NEDEN HAYIR?

                                          NEDEN   HAYIR?

 

 

          12 Eylül Referandum oylamasına sayılı günler kala; Atatürk’ün demokrasi konusundaki

tanımı aklımdan çıkmıyor: “Demokrasi ilkesi, egemenliği kullanan araç ne olursa olsun, esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasaldır. Onun hedefi, milleti idare edenler üzerindeki kontrolü sayesinde siyasal özgürlük sağlamaktır.” (Afet İnan; M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım say. 71,73)

    Bu tanıma göre, milletin (ya da halklardan oluşan ulusun) egemenliğine sahip olması, demokrasi ilkesinin yine milletçe içselleştirilmesiyle gerçekleşebilir. Nedir demokrasi? İlhan Selçuk ona: “Demokrasi Perisi” (Cumhuriyet Gazetesi, 29 Ocak 1998) diyor. İnsanlığın sonsuzluğu kadar eski, çağdaşlığı kadar yeni bu esin cini, yeryüzündeki “Açların Gözbebeklerin”de (Nazım Hikmet) beliren en büyük güçtür. Evet; demokrasi perisi bir esindir, bir “ideal”dir ve onun yaşı yoktur. Ta eski Yunan’dan beri ve Fransız Devrimi’ne dek başıboş dolaşmıştır yeryüzünde. Kimi zaman köleliğin (eski Yunan’da olduğu gibi), kimi zaman krallıkların ve monarşilerin (yani egemenliği kullanan araçların) buyruğunda, kimi zaman da halk devrimlerinin ve sınıf çatışmalarının çalkantılarında sürüklenmiş, can çekişmiş, şahlanmış, baş kaldırmış, anarşist olmuş, yenilmiş, ırzına geçilmiş, satılmış, kullanılmış ama ölmemiştir. En çok da dinlerin elinden çekmiştir. Onu “kul” sayan dinsel devlet yönetimleri, çok “erkek” toplum yönetimleriyle birleşerek ona çokça boyun eğdirip ayaklarına kapandırmışlardır. Bütün bunlara karşılık o; yalnızca bir hayal gibi olsa da, yine yaşamasını bilmiştir. Böylece ölümsüzlüğe ermiştir.

     Anadolu Halkları; Kurtuluş Savaşı’mızda Atatürk’ün düşüncesinde bütünleşip “Mavi Gözlü Dev” bakışlarında somutlaşan demokrasi perisinin yol göstericiliğiyle,  aralarına sokulan ayrılık ve parçalanma hançerlerinin acısını, birleşerek yok etmeyi ve “Tek bir toplum: Ulus” olmayı başarmışlardı. Daha sonra Yüce Önder’in kurduğu Cumhuriyet yönetimiyle; demokrasi perisinin çağdaş giysileri olan (ve Fransız Devrimi’yle ortaya çıkmış) ilkeler; eşitlik, bireysel (halk için ve halkın her kesimi için) özgürlük, özgür eleştiri (basın gücü), halk egemenliği (milli irade) ve parlamentarizm yasalarla belirlenmiş, toplum yaşamına geçirilmiştir.

    Tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de, dinsel yönetimlerin( ve Osmanlı’nın) halklara uygun gördüğü “kulluk/ tebaa”, “ümmet” ve “yönetilenler: Devlet yönetimine koşulsuz boyun eğenler” statüleri, yine “Mavi Gözlü ve Mavi Gökyüzü Bakışlı Dev”imizin sayesinde ortadan kaldırılmış, halkların cumhuriyet (halk) yönetimi altında birleştirilerek özgürleşmesi, ulusumuza kazandırılmıştır. Çoğunluk, azınlık ya da varsı
l, yoksul olsun, tüm cumhuriyet yönetimlerinin ortak yönünün halka(birleşen halklara) dayanması ideali (yani demokrasi), halkın kendi kendini yönetmesi düşüncesi baş hedefidir Atatürk’ün…

    Oysa demokrasi perisinin somutlaştırılarak gerçeğe dönüştürülmesinde ortaya çıkan yönetimsel uygulamalar, her zaman halka sınırlamalar koyar ve koymuştur. Cumhuriyet yönetiminin, (başka ülkelerde olduğu gibi bizde de) demokratik hakları genellikle sosyal sınıflar ayrımına göre biçimlendirmesi ve gücün, “üst tabakanın, elitlerin/ burjuvaların” elinde olması en büyük köstekleyicisi olmuştur. 20. yüzyılda Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan ve halkın referandum, miting, gösteri gibi dolaylı haklarına karşın kapitalist dünya düzeninin (burjuvalaşmanın ve liberal ekonomi politiğin) getirdiği ve iki dünya savaşına da yol açan siyasal uygulamaların sonucu var olan baskıcı, otoriter cumhuriyet modelleri ve diktatör yöneticiler, bugünün  kapitalist yönetimlerine örnek oluşturmaktadır. İktidarın paylaşımı sayesinde demokratik yollarla yönetime gelen kişilerin tiranlıklarını kurmalarına zemin oluşturmaktadır. Cumhuriyet yönetiminin (başka ülkelerde de bizde de) öğeleri parlamento (ki çeşitleri vardır: tek meclisli ya da çift meclisli sistem, başkanlık sistemi gibi) , siyasi partiler, anayasa, yargı, sivil toplum örgütleri, kolluk güçleri; çarkın demokratik bir biçimde işletilebilmesinin araçlarıdır. Bu öğelerin ya da bunlardan herhangi birinin, “yönetici sınıf”ın çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlaması, demokrasi perisinin ve halkın iradesinin uçup gitmesi için en önemli nedendir. Onu geri döndürebilecek tek güç, insan hakları ilkesidir. İşte bugün ülkemizde gözlemlenen de; demokrasi perisinin (ve halkın egemenliği ilkesinin) gerçek olmaktan çıkarılarak, yeniden hayal durumuna indirgenmeye çalışılmakta olduğudur. “Yönetici sınıf”ımız ya da batılı ülkelerin (ençok da ABD’nin) güdümünde olan iktidar, cumhuriyet yönetiminin vazgeçilmez öğelerini birer birer kendi denetimine bağlayarak, ona karşı olanları da “bertaraf” etme sevdalarına düşerek, ulusumuzu boyunduruk altına almak, hatta yok etmek istiyor. Bir tiranlık (ve dinsel dikta) yönetimi kurmak peşinde. Yeni dünya düzeninin (kapitalist küreselleşmenin) yönlendirmesine girmiş yönetici kadro, cumhuriyetimizin ilkelerini çiğneyerek, ulusun bireylerinin ve ona bağlı halkların arasına girerek, demokrasiyi ortadan kaldırmaya çabalıyor. Bunun için de demokrasi perisine can veren laikliğe hücum ediyor, toplumun dinsel inancını kullanıyor. Cumhuriyetimizin “kendi kendisini yönetme” ilkesine geçişi henüz çok olmamış Anadolu halklarının belleğindeki  “ulus” kavramını zedeleyerek, onların “kulluk” alışkanlığından yararlanıyor. Bu arada Cumhuriyetimizin laiklik, eşitlik  temeline dayalı yargısını kullanarak onu denetimine almak istiyor. Çünkü Yüce Divan’a gönderilme korkusu içinde. Bunları açıklıkla görebilmek için (sendikal hakları da ağzına bile almayan) eşitliksiz ve 12 Eylül 1980 döneminin anayasasına dayalı bu yeni anayasa modelini bireylerimizin olanca dikkatleriyle tekrar tekrar okumaları gerekiyor. İktidarın sözüm ona oylamaya sunduğu; halkların “kulluk” alışkanlığını pekiştiren uygulamalarından sonra yapacağı referandumdan amaç, topluma ve ulusa açıkça “evet” dedirterek tiranlığa giden yolu açmak ve buna da cumhuriyet yönetimini korumak adını koymaktır. Oysa ortada, Atatürk’ün eşitlikçi, özgürlükçü, demokrasiye dayalı cumhuriyetinden ve onun uygulamalarından eser bile bırakmayan bu yönetim, toplumu darbelere (diktaya) karşı çıkış masalıyla yalnızca aldatıyor. Toplumu (ve aydın geçinenleri, solcu eskilerini), Atatürk’e “burjuva diktatör” dedirtmek için uğraşan, medyaya baskı uygulayan, gazetecileri hapseden, orduyu karıştıran iktidardakiler, gerçekte kendilerine dikta yönetimi yolunu açma çabasında. İşte bunun için referandumdaki oylamaya, Atatürk’ün deyimiyle  “milletin, egemenliği”ni kullanarak “hayır” diyebilmesi gerekmektedir.

TANSU BELE/ 19 Ağustos 2010

 



                  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir