-29 ekim 1923-2011 için bir yazı-
NEREDESİN DÜNYA?
“Ben nereye gittimse bütün zulumlardı/ Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm/ Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu/ Namussuz bir çağ bu biliyorsun…”
Cemal Süreya
Oysa böyle mi tanımıştım ben dünyayı? Şair, yüklenme bana, her şeyin ötesinde benim çok mutlu bir çocukluğum var. Orada, Boğaz’ın kıyılarında şimdi küçük, sevimli bir bebek gibi uykuya dalmış çocukluğum… Çağ diyorsun, sen başka çağları hiç mi görmedin? Tanımadın mı barış yıllarını? Boğaz’ın zümrüt sularında bıraktığımız 1923’ler, işte onlar değil miydi bizim gerçek çağımızın mimarları? Biliyorum, sen dünyayı söylüyorsun, onu görüyorsun, bense öncelikle ülkemi… Gözlerimi açtığım, ayağımı bastığım toprağımı. Çok mu ulusçu bu davranışım? Barışçı bir ulusun bireyi olmak çok mu kötü?
Bu çağ, bu namussuz çağ dünyanın yeni tanımı belki ama benim değil. Ben yalnızca insan olduğumu ilkin, orada, o kıyıda tanıdım. Küçücüktü belki, kocaman bir bütün olan dünyanın çocuksu bir parçasıydı. Ama birlikte yaşadığım insanlarla, aramızda ayrı-gayrı yoktu. Bilmezdim o günlerde onların Ermeni, Rum, Yahudi olduklarını; “Biz Türküz!” derlerdi çünkü, “Atatürk bize barış içinde bir ülke bıraktı, kardeşiz biz ve bu topraklar hepimizin!”
Ah, şimdi bu sözcükler de nereden çıktı deme bana şair, siyasa yapma falan deme; çünkü çağları ve tarihi kuran halklardır, gerisi boş söz… Bu namussuz çağı da! Ve dünya çağlar üzerine dönüyor! Peki, bu döngüyü sağlayan kim? Yani çağların dönüşümünü? Kavga mı? Yoksa barış mı? Dahası hiçbir çağda dile getirilmediği ölçüde söz edildi barıştan yirminci yüzyıl içinde; oysa dünyanın gördüğü en belâlı çağa kapı açtı bu yüzyıl, iki dünya savaşıyla birlikte ve birçok ülkenin savaşlar yüzünden tırpanlanmasıyla, hem de demokrasi, özgürlük, eşitlik diye diye gerçekte barış yok edildi. Çünkü savaş; tüm kalleşliği ve acımasızlığıyla büsbütün çullandı geri kalmış ülkelerin üzerine, ama önce kapitalist ülkeleri birbirine sokarak! Avrupa ülkelerinin savaşa “gel!” demeleriyle başlayan “Tiksinti Çağı”ndan, sömürü, işgal ve talanın gücüyle tüm ülkeler paylarına düşeni aldılar. Japonya, Çin, Vietnam, Kamboçya, Rusya, Afganistan, Hindistan, Pakistan, Afrika’nın tüm ülkeleri, Güney Amerika ülkeleri, Küba, İran, Irak ve daha kimileri durmadan savaşın çığırtkanlığını yapan ve silâh üstüne silâh geliştirip üreten Batılı ülkelerin (başta ABD) saldırısına uğradılar. Yani demokrasi, eşitlik, özgür-lük, insan hakları idelerini icat eden Batı uygarlığının! “Özgürlük” bir tek ABD’ nin topraklarında ve kendi halkı için vardı, gerisi tüm dünya için masaldı! Ve namussuz savaş yarattığı tüm ahlâksal, ekonomik, siyasal çöküntüleriyle dünyanın altını üstüne getirdi. Ama namus, ABD’li kovboyun tabancasının namlusunda kaldı. O gün bu gündür kurtarıcı kahraman kovboy namlunun ucundaki namus anlayışıyla dünyayı kurtarıyor! Çağın namussuz gidişini, ülkelerin beynine savaş balyozuyla indirerek ve böylece onlara demokrasi, özgürlük, eşitlik vb. uygarlık cicileri götürerek onları değiştirdiğini söyleye söyleye…
Biz bu filmi ta başından yani çağın namusunun elden gittiği yıllarda ülkece çoktan gördük, yaşadık. Yirminci yüzyılın ilk yarısında Avrupalı ülkelerce savaş ve işgal yoluyla paylaşıma açılan dünya yangın yerine döndü. Bu arada Batılı işgalci güçler Anadolu’ya da girdi, Birinci Dünya Savaşı sonunda topraklarımız yok edilme aşamasına geldi. Dahası bu namussuz paylaşım nedeniyle çıkan savaşın yarattığı ve kışkırttığı etnik kıyım (Anadolu halklarının Ermenisi, Türkü ve Rumuyla birbirine kırdırılması), Anadolu’yu baştan aşağı sarmış ve sarsmıştı. Bizi bu namussuz gidişten kurtaran, Atatürk oldu. Kurtuluş Savaşı, Anadolu’da yaratılan zulmün, açlığın, kavgaların, kötülüklerin sona erdirildiği bir savaştır ve tüm dünyayı saran paylaşım savaşlarından apayrı bir anlamı vardır. O; zulme ve savaşa karşı ayaklanmadır, bunu da barış amacıyla gerçekleştirmiştir! Atatürk’ün “yurtta barış dünyada barış” ilkesi boş yere söylenmiş bir söz değildir. 1923’ten sonra Anadolu’da başlayan barış dönemi Balkanlar ve Ortadoğu’da da etnik kavgalara son vermiş, Avrupa ülkelerine “dur!” denilmiş ve dünya tarihi değişmiştir. Oysa kısa süreli bir değişimdir bu; ilk savaşın acıları henüz kapanmadan dünya, ikinci bir namussuzluğun içine düşecektir! Birincide hızını alamayan Batılı ülkeler ve emperyalizm, ikincide daha büyük bir batağa saplanacaklardır. Yalnız bu kez Türkiye, savaşın dışında kalmayı bilecek, etnik ve siyasal açıdan Anadolu birliğini sağlayan cumhuriyet yönetimi sayesinde barış içinde yaşamayı başaracaktır.
Bugünse dünyanın hangi köşesine bakarsak yine umarsız ve içinden çıkılmaz durumlarla yüz yüze kalıyoruz. Kendi ülkemiz de içinde olmak üzere tüm dünyada yeniden savaş tamtamları çalıyor. Yani dünya ve yirmi birinci yüzyılla birlikte girdiğimiz yeniçağ, geçen yüzyılın başında olduğu gibi yine zulümler, kötülükler, kavgalarla çalkalanıyor. Dahası bunlara bir de Müslüman dünyasında yaşanan mezhepsel çatışmaları ve küresel terörü eklemek gerek. Öte yandan ABD başta olmak üzere tüm Batılı ülkeler dünyaya hâlâ barış götürmeye (!) çalış-tıklarını söylemekten bıkmıyorlar, utanmıyorlar, elbette bu barışın yanında özgürlük, eşitlik, demokrasi falan öğrettiklerini, dağıttıklarını eklemeyi de unutmadan! Sanki geri kalmış ülkelerin tek derdi savaşmış da bunu yok edecek olanlar yalnızca kendileriymiş gibi! Demokrasiyi icat edenler kendileri ya, mazlum ülkeleri uyandıranlar da yine onlar olacak! Bu yalana kim inanır bilmem. Ama bu kuyruklu yalanları duyunca benim aklıma hep Napolyon’un, Fransız Devrimi’nin yaratısı eşitlik- kardeşlik- özgürlük ilkelerini dünyaya yaymak amacıyla (!) Avrupa’yı işgal edişini anımsıyorum. Ne büyük kahramanlıktır (!) ve düşüştür (!) ki bu işgal, tüm Avrupa ülkelerine Batı uyga
rlığını dünyaya aşılama fikrini ilham etmiştir! Sanki dünyayı yağmalama girişimleri ve zulüm, Napolyon gibi büyük bir dâhinin bu uygarlık ilkelerini kullanmasıyla başlamış gibidir; emperyalizmin şahlanıp demokrasiyi kullanarak dünyayı kana boyamaya girişmesi de! Adına emperyalizm dediğimiz namussuzluğun çağa kötülük ve zulüm damgasını vurması da!
Evet; ben insan olmayı, dahası demokrat, laik, eşitlikçi ve özgür bir birey olmayı, ulusumun emperyalizme karşı çıkan ilk savaşı başlatarak cumhuriyeti kurduğu çocukluk yıllarım içinde öğrendim. Şimdilerde ülkemde adını, birtakım şaşkınların diktatörlükle karalamaya çalıştıkları o adamdan, yani cumhuriyetin (Anadolu halkları birliğinin) kurucusu Atatürk’ten öğrendim. Cumhuriyet namus borcumdur benim, tüm halklara saygılı olmayı ben ondan öğrendim. Dahası bana “ulus” birliğini kötülerken kendileri uluslaşmaya çalışan kimi Ortadoğulu (kimi de sınırlarımız içinde olan) halklara baka baka, daha da, daha da öğreniyorum. O zaman ey şair; söyle bana açıkça, senin gördüğün o kötülüklerin egemen olduğu bu namussuz çağın başı ve sonu nerede? Kaynağı ve gelişimi, doğuşu ve yıkımları nerelerden çıkıp nerelere uzanıyor? Haydi söyle… Benim çocukluğumda tanıdığımı sandığım insanca dünya, artık nerede? Ülkemde de bulamayacak mıyım yoksa bu gidişle ben onu artık? Bu namussuz çağ, yıkacak mı yoksa “yurtta barış dünyada barış”ı da, çıkarları uğruna ve bir yandan “barış, barış” derken öte yandan savaşa yol aça aça? Tıpkı geçmişteki gibi, savaşın namussuzluğunu zulüm ve kötülüklerle besleyerek, kışkırta kışkırta? Söyle şair, anlat bana bu dünyanın gidişinin körlüğünü…
TANSU BELE/ ekim 2011