SİERGİEY YESİENİN, ölümünün 114 ncü yılında: Yaşamı ve Oben Güney çevirisiyle şiirleri

SIERGIEY YESIENIN

(1895 Moskova – 28 Arlık 1925)

Ölümünün 114. Yılında Rus Ozanı Siergiey Yesienin yaşam öyküsünü ve şiirlerini; Oben Güney’in çevirisinden sunuyoruz. Elimizdeki orjinal metnin adını;

"YENİ DOĞMUŞ BİR ŞAFAKLI GÖĞÜN
YALIYOR DANACIK KIRMIZISINI" 

olarak belirlemiş ve iç kapakta: "1914-1925 Yılları Aarasında Basılmış yapıtlarından seçilerek alınmıştır." notu ve Oben Güney’in imzası bulunmaktadır. Burada sizlere sunduğumuz şiirler; elimizdeki çalışmadan seçilerek sunulmuştur.
Tevfik Yalçın 
 

SIERGIEY YESIENIN (1895 -1925)       İsodora Duncan

SIERGİEY YESİENiN, 1895 yılında, Moskova’ya 150 kilometre uzaklıktaki Razania dolaylarında doğmuştur. Tüm çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını köyde geçirmiştir. 1912’den sonra Moskova ve Pietrogrod’da oturmaya başlar. Başlangıçta alım satım işleriyle uğraşmış, sonra bir yayınevine düzeltmeci olarak girmiştir. İlk şiiri 1914’te basılmıştır. Köylü-işçi güzel yazın çevresine Surikov’un adına kurulmuş olan bir topluluğa katılarak girer. ‘’ Halkın dostu ’’ birliğinde sekreterlik yapmaya, yaşamını bu yolla kazanmaya çalışır. Hiçbir önemli öğrenimi yoktur. Yalnız Şaniavski’nin Halk Üniversitesinde dersler izlemiştir. Sanatçı, ilk şiirlerinin basılmasıyla birlikte güzelyazın tarihine adımını atar. İlk şiir betiği ‘’Radunitsa’’yı ( Slavların ölüler günü. İsa’nın doğduğu ilk gece kutsanır. ) 1916’da bastırır. 1921’de ‘’Varlık ve Sanat’’ adlı yazısıyla Moskova güzelduyucularını eleştirir. ‘’Yordan Güvercini’’de devrim sorunlarını işleyen yazılar yazar. Ozan 1925 yılının 28 Aralık akşamı intihar ederek yaşamını noktalar. Diğer önemli yapıtları: ‘’Serserinin Günah Çıkarması’’ (1921), ‘’Skandalistin Şiirleri’’ (1923), ‘’Moskova Panayırları’’ (1924), ‘’26’lar Üstüne Ballat’’ (1925).

Oben Güney Çevirisiyle SİERGİEY YESİENİN şiirleri (Kaynak: evetbenim.com arşivi Tevfik Yalçın)

Hoşçakal dostum, görüşmek üzere!
Açın sevgili dostlar, kardeşler yolumu!
Kara alınyazısında ayrılık-sözüm ona
Yakınları birbirine kavuşturma umudu…

Kalın sağlıcakla, tek sözsüz, el sıkışmadan
Acınma, yüzündeki hüzünlü gölgeyi deh’le!
İnsanlık yaşamında ölüm, yenilik değil
Yaşamsa aynı. Yok değişen hiçbir şey işte!

Leningrad 27 Aralık 1925 (63) (İntihar etmeden bir gün önce yazdığı şiiri) T.Yalçın

ANNEYE MEKTUP

………………

Olmaz öyle şey ana, rahatlasın yüreğin
Bu bir oyundur yalnız, yaralı, kanlı düğün
Artık ben o eski sarhoş adam değilim
Senden çok uzaklarda, söyle, nasıl ölürüm…

………………..

(1924) (41-43)

XXXXX

Çamur ve batak
Gök, kül mavi bir çizgi
Altın dal, iğne yaprak
Uğuldar orman içi.

Böcek yer serçecikler
Ağaç kabuklarından
Sonra bu şölen biter
Uyur tırpancılar akşam.

Gıcırdar arabalar
Dönerler dingilinde
Kuru ıhlamur kokar
Ezen tekerleklerde.

Sesleri bilinmezin
Çatlar kuru dallarda
Unutulan ülkenin
Dili, dudaklarımda…

(1914) (5)

XXXXXXXXXXX

Yeniden ailemin saman damı altındayım
Ülkem, hüzne bulamış dalgınlığını
Dağ üstünde bulanık karanlıklar
Avuçlarında taşıyor karlarım aklığını.

Günün boz bulutlu kırçıllıkları
Akıyor darmadağın yanımdan sessiz
Kıpırdıyor içimde ve sürüp gidiyor
Gecenin hüznündeki i bilinmeyen giz.

Yukarda soğan başlı Ortodoks kilisesi
Gökkuşağı gölgesi hep altına vuruyor
Ey dost düşleri, dost şölenleri
Gözlerim artık sizi fark edemiyor.

Bıraktır unutulmaya yıllarımızı
Sizler de bir yerlere gittiniz peşlerinden
Yalnız eskisi gibi birleştirir bizi su
Şu kanatlı değirmen türküler öğütürken.
Ve böyle sık sık akşamın sislerinde
Kırık seslerden akan bir sızıntı boyuna
Tütüp duran dünyaya dualar yolluyorum
Uzakta bulunanlar, dönmeyenler adına.

(1915) (7)

XXXXXXXXXXX

……………….

Sonum belli benim, ta en başlangıcından
Kaçınılmaz karanlıklardan geçmek.
Hiç kimse kurtulamaz zamandan
Herşeyi yok eden yeryüzünde HİÇ’e dek.

……………

(1916) (15)

ARKADAŞ

Sıradan bir işçinin oğluydu
Onu betimlemeye bir-iki söz yeterli
Yalnız şu kadar: Alnında kara perçemler
Gözleri yumuşak, koyu mavi.

Babası şafaktan akşama dek
El kapısındaki işe bel bükerdi
O, henüz koşamadı yardıma
İki dostu vardı: İsa ve Kedi.

Yaşlıydı kedi – ne duyar, ne koku alır
Yıllar var ki, unutmuştu fareleri
İsa – anasının kucağında otururken
Seyrederdi saçaklara konan güvercinleri.

Büyüdü Martin, haberli değildi kimse varlığından
Günler, yağmurlar gibi vurdu çinkolara
Yalnız, öğle yemekleri boyunca, yoksul
Babası ‘’Marsaillaise’’i öğretti ona.

‘’ Büyüyeceksin’’ dedi. ‘’Yıllar gelecek,
Anlayacaksın neden yoksul olduğumuzu
Bir tek su verilmiş çelikle titrer
Kara ekmek, her günlük, herkesi
n doyunduğu…’’

Sanki o anda, altında
Aynı pencerenin
İki el vuruverdi
Kanatlarıyla…

Bu bahar ışınlı
Sularla
Rus halkı
Kalktı ayağa…

Okyanus kabardı
Çaldı gök davulunu
Masmavi bir siste
Bakış parladı.

Kıvılcım içinde namlular
Yüzlerce soğumuş ölü bedeni
Kırıyor işte burada korku
Kendi kendisinin sert dişini…

Ve yükselme ve öfke
Ve bir bağırış: Hurra!
Kan akıyor durmadan
Dipsiz bir boğaza.

Ve işte gelip çattı birine
En son acımasız an
O ise aldırmadı bile
Ölümle yüz yüze geldiği zaman.

Bir kere bile korku nedir bilmedi
Ve vurulduğu sırada şimdi
Yakalamak istedi katılaşan eliyle
Umudun son biçimini.

Boşuna yaşamadı, boşuna
Çiçekleri vardı, ezdi kar
Başka şeyleri de, ne kadar da değişik
Yüreğinde taşıdığı umutlar

Ta ki, mermilerin arasında
Önünde dokunulmamış kapıların
Martin’e yolladı
Son baba çığlığını.

Morlaşmış dudaklarıyla
Uyuşmuş elleriyle
Eğdi ölü bedenini
Kapaklandı yere.

Ama birden dikti başını
Sildi yüzünün toprağını tozunu
Yeniden koştu evine
Kutsal resmin altında durdu.

-Yalnız kaldım ey İsa
Ulaşıyor mu sana sesim.
Çağırıyorum seni ve içimi döküyorum
Ben Martin arkadaşın senin.

Babam öldü savaşta
Öldü ama tatmadı zehrini yenilginin
Bu o işte, o bizi çağırıyor
Ey İsa, sevgili dostum benim.

Yardım istiyor bizden
Çağırıyor bizleri bu topraklara
Rus halkının savaştığı o yere
Baskıyla, zorbalıkla…

İsa eğdi başını
Dinledi günahsız sözleri
Ve işte indi yeryüzüne
İncecik ana eli.

Böylece ikisi de düştü yola
Daldılar akşamın karanlığına
Aklaşıverdi sessizlik
Yoksulluk dikildi ayağa…

Umutla götürüyor ikisini de
Eşitliğe ve özgürlüğe
Yüzlerine ılıkça esiyor
Yelleri şubatın taptaze…

O sırada mitralyöz sesleri
Aktı karanlıkta ateşlerle
Ve vuruldu gencecik İsa
Yakan uçuşlu mermiyle…

-Dinleyin!
Bir daha olmayacak dirilip göğe varma
Bedeni toprakta kalacak onun
Yatıyor,
Mart topraklarında
Altında çamurun…

Orda Ana’nın hüzünlendiği belde
Artık bir daha dönemeyeceği yerde
Oğulcuğunun,
Yapayalnız oturuyor
Yaşlı kedi pencerede
Pençesiyle av avlıyor.

Duvardan duvara koşuyor Martin
‘’Haydin atmacalar, ele geçirin!
Hah, artık yakalandı
Nah işte artık kafeste…’’

Ses donuklaşıyor, sessizlik yoğunlaşıyor
Biri boğuyor onu, yabancı biri acı veriyor
Ateşte yakıyor biri
Ama sesleniyor rahatlıkla
Pencerenin dışında.

Bu sönen, bu donukça parlayan
Yeniden
Çelikleşen
Söz:
C u m h u r i y e t !

(1917)

***********
Sabahleyin karga, ormanın kıyısında
Yelin şapkasını yalar
Alıp sonra kuru, sallanan dalın
Ucuna asar… (1918) (33)

***********

Ezgiler söyleyeceğim, ezgiler ve ezgiler
Kötülük yapamayın ne tavşana, keçiye
Eğer bir şeylere gözyaşı dökülürse,
Öyle ise bir şeylere gülmek de olanaklı.

Her elma sevinçler taşır bize
Vardır her insanın uyuklayan kötü yanı
Sonbaharda budar, akıllık bahçıvan
Başımdaki sararmış yaprakları.

Gökkuşağı bahçesine bir tek yol vardır
Ekim yelleri yıkar koruları durmadan
Herşeyi olup da, yoksul yaşamak için
Gezip tozdu bu dünyayı ozan.

Geldi inekler sırtlarını okşatmaya
Yürekle dinlemeli otlayan koyunları
Derine, daha derine şiirimin tırpanı
Kırmızı yapraklarla ört, güneşli tomurcukları.

(1919) (39)

***************

Masmavi gecede, yıldızlı karanlıkta
Gençtim yıllarca önce, çiçeği burnunda.

Acımasızca şimdi, önlenemez biçimde
Herşey geçti, uzakta, dumanların içinde…

Soğudu yürek, gözlerse sönükleşti
Ey yıldızlı gece! Mutluluk mavi!..

(Moskova-Gece 4-5 Ekim 1925) (57)

ÇİÇEKLER IV.

Ey çiçeklerim benim, öyle her insan
Bilmez kar yağdığını yüreciğime
Gene herkesler ondaki buzu
Eritemez kendine özgü ateşiyle.
Boğmayı beceremez kötülükleri
Herkesler el uzatıp da…
Ateşe doğru uçuyorum ben, pervane örneği
Ve yanıp tutuşanı öpüveriyorum onda.

(1925) (61)

26’LAR ÜSTÜNE BALLAD

……………………..
……………………..
……………………

Sosyalizm
Bayrak özgürlüğü
Halk yel gibi süpürüyor
Neyse kötü.
Ve orada, ülkemde
Kırbaçlamaz mıydı hiç
Beylerin başını
İlyiç.
Bizim sert babamız.
Doğu’daysa
Dolaşır bir yerlerde şimdi 26’lar üstüne Söylenti.
………………………
……………………
………………….
………………………

(1924)

İsadora Duncan: Siergiey Yesienin’in eşidir. Kendisi modern dansın öncüsü olarak görülür. Kısaca yaşam öyküsü: Isadora Duncan, ABD’li bir dansçıdır. 26 Mayıs 1877’de San Francisco, ABD’de doğdu,1922 yılında Rus şair Sergey Yesenin ile evlendi. Bu evlilikten olan 2 çocuğu (Deidre ve Patrick) talihsiz bir kaza sonucu Seine Nehri’ne yuvarlanan arabada boğularak öldü. Ardından kocası intihar etti. 50 yaşında sevgilisi Bugatti’nin üstü açık arabasıyla giderken şalı arabanın tekerleğine dolandı ve boynu kırılarak öldü. 14 Eylül 1927 Nice Fransa

     

SIERGIEY YESIENIN ve İSODARA DUNCAN      İsadora Duncan

Oben Güney hakkında geniş bilgi;yaşamı, şiirleri, tiyatro görüşleri ve yazdığı oyunlar hakkında evetbenim sitemizde geniş bilgi bulunmakatadır. İlgili sayfamız: Tiyatro/Sanatçı – Oben Güney

Teşekkür: Bu yazımızın hazırlanmasında bize yardımcı olan Oğuzhan Dalgıç ve yaptığı katkı ve açıklamalarıyla Hayati Asılyazıcı’ya teşekkür ederiz.

Fotoğraflar: goole web, İsadora Duncan öz geçmiş: wikipedia, Siergiey Yesienin özgeçmiş: Oben Güney çalışması.

Tevfik Yalçın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir