SERMAYENİN GÜVENCESİ EMPERYALİZMDİR

SERMAYENİN GÜVENCESİ EMPERYALİZMDİR

Dünyanın bugünkü toplumsal ve siyasal yapılanması açısından; işçilerin birliği sermayeyi yenmeye yetecek midir? Şöyle ki, emperyalizmin 20. yüzyılda başlayan ve yalnızca ülkelerdeki işçi sınıflarına değil tüm anavatanlara müdahalesi anlamına gelen saldırı ve baskıları giderek artmış, yaygınlaşmış ve ülkeleri hegemonyası altına almaktadır. Emperyalizmin bu “küresel” saldırılarına karşı çıkan ilk ülke de Mustafa Kemal’in Türkiyesidir. “Vatan bilinci” zaten 19. yüzyılda tüm dünyada bilenmeye başlamıştı. Emperyalizme (o zamanlar-19. yüzyıl sonlarında- sömürgeleşme deniyordu) karşı millileşme (ırkçı ve faşist anlamda değil) ve vatan cephelerinin oluşması, milli kalkışmalar (Balkanlar vb.) aslında hep, şimdilerde adına emperyalizm (küreselleşme) dediğimiz Batı’nın sömürgecilik tutumuna karşıdır. Ancak bunun adına “sermayeye karşı savaş” denildiği zaman çelişkilere (solcuların lafazanlığı) düşülmüş, sanayi ve fabrikalaşmanın (ve kentleşmenin, dolayısıyla burjuvalaşmanın) karşısına çıkmanın ve patrona başkaldırının, salt işçinin parasal haklarını ve çıkarını (kentsel payını) savunmak gibi bir anlamı olduğuna inanılmıştır. Başka türlü dersem; köylü toplumlarda (Rusya, Çin, Anadolu vb.) kentli kişi olmanın; ya toprağını satıp kente göç ederek varoşlu olmak ya da kendi işinin (örneğin el arabasının) patronu olup köşeyi dönmek olduğu sanılmış, işçilikten, köylülükten vazgeçmekle ve burjuvalaşmakla özgürleşilebileceği, çağdaşlaşılabileceği düşünülmüş, dolayısıyla işçi/ köylü kitleler, küreselleşmenin ulusal fabrikaları büyük uluslar arası şirketler eliyle paylaşmasına ses çıkarmamıştır. Kentte bir iş, bir kat, bir araba sahibi olmak ve bunun için de sendikasız taşeron firmada boğaz tokluğuna çalışmak işçinin ideali olmuş, ülkenin toptan satılması artık onu ilgilendirmez bir duruma gelmiştir. İşçinin hak dediği şey, işte budur: Kazancını yükseltmek ve gerisini umursamamak. İşçi denilince de yanlış anlaşılmamalı; kentte okumuş, meslek sahibi (elektrikçiden avukata, bilgisayarcıdan mühendise, profesörden öğretmene, sanatçıdan aydına) herkes büyük kent sermayesinin (uluslar arası şirketlerin) “işçisi” olmayı, köylü ya da taşrada işçi-emekçi olmaya yeğler ve çağdaş bulur duruma gelmiştir. Dünyadaki ve ülkelerdeki yaşamların gittikçe kentleştiğini, köylülüğün yok edildiğini göz önüne alırsak, bence küreselleşmeye karşı işçi-köylü dayanışmasının milli çıkarlar doğrultusunda birleşerek “vatan” ve toprak açısından kalkışması doğrudur ama bugün için yetersizdir. Çünkü köylü toprağını savunmada ne kadar bilinçliyse kentli o kadar bilinçsizdir ve isteksizdir, dahası köylü kentleşmeyi yeğlemektedir. Metropol (kentleşme) olayı ve kentli kişi olma tutkusu, milli iradenin yolunu kesen en büyük engeldir bugün: Tüm kentler (kültürel ve ekonomik açıdan) dünyaya açılım ve dünyayla bütünleşme adı altında artık milliyetçiliği ırksal (faşist), tutucu bir olay olarak görmektedirler. Bilişim çağı dediğimiz iletişim teknolojisi biz kentlileri dünyanın bir ucundan öbür ucuna taşıyor. Dolayısıyla “insanlık” kavramının gündeme getirilişi küreselleşmenin çıkarcılığıyla birlikte biçim değiştirip ulusallık ve yurttaşlık bilincinin önüne dikiliyor. Oysa gerçekler hâlâ ulusal bilinçte atıyor. Milli kavramını, sanki eskimiş gibi kentlinin, işçinin, köylünün gözlerinden düşürmeye çalışanlar, insanların “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olacaklarını” gizlemek telaşı içindeler. Bence varoşlunun (işçinin) ve hâlâ var olan köylünün, kentli insanımızla milli bilinç çerçevesinde birleşebilmesi (Atatürk’ün yaptığı budur: O Kurtuluşu Anadolu’dan başlatmıştır) yurdumuzu kurtaracak tek çıkış yoludur. Burada kentli kişinin (kim olursa olsun) kişisel çıkarını bir yana bırakıp ülke çıkarlarını ön plana alarak toplumla bütünleşmesi ve küreselleşmenin (uluslar arası şirketler: ÇUŞ’lar, holdingler, petrol şirketleri) emperyal gücüne karşı çıkması gerekiyor. İşçi, köylü ve kentlilere (en önemlisi kentli kişi) “ben” yok “biz” varız gerçeğini anlatmamız ve küreselleşme karşısında vatan sathında bütünleşemezsek aslında bütün haklarımızı kaybederiz gerçeğini gösterebilmemiz gerekiyor (Türküne de Kürdüne de). Bu gerçek de “Atatürk’de birleştik” sloganımızda yatıyor. Evet; “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır”. Bunu, kentli (dolayısıyla da evrensel) geçinen aydınımıza ve işçimize yeni baştan anlatabilirsek ülkemize de haklarımıza da çıkarımıza da sahip çıkabileceğiz. Sorun; salt işçi- patron çekişmesi değil, yurt çıkarları sorunudur. Bu da kanımca daha çok kentleşme olgusuyla iç içe. Kentlilerimiz bugün artık, ülkemizin gelip dayandığı siyasal ve toplumsal açmazlar karşısında “ben ve çıkarım” demek yerine “biz ve ülkemizin çıkarı” demek zorundadır. Yoksa çok övündüğü “kentli” kimliği de emperyalist güçlerce ezilip yok edilecek, ülkesinin talanıyla birlikte kentlerinin de altı üstüne gelecektir. Bunu bilmek için, emperyalizmin bombaladığı Beyrut (çok önceleri Doğu’nun Paris’iydi), Bağdat, Libya kentlerine bakmak yeter… Libya’da bugün işçi-sermaye ilişkisi, emekçi-patron çekişmesi mi kaldı? Neden kalmadı? Çünkü ülke bütünlüğü paramparça edildi. Kentler terörist yuvalarına dönüştü. Mısır’ın çağdaş başkenti Kahire’de kan gövdeyi götürüyor. Başka türlü dersem, kentler sermayenin, sanayinin ve alışveriş/ ticaret/ ülke ekonomisinin nabzının attığı merkezlerdir. Ülke/ vatan bilincini bu merkezlerden söküp atarsanız, bunlar da ülkeyle birlikte çöker. Emperyalizmin amacı da budur. Sosyalizmin ve sosyalistlerin artık bu gerçeği görmesi gerekiyor. Tıpkı 20. yüzyılda Atatürk’ün, Lenin’in ve Mao’nun gördüğü gibi sosyalizmin emperyalizme direnişinin, “milli güçlerin birleştiği ülke” kavramı açısından harekete geçmesi gerekiyor. Çağdaş sosyalizm bu yolla direnişe geçecektir.

TANSU BELE/ Mart 2013

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir