Mehmet Başaran: Orhan Burian Üzerine.

  
Orhan Burian                                    Mehmet Başaran

Orhan Burian Üzerine

Mehmet Başaran

Burian'la tanışma
      1945 Baharında bir gün. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, önünde durdum. Alnında "Hakiki Mürşit ilimdir" yazılı o görkemli yapıya, saygıyla baktım. Demek, burada çalışıyordu. Hasanoğlan Sağlık Bölümü Başkanı Dr Hulusi Sapanlı: "Çok değerli biridir. Paşa oğludur ama, büyük gönüllü değildir, candan bir insandır." demişti. Sırtımda boz giysiler, ayağımda altı kabaralı postallar.. Taş, harç taşımaktan soyuk soyuktu avuçlanm. İçine yeni girdiğimiz, sıvalan kurumamış, harç kokan Yüksek Bölüm yapısını düşündüm Göz kamaştırıcı, saray gibi görkemli yapı, cesaretimi kırdı.
      "Büyük gönüllü değilmiş, candan biriymiş"… İyi, öyleyse. Gözümü karartıp yürüdüm.
      İlk katta, kapısı açık bir oda önünde, iri kıyım biriyle İngilizce Konuşan, ince yapılı, gözlüklü bir adam gördüm Orta boylu, otuz yaşlarında genç biri. O da beni görmüştü sanırım. Ne etsem, nasıl sorsam diye kıyıda ezilip büzülürken, durumumuzu sezmiş olacak ki; ince, tatlı bir sesle:
      "Ben Orhan Burian. Siz Hasanoğlan öğrencilerinden Başaran olmalısınız. Böyle utangaç, çekingen birinin geleceğini söylemişlerdi. Hoş geldiniz, buyurun." diyerek, beni odasına aldı.
      Sevimli, aydınlık bir yüzü vardı. Gözlük camlarının ardında, İyilik dolu, sevecen gözler… Isınıvermiştim bulunduğum yere. Kılığım filan çıkmıştı usumdan. Bambaşka bir adam karşısında olduğumu anlıyordum, candan birinin karşısında… Beni öylesine kendisine doğru yükseltmişti ki, henüz tanıştığımız halde, çoktan beri görmediğim bir dosta, ağabeye, özlediğim bir öğretmenime kavuşmuştum sanki. Dilim, çözülüvermişti. Büyük bir ilgiyle dinliyordu. Neler konuştuk o gün, pek anımsamıyorum, ama yanından ayrıldığımda, ayaklarım yere değmiyordu sevinçten. Öğrenme, çalışma isteğiyle dolmuştum, doluydum. Şiirimizi seven, kendini Türk yazınına adamış, Shakespeare'in başyapıtlarını dilimize kazandırmaya çalışan bir bilim adamıyla tanışmış olmak az şey miydi?
Bir buçuk yıl sonra
      Bir buçuk yıl sonra, hafta sonları evine gidip geldim. Her gidişte de, evden biriymişim gibi karşılandım. Çalışma odasının: "yaşamak, ilkin kendinden başlayarak, gözünü budaktan sakınmadan aramak, çalışmaktır" diyen bir durumu, insanın sınırlarını genişleten bir havası vardı.
      Ya konuşmaları… Gülümseye gülümseye; incitmeden, ustaca dokunuşlarla karşısındakine eksiklerini bulduruyor, yerleşik kanıların tıkanıklığından kurtarıyordu. Ah, biliyorum, çok başka bir öğretmendi O. Fakültede de, özel söyleşilerinde de inceleme, araştırma isteği uyandıran, konuştuğu kişiye, giderek kendini bulduran, eşsiz bir eğitimci.
      1946 seçimlerinin Hasanoğlan'ın da, Türkiye'nin de havasını bulandırdığı. Atatürk yolundan sapmaların başladığı ortamda, öğrenciliğim bitmiş. Antalya. Aksu Köy Enstitüsü'ne öğretmen olarak atanmıştım.
      Yöneticiler, öğretmenler değiştiriliyor, "ıslahat" adı altında, enstitüler de kaynıyordu. Düşün ve sanat üzerine konuşacak art niyetsiz kişilerin   bulunmadığı   ortamda, bunalıyordum. İçimi dökebileceğim tek kişi, Orhan Burian'dı; ona yazacağım karamsar, yakınmalı mektuplardı. Birini de yanıtsız bırakmadığı gibi, ilgileneceğim dergileri kitapları da gönderiyordu.
      1947 sonlarında, Amerika'ya gitmişti.
      Ertelemeli olduğumuz halde askere alınmıştık. Tüm yüksek bölümlü çıkışlılar yedek subay okulundaydı… Ama dönem sonu, çavuş çıkarılanlar arasındaydım. Adresim belli olmadığı için, sözlüm Hatun'a mektuplar yazdım… Değişenler değişti ama o hep yanıbaşımızdaydı.
      Bir bana karşı mı böyleydi Orhan Burian… Hayır, tüm tanıyanların unutulmaz öğretmeniydi  o, erdemlerle bezenmiş bir örnek insan…
      Görülmeye değer sanat yapıtlarımızı, yurdumuzun değişik yörelerindeki tarihsel uygarlık kalıtlarını sıraya koymuş, gücünün yettiğince tümünü dolaşmak niyetindeydi. "Ülkemizi görmek tanımak, aydınlara farz çalışmaların başında gelgir, diyordu; görüşleri sağlamlaştırır, içi besler, kişiyi tamamlar…"
      1952 Eylülünde Edremit'e gelmiş, yaklaşık beş yıl sonra kavuşmuş, özlem gidermiştik. Dostluğundan, insan sıcaklığından bir şey eksilmemişti. Çok görmek istediği, Bergama'ya gittik birlikte. Orada bize kılavuzluk eden bekçinin, bana onun için söylediği sözler, unutulmaz sözlerdi: "Buraya yetmiş iki milletten adam gelir beyim. Bunca yıllık bekçiyim, binlerce görmeye geleni gezdirdim, ama Orhan Bey gibisine rastlamadım. Her haliyle melek gibi bir insan…"
      Ameliyat geçirmişti: "Artık ben de tesadüfen yaşayanlardan biriyim" diyordu mektubunda. Hastalığının ne olduğunu bildirmedi, hiç kimseyi üzmek istemezdi çünkü. Geciken UFUKLAR dergisini çıkardı, kapağında o üzüntülü özür dileyiş vardı:
      "Hastalık yüzünden bu sayıyı geç çıkarmak zorunda kaldım. Okurlardan özür dilerim."
      Olanağı olsa, artık çıkaramadığı için de özür dilerdi.
      Anlatılamıyacak denli alçak gönüllü, temiz ve iyi bir insandı kuru söze, havada kalan düşüncelere karşıydı. Düşündüklerini yaşıyordu bir sezişle sanki, ülkesini dünyayı kucaklar gibiydi. Yaşamı en büyük yapıtıydı; içinde en güçlü insanl:k değerlerinin yoğunlaştığı bir ya
pıt.
      Burian, bir doruk insandı… Anısına Saygılar duyuyorum.
Burian'ın "Yeni Dünya" Çevirisi
      Enstitüde okuyor, düşünüyor, tartışıyorduk. Bakanlıkça yayımlanan ak kitaplar, Eyüboğlu'nun deyişiyle "Yıllanmış köylü çarığına dönüyordu" ellerimizde.
      "Hümanizma" diyordu, ak kitapların başındaki önsözde Hasan Ali Yücel, YÜCEL dergisinin eski sayılarını edinmiştim. "Hümanizma" diyordu, dergi sayfannda Burian da. Hele 1938'de yayımlanmış Renaissance başlıklı yazının son tümcesi, belleğime kazanmıştı:
      "Atatürk, Asyanın Renaissance'dır."
      Daha sonra dostu Günyol, Hasanoğlan Fransızca öğretmenimiz, şöyle diyecektir:
      "Burian için hümanizma 'bir örnek taklidi değil, bir arayış sistemidir'" Bu arayış, yüzyılların yüklediği dogmalardan silkinerek öze, köke, insan'a gitmeyi amaçlamaktadır.
      Aydınlanma deviniminin ivme kazandığı yerlerdi Esntitüler. Tüm ülkede bir ekin, bir eğitim kirizması sürdürülüyordu. "Köke" iniliyor, kendimizi değerlerimizi tanıyorduk. Derinden özsuyunu alan bir yaşam biçimiydi, gerçekleştirilen. Özlenen yaşam, özlenen insan, yaratılmaya çalışılıyordu.
      Koşullanmışlıklarla yetişenler, egemenler tedirgindi, gerideydi gözleri, ellerinden gelse, bir kaşık suda boğacaklardı eğitimi, özgürleştirme eylemine dönüştürenleri…
      Karşı devrimin başladığı 1946'dan sonra, boğdular da; öykünmecilik, Amerikan dümen suyuna girme, kokmaz bulaşmaz bilgiler edindirme yolu tutuldu.
      Gidişten, şöyle yakınacaktı Burian:
      "Asıl sorun, öğrenileni yaşama uygulayabilmekte: bizim güçsüzlüğümüzse orada; bilgi ile yaşam arasında, bir ilgi kurabilmekten uzağız. Batı uygarlığı, bunu yapmış. Bakıyorum biz aynı adamları okuyoruz, aynı fenni öğreniyoruz, hatta sakız çiğnemek, noel kartı göndermek kabilinden aynı alışkanlıkları benimsiyoruz; fakat bu düşünüşün, bir hayat görüşünün ifadesi olarak, yaşayışımız hiç değişmiyor. Kaderci, tembel, kıskanç ve merhametsiziz" (30 Aralık 1951)
      Devrimlere, Atatürk'e karşı çıkanların azıttığı dönem… DP sarhoşluğunun yıkıcılığı sürüyordu. Enstitüleri, Hasanoğlan'ı, Arifiye Köy Enstitüsü'nü görmüştü Burian. Bir hafta onur konuğu olarak kalmışlardı Günyol'la Arifiye Köy Enstitüsü'nde…
      Hem mutlu, hem kaygılıydı dönüşünde. "Özleneni yaratmışız. Bilgiyi özümlüyor, yaşama katıyoruz. Derinlerde kalmış değerlerimiz gün ışığına çıkıyor. Kuşkusuz düşüncemize, sanatımıza ivme kazandıracak bir tür, rönesans havası. Enstitülerde gerçekleştirilen yaşam, toplum düzeyinin çok üstünde. Gidiş, toplumun o düzeye çıkamıyacağını gösteriyor. İlk fırsatta Enstitüleri kendi düzeyine çekerek yok etmesinden korkulur…"İlk çok partili seçimin ardından; Yüksek Köy Enstitüsü, daha sonra da Enstitüler kapatıldı. Oradan yetişenler, suçlular gibi kovalanmaya başlandı. Burian'ın korktuğu fazlasıyla oluşmuştu.
      "Huxley, özgür düşünme açısından, benimsenmeye değer sanıyorum: Bize aldanma korkaklığı yerine, düşünme yiğitliğini aşılıyor" diyordu Burian 1945'te. O günlerde yayınlanan Yeni Dünya'yı "Sanat Sevdiği için" diyerek imzalamıştı bana. Tüm insanlığı düşündürmesi gereken bir "düş ülke" romanıydı Yeni Dünya. Arkadaşım Bekir SemersiAli Dündar, ben, Dergi Kolu'nu yönetiyorduk. Ufkumuzu genişletecek yapıtları, Enstitüce tartışmalıydık. "Yeni Dünya", tam fırsattı. Tanıtımı üstlendi Bekir Semerci. Tekniğin makinalaştırdığı, robotlaştırdığı Shakespeare'i bile okumaz duruma gelen Yeni Dünya ile; yoksulluklar, haksızlıklar içinde, insan sıcaklığından kopmadan yaşamını sürdürmeye çalışan sanata, insanlığın geliştirdiği insanı insan yapan değerlere önem veren eski dünya karşılaştırması çarpıcı, sarsıcı, düşündürücüydü…Tartışma, ateşli olmuştu. Şu sonuca bağlandı sonunda:
      "Esas tehlikeler, henüz vahşiler dünyasındaki tehlikelerdir: Pislik, sefalet, hastalık vb. Makineyi icat eden insan zekâsı, onu mutluluk için kullanmanın yolunu da herhalde bulacaktır."
      Kitabın Hasanoğlan Yüksek Bölümü'nde tanıtılması, tartışılması çok sevindirmişti Burian'ı. "Yazık ki, öbür eğitim kurumlarımızın, kitaptan haberleri bile yok" diyordu.
      Tatlı tatlı gülümseyerek, yüzüme baktı:
      "Gelin, birlikte biz de Değirmendere'de kendi ülkemizi, yeni dünyamızı kuralım" dedi. İki bin lira (2000TL) ödenmişti çevirisi Yeni Dünya için. Tam o parayı aldığında, bir duyuru çıkmış gazetede:
      "Değirmendere'de, deniz kıyısında 2000 liraya satılık arsa"… O arsayı almıştı. Yeni bir yaşam gerçekleştirilmeliydi orada.
      Tıpkı Enstitülerdeki gibi imceyle başlanacaktı işe. Halil Basutçu Yapı Kolu'ndandı. Plan çizme, inşaatı yürütme, onun işiydi. Ben marangozdum. Çatı, kapı çerçeve, vb bana düşüyordu. Sözlüm Hatun Efe ile arkadaşı Fatma Dicle, Ev ve El Sanatları bölümündeydiler… Eski dünya ile yeni dünyanın değerlerini kendi görüşümüzün teknesiye yoğurarak, insan sıcağı bir ortam yaratamaz mıydık?..
      Artık bir düşümüz vardı sevgili Orhan Burian'la, deniz kıyısında, doğa ortasında, kendi elimizden çıkma bir kır evi… İmeceye dönüşmüş bir yaşam… Doğanın dinginliğinde, Shakespeare çevirileri, şiirler…
      Uzunca bir süre, yaşamımızı renklendirdi bu düş.


(1914-1953)

Or
han Burian
(1914 İstanbul-1953 Ankara), yazar. Kabataş Lisesi'ni bitirdikten sonra İngiltere'ye gitti. Cambridge Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Yurda dönünce Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi'ne asistan olarak atandı; doçent ve profesör oldu. İlk yazılarını Yücel dergisinde yayımladı (1935). Ölümünden birkaç yıl önce Vedat Günyol ile birlikte Ufuklar dergisini kurdu.

Yapıtları: "Kurtuluştan Sonrakiler" (1946), "Denemeler, Eleştiriler" (1964).
Kaynak: http://www.bilgifeneri.com/ORHAN-BURIAN-KIMDIR-4446.html


Mehmet Başaran Yaşam Öyküsü

Köy Edebiyatı hareketin şiirdeki temsilcilerinden biri olan ozan, eğitimci ve yazar. 
M. Başaran 1926'da Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesi Ceylanköy’de doğdu.
Yaşamı.
Kepirtepe Köy Enstitüsü’nü (1943) ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirdi (1946). Köy Enstitülü Hatun Birsen Başaran ile evlendi. Askerliğini yaparken Yedek subay Okulu’ndan çavuşa çıkarıldı.
Köy enstitüsü öğretmenliği, gezici başöğretmenlik, ilkokul öğretmenliği, Türkçe öğretmenliği yaptı, TÖS – Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kuruluş çalışmalarına katıldı, 1979’da emekli oldu. 1950’li ve 1960’lı yıllarda güçlenen Köy Edebiyatı hareketinin şiirdeki önde gelen temsilcilerinden biridir.
İlk şiiri Köy Enstitüleri Dergisi’nde yer aldı. Adam Sanat, Gösteri, Kıyı, Varlık, Yansıma, Yazko Edebiyat, Yeditepe, Yeni Biçem, Yeni Ufuklar, Yücel gibi dergilerde şiirleri yayınlandı.
Toplumcu düşünceyi didaktizme düşmeden şiirlerine sindirmeyi bildi. Şiirlerinde direnme ve umut temalarını iç içe işledi. Aynı temalar gözlem ve deneyimleriyle bütünleşmiş olarak "Ahlât Ağacı" ve "Nisan Haritası"ndan sonra şiir kitaplarına damgasını vurdu. 
Ödülleri.
1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması başarı ödülü 
1979 Orhan Kemal Roman Armağanı (Mehmetçik Mehmet ile) 
Kitapları.  
Yasaklı-Acının ve Sevginin Yurttaşı 2. baskı (2003) Cumhuriyet Kitapları.
Köy Enstitüleri Özgürleşme Eylemi 3. Baskı (2003) Cumhuriyet Kitapları.
Kuşatılmış Yaşam Günaydın Aşk (2006) Cumhuriyet Kitapları. 
Eylülün Kızgın Soluğu (2007) Cumhuriyet Kitapları. 
Yüreğinin Sesi Zeytin Ülkesi (2007) Cumhuriyet Kitapları.
Alıntı: http://www.medyagunebakis.com/haber_detay.asp?id=3096&hadi=Mustafa%20Necati%20%D6%F0retmenlik%20Onur%20%D6d%FCl%FC%20&menuno=47

Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim

tenise.yalcin@gmail.com 
 Kaynak:
  Türk Dili Dergisi 163.sayı(s-9-10-11)dan alıntıdır.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir