasına zemin hazırlandı. Avrupa'da krallar, uyruklarına yeni haklar verdiler, İngiltere’de seçim hakları genişletildi ve işçi sınıfına yeni haklar verildi. Avrupa'da sosyalist akımlar yayılmaya başladı. Rusya ve Osmanlı Devleti; bu devrimlerden 20yüzyıl başlarına dek fazla zarar görmedi. Çünkü Avrupa Devletleri, özellikle Osmanlı Devleti'ne karşı çifte standart uygulatmaktaydı. Bu devletler, 1815 Viyana Kongresi'nden sonra monarşilerin güçlü siyasal kuruluşlar olarak sürmesini sağlayan bir siyaset izlediler. Bu nedenle sert önlemler aldılar, 1830 ve 1848 devrimlerini kanlı bir biçimde bastırdılar. Ancak kendileri gibi yönetimi monarşi olan Osmanlı Devleti’ni destekleyecekleri yerde parçalanmasını ve yıkılmasını hızlandıran çabalar içine girdiler. Başta Rusya ve Avusturya olmak üzere Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti'ndeki azınlık İsyanlarını desteklediler. Bu durum, Avrupalıların başka ülke ve devletlere çifte standart uyguladığının göstergesiydi.
Bunun nedeni; devrimlerin gerçekleştiği ülkelerde demokrasi ve özgürlükler adına liberal ve erk sahibi sınıfın iktidarını işçi sınıfının hiçbir zaman ele geçirememiş olmasında yatmaktadır. Başka bir deyişle devrim, "karşı devrim ya da liberal değişimlerle yetinme" sonucunu doğurmuştur. Daha da ilginci, liberalizm şemsiyesi altında birleşen Avrupalı devletlerin sanayileşmeyi (ya da makinalaşmayı) kentsoyluluk eliyle kullanarak başka ülkelerin doğal ve insan kaynaklarını sömürmesi amacına yönelmesiyle sonuçlanmıştır. İşçi sınıfını doyurduğunu (ona birtakım haklar vererek) söyleyen sanayi patronları, sınıf kavgasını ülkelerarası sömürü amacına yönlendirmişlerdir. Kökü ta 1500'lü yıllara dayanan sömürgeleşme. (Amerika kıtasından başlayarak) sanayileşmemiş ülkelere yüzünü dönmüş ve paylaşım amacıyla 20.yüzyıldaki ulusal başkaldırılara yol açmıştır. I. ve II Dünya Savaşları İçinde yaşanan Osmanlı Devletinin ve Çarlık Rusyasının yıkılışıyla birlikte yapılan Kurtuluş Savaşları (Türkiye'de. Çin'de, Sovyet Rusya'da ll.Savaş'ta) sanayi devletlerinin küresel sömürü düzenine karşı gerçekleştirdikleri büyük devrimlerdir.
20.yüzyılda yaşananlar bize, Kiergegaard’ın sözünü doğruluyor: "Geriye (19.yüzyıla) bakarak gerçekleri gören ülkeler, ileriye doğru bakmasını bilmişler ve yazgılarını biçimlendirmişlerdir. Başka bir deyişle sanyileşemeyen ülkeler; kendi kırsal kesim insanlarının (ve feodal toplum biçimlerinin) sanayileşen {liberal/ burjuva) ülkelerinin kölesi (işçisi) olabileceğini (toprakları parçalanarak) kavramışlar, Özellikle Mustafa Kemal'in bu gerçeğe karşı durmasıyla (ülkesini parçala nam katan kurtarma siyi a) dünya yepyeni bir döneme girmiştir. Ancak o günlerin sanayileşen devletleri giderek öylesine teknolojik atılımlar gerçekleştirdiler ki (nükleer silahları da ekleyelim) bu güce yetişmekte yaya kalan ülkeler bugün yine 20.yüzyılın başındaki kapitalist sömürü çarkına boyun eğdirilme ( ve parçalanma) yıldırılarıyla karşı karşıya bırakılmaktalar. Dünyanın ve toprağın sömürüsü katbekat gelişmiş (makinalaşmış) bir düzenle iyice hızlandırılmış bir durumda. Bilişim ve teknoloji çağı, özellikle petrolün (çünkü Batıdaki sanayinin temelidir) kapitalist ülkelere pompalanması amacıyla Ortadoğu, Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin tepesinde havan dövüyor. Kapitalizmin kılıcı ABD; bu ülkelerde ne devlet düzeni bırakıyor ne de toprak ya da sanayileşme düzeni… Sanayinin odağı kentleri feodalizmin dinsel, etnik palavralarıyla hallaç pamuğu gibi atıp yıkıyor. Cemaatleri kentleşmenin ve devlet düzeninin başına bela ediyor.
Şimdi; bu çığırından çıkmış dünya düzeni karşısında yapılması gereken; yine bizimki gibi 20.yüzyılda Kurtuluş Savaşı (yani sömürüden kurtulma savaşımı) başarmış olan ülkelere düşmektedir. Bu iş için en önemli duruş; bilişim çağının verilerini ustaca kullanabilmekten de geçmektedir. Geçmiş çağlar insanlığa göstermiştir ki, ne denli makinalaşırsan o ölçüde Özgür (doğa ve insanı karşısında) ve güçlü olursun! Ama tek koşulla; başkasını dömürmeyerek, yani eşit paylaşım ve demokrasi düzenini sağlayarak… Marks'ın ortaya koyduğu "eşit işe eşit ücret" İlkesini" ülkeler arasına koyabilmek, bu savaşımın en önemli anahtarıdır. Ulusallık bunun için Önemlidir; bırak Şu dinci palavraları, sen ülkeni makinalaştırabiliyor musun, ona bak! Tıpkı Mustafa Kemal'in bizlere işaret ettiği gibi: "Yaşamda en gerçek yolgöslerici bilimdir!" Kim bulursa bulsun, ben bilimi nerde bulursam almalıyım, Kuran'ın dediği gibi… Ve Nâzım Hikmet'in yazdığı gibi: "Makinalaşmak istiyorum: trrrum, / trrrum!/ trak tiki tak/ makinalaşmak istiyorum! /beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu! / her dinamoyu / altıma almak için çıldınyorum / tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor / damarlarımda kovalıyor / oto-direzinler lokomotifleri! / trrrum, / trrrum. / trak tiki tak / makinalaşmak istiyorum / mutlak buna bir çare bulacağım / ve ben ancak bahtiyar olacağım / karnıma bir türbin oturtup / kuyruğuma çift uskuru taktığım gün! / trrrum, ' trrrum, / trak tiki tak! / makinalaşmak istiyorum!"
Biliyorum, biliyorum, ben de biliyorum: Nazım Hikmet'in 1923'te yazdığı bu "fütürist" sesli şiiri, hiç beğenilmemiş, ozanlarca yerden yere vurulmuş, Mayakovski'nin etkisiyle yazdığı söylenmiştir, biliyorum. Ama ben yine de sömürü düzenine karşı, Batı'nın icadı makinalaşmayı (bilim ve teknolojiyi) yeğliyorum. "Atatürk'de Birleştik" diyen Taksim Gezi Parkı gençlerine de. Batılı bilgisayarı ve Tweet'leri falan böylesine ustalıkla kullanıp, ama yayılmacılığa (emperyalizme – küreselleşmeye) başkaldırdıkları için selam olsun diyorum. Yola devam gençler, Atatürk'ün ve Nazım Hikmet'in izinde… Gelin sizinle, makinalaşmanın (ve bunu, insanın robotlaşmasında / köleleştirilip kullaştırılmasında kullanan Batı küreselleşmesine inat) ne olup ne olmadığını, insanın eşitliği bazında tartışalım. 20.yüzyıl varoluşçuluğunun Öncüsü Kierkegaard'ın; "yaşamın, geleceğe doğru yaşanabildiği" söylemiyle birlikte…
Sayfa düzeni: Tenise Yalçın
evetbenim tenise@evetbenim.com
Kaynak: Türk Dili Dergisi/ Eykül Ekim 2013 – 158.sayı, sayfa: 34-35