PARANIN KRALLIĞI


PARANIN KRALLIĞI

Yıl 1919: Türkiye’de siyasacılar ve aydınlar birbirlerine zıt tutumlar içindedirler. Bu durum Batı ülkelerinin işine gelmekte, onların paylaşım isteklerini güçlendirmektedir. İstanbul’daki aydın Türklerden bir bölümü gözlerini Amerika’ya çevirirler ve “Wilson (ABD Başkanı) gibi hiçbir ülkeye göz dikmeyen adam”a bir muhtıra göndermeye karar verirler. Bunun için de “Wilson Prensipleri Cemiyeti”ni kurarlar. Aralarında avukatların ve tanınmış yazarların bulunduğu; kurucuları Celalettin Muhtar, Halide Edip, Ali Kemal (Sabah Gazetesi yazarı), Refik Halit (Karay), Ragıp Nurettin, Hüseyin Avni ve üyeleri Celâl Nuri (Âti ve İkdam Gazetesi başyazarı), Necmettin Sadık (Akşam Gazetesi başyazarı), Cevat (Zaman Gazetesi başyazarı), Mahmut Sadık (Yeni Gazete başyazarı), Ahmet Emin (Yalman; Vatan Gazetesi başyazarı), Yunus Nadi (Abalıoğlu; Yeni Gün Gazetesi başyazarı) olan cemiyetin isteği; “Amerika’nın Türkiye’ye önce belirli bir zaman için barış, yani taarruzdan korunmasını sağlaması, aynı zamanda Türkiye’ye uzmanlar göndererek yeni bir rejim kurması ve iç kalkınmayı sağlamasından ibarettir.” (Halide Edip Adıvar; Türkün Ateşle imtihanı). O sırada Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Temsiliyesi adına Mustafa Kemal’e Trabzon valisi Mehmet Galip, Wilson Prensipleri Cemiyeti konusunda bilgi verecektir. Mustafa Kemal Paşa bu belgeye 1929 yılında Nutuk adlı yapıtında yer verir. “Türklerin milli ve demokratik bir devlet kurmak amacıyla I. Dünya Savaşı sonunda giriştikleri devrim hareketi Müdafaai Hukuk, Reddi İlhak, Muhafazai Hukuk amaçları çevresindeki cemiyetleşme hareketlerinde sonuçta hepsinin toplandığı Türkiye büyük Millet Meclisi’nde somutlaş”acak (Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler) ve bütün cemiyetler giderek tek çatı olan TBMM’de birleşecekler, Amerikan yardımını isteyen cemiyet ise kapatılacaktır. Çünkü Mustafa Kemal Paşa; Erzurum Kongresi’nde bu konuyu açtığı delegelerden “Hayır” yanıtını almıştır. Onlar; “Ya istiklal ya ölüm!” demişlerdir.

Yukarıdaki satırları; Halide Edip Adıvar’ın yaşamı ve yapıtlarını konu edindiğim kitabım-dan alıntıladım. Bu satırları yazarken de şöyle düşünmüştüm: “Acaba aydınlarımız neden Amerika’dan yardım istemişlerdi?” Bunun yanıtı açıktır: Anadolu yoksulluk, yoksunluk içindeydi. Bilgisizliğin yanı sıra ne iş ne de para vardı toplumda, ayrıca padişah yönetimi ülkeye ihanet ediyordu. Böylesi bir durumda, savaş kazanılsa bile ne yapılabilirdi? O dönemin aydınlarının bu gerçeği gördüklerini ve Mustafa Kemal Paşa’nın da “Türk toprakları üzerinde gözü olmayan büyük bir devletin bize iktisadi, teknik ve siyasi yardım etmesi lüzumundan söz ettiği”ni vurgulayan Halide Edip (Türkün Ateşle İmtihanı) Cemiyet’in kapatılması üzerine yine aydınlarla birlikte “yardım isteme” konusundan cayar ve Mustafa Kemal’e katılır. Sonrası hep bilinir: Türkiye Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış; “halkçı, laik,çağdaş ve demokratik” bir düzen kuran Cumhuriyet döneminde en görkemli yıllarını yaşamış, onbeş yıl kapitalist ülkelere el açmadan, dahası Osmanlı borçlarını da ödeyerek, sanayi girişimlerini tek başına gerçekleştirmiştir. O dönemde yardım aldığı tek dış ülke ise sosyalist Sovyetler Birliği’dir. Yine o yıllarda yabancı ülkelere tek kuruş borcumuz yoktur. Buna karşılık Türkiye, kendi halkını besler bir konuma yükselmiştir.

Atatürk’ün ölümünden sonra başa geçen İsmet İnönü döneminde ise, devrimlerin sürdürülme çabalarına karşın Türkiye, 12 Temmuz 1947’de, Boğazlardan geçiş ve Doğu Anadolu’dan toprak hakları isteyen Sovyet Rusya’yı durdurmak savı ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini ve varlığını korumak bahanesiyle dayatılan Truman Doktrini kapsamına girmiştir. Gerçekte Boğazlar rejiminin değiştirilmesini isteyen Churchill’dir (Yalta konferansı). ABD; bu savunma bağlaşması doğrultusunda ordumuzu Nato’ya sokmuş, ülkemizde üsler kurmuş, ikili ilişkiler geliştirip hükümetlerimize imzalatmış ve bizi boyunduruğu altına almıştır. Bu antlaşmaların temelinde yatan neden ise; Türkiye’ye yardım adı altında sağlanan kredilerle borçlandırılarak yeniden “kapitalizme avuç açan yoksul” konumuna indirgenmek istenme-sidir. Lozan Antlaşmasını tanımayan ve askersel antlaşmalarla ulusal kurtuluş hareketinin önünü kesmeye çalışan ABD; böylece Türkiye’yle “ekonomik pakt”ın yolunu açmış, evrensel ticaretin, evrensel şirketler eliyle yurdumuza girmesini sağlayarak ülkemizde emperyalizmin “gizli işgal”ini gerçekleştirmiştir. Lozan’da Lord Curzon’un İsmet İnönü’ye “Yine bize gele-ceksiniz!” sözü gerçekleşmiş, Lozan fatihi İsmet Paşa; geç de olsa yaptığı yanlışı anlamış, 1960’larda ABD başkanı Johnson’a mektup yazarak karşı çıkmıştır. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş, kapatılan Köy Enstitülerinin yerini alan İmam-Hatip okullarıyla çağdaş eğitimimiz baltalanmaya başlanmış, sinema, televizyon vb. ekinsel eylemler, sürekli varsıl Amerikan yaşam biçimlerine özendirerek halkımızın gözlerini boyarken, çocuklarını gençlerini ille de ABD’ye gönderme ve iş bulup varsıl olma hayalleri peşine salmış, toplum para peşinde koşmaktan, daha iyi yaşama olanaklarına kavuşmaktan başka bir şey düşünemez olmuştur. Para; geri kalmış ülkelerin ve üretimi engellenen Türkiye’nin burnuna dayatılan havuç olarak emperyalizmin en önemli aracı konumuna gelmiş, Menderes’in “her ülkede bir milyoner yaratmak” savı, özellikle para peşinde koşan kentli insanlarımızca yaşam ilkesi olmuş, Özal’ın “bir kat bir araba” düşüyle kendilerinden geçen insanlarımız, kitap bile okumaz durumlara gelmiştir! ABD; “ekonominin musluklarını ele geçiren yerli ve yabancılarla ortaklık kurmuş özel girişimciler eliyle, siyasal sisteme egemen olunur” görüşünden hareket ederek, yeryüzünde ve ülkemizde yarattığı yeni “komprador burjuvazi” yi, bir sadaka karşılığında emperyalistlerle birleşerek kendi yoksul halkını sömürmeye itmiştir. Kısacası 20. yüzyıl başında aydınlarımızın göremediği bu gerçeği gören Atatürk; Türkiye’yi emperyalizmin elinden çekip kurtarmıştır ama, O’nun ölümünden sonra yine aynı körlük içine düşüp, kapitalistleşmenin yolunu bulma gayreti içine girenlerce ülke yeniden batırılmış ve bugün de satılmaktadır. “Amerika bizi beslemezse mahvoluruz” mantığı içinde kendileriyle birlikte ülkemi
zi de ABD’nin kölesi durumuna indirgeyenler, tek gerçek olarak karşılarında yalnızca PARA’yı görmektedirler. Bugün tüm ekinimizle birlikte yazınımız bile, yazarlarımızın Batı’da ünlenip para kazanma tutkusuyla ABD’nin güdümüne girmiş durumda: Toplumcu gerçekçi yazınımızın yerini alan mistik (dinsel) görüşlerin, Tanrısallık ve kutsallığın yörüngesinde üretilen yeni romanlar, felsefe adına yazılan “parapsikoloji” kitapları, gerçek felsefe ve toplumbilim yapıtlarının önünü acımasızca kesiyor. Çocuklarımız ya “Örümcek Adam” ya da dinsel öğretilerle, büyüyle, hayaletlerle yüklü çocuk kitapları okumaktalar. Etnik (Kürtçü) ve mezhepsel çekişmelerin kışkırttığı şiirimiz, öykülerimiz, araştırma yapıtlarımız ve çarpıtılan, eksiltilen, yanlışlarla tüketilen dilimiz; ülkemizin emperyalizm eliyle parçalanmasını körüklemekte. ABD; bütün bu ekinsel (kültürel) kışkırtmaları ve beyin yıkamaları, yalnızca Ortadoğu’da kendi çıkarlarını koruma amaçlı yapıyor ve tüm Ortadoğu’ya yaygınlaştırmaya çalışıyor. Ulusallığı modası geçmiş bir ideoloji, Kemalizmi sosyalizme uzak bir uygulama, Atatürk’ü diktatör olarak gözlerimize sokmaya çalışan, dinimizi siyasal yol gösterici olarak önümüze süren emperyalizm; solcu geçinenlerin de Atatürk’ü aşağılamaları sonucu ortalığı iyice karıştırmaya kalkışmalarından yararlanıp, böylece adına demokrasi, insan hakları falan dediği birtakım aldatmaca-oyunlar kullanarak toplumu iyiden iyiye şaşkınlığa sürüklüyor. Amaç; bizleri birbirimize yabancılaştırarak, “öteki”leştirerek ülkemizi parçalamaktır. Yıllar öncesinde; “Türkiye’deki sosyal uyanış ve bağımsızlık eğilimi önlenmelidir” diyen ABD; azgelişmiş ülkelerin özel girişimcileri ile işbirliği ilkesine dayanarak, her zaman ülkemize de, tüm az gelişmişlere de “yardımının” gerçek niteliğini gizlemiş, bu ülkelerin aydın insanlarını birbirleri için “ajan” olarak kullanmış ve kendi ulusal çıkarlarını gözetmiştir. ABD’nin uzmanlarının; “Ulusların kalkınmaları, kendi çıkarlarımıza uygun olduğunda desteklenir” diyerek gerçek amaçlarının “bizim savunmamız olmadığını” vurgulamalarına karşın ülkemiz insanlarının 2000’li yıllarda ABD güdümlü bir yönetime kucak dolusu oy verişlerini ise, “beyinlerinin AB’ye girerek varsıl Batılı olma” masallarıyla yıkanmış olduğu gerçeğiyle açıklamaya çalışmak, sanırım yanlış olmaz. Öte yandan dünyanın girdiği yeni çağ, her ne kadar bilişim çağıysa da, “Paranın Krallığı” emperyalizmin yumruğuyla ve bütün gücüyle tepemizde sallanıp durmakta çünkü Demokles’ in kılıcı gibi…20. yüzyıl başında aydınlarımıza “Para verelim” diyerek oynanmaya çalışılan ve Atatürk’ün şaşmaz bilinciyle önlenen emperyalist oyun, bugün bizleri artık iyice kucağına almış durumda… Bu oyunu bozmak yine bizim elimizde: Özel girişime, emperyalizmle bütünleşmiş işbirlikçi burjuvaziye dayanan ABD tipi demokrasiyi ve sömürge maşalarını ülkemizde alaşağı edip Atatürk ilkelerine geri dönerek yeni bir Kurtuluş Savaşı vermek de… Yazar Emin Değer’in de dediği gibi; “Bağımsızlık düşüncesini geliştirmiş ülkeler, ABD’nin etkinlik alanından çıkarlar.” (Oltadaki Balık Türkiye). Toplumumuzun ve aydınlarımızın bir kez daha Atatürkçülük üzerine iyice düşünmelerini dileyerek…

TANSU BELE
/ 25 kasım 2012

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir