Türk Dili Dergisi
Aylık Dergi
Yıl: 27, Cilt: 27, Sayı: 160, ISSN 1301 – 465X OCAK – ŞUBAT 2014, Ederi: 7 TL.
Sorumlu Yönetmen: Ahmet Miskioğlu
Ahmet Miskioğlu
Ali Dündar
WALBES
WALBES
Ahmet Kocaman
Mehmet Yalçın
Mehmet Başaran
Mehmet Başaran
Fatma Gürel
İbtahim Ortaş
Cünayt Tandoğan
Lütfi Kaleli
Nuray Gök Aksamaz
Turhan Tan
Süreyya Ülker
Gökhan Çağlayan
Yıldız Tümerdem
Arife Kalender
Nevra Bucak
İbtahim Ortaş
Cünayt Tandoğan
Lütfi Kaleli
Nuray Gök Aksamaz
Turhan Tan
Süreyya Ülker
Gökhan Çağlayan
Yıldız Tümerdem
Arife Kalender
Nevra Bucak
Rahim Gür
Emine Erbaş
Tansu Bele
Emine Azboz
Turgut Acar
Ruşen Eşref Yılmaz
Sibel Güneşdoğdu
Ruşen Eşref Yılmaz
Sibel Güneşdoğdu
Hasan Akarsu
Arat Ovalı
Ahmet Miskioğlu: Türk Dili Dergisi Yönetmeni
Anımsamalar
Ahmet Miskioğlu
14 Aralık 1984 Cuma İstanbul
Bugün prafa oyun günümüz…
Saat 15.00'te buluşulacaktı. Ben, saat 16.00'da gelebildim. Sadi Samra beklemeyip gitmiş. Bu yüzden oyun oynayamadık. Fazıl Hüsnü Dağlarca, geç kalışım dolayısıyla gene sitem etti ve Sadi Samra'yı gücendirmiş olduğumu açıkladı.
Ben düşünüyorum da Sadi Samra'ya hak veriyorum. O, yaşamında kâğıt oyununa, oyun oynamaya çok eğilim duyan bir arkadaş. Biz ise, Türkiye'nin düzenini, bütün yeryüzünün düzenini izlemek isteyen, bu konularda tartışan ve şiiri, öyküyü romanı, kısacası yazın yapıtlarını izlemeye çalışan, yazın akımları ile ilgilenen, ürünler üreten alçakgönüllü insanlarız. Büyük bir ayrım var aramızda. Büyük bir ayrılık… Ona göre her gün ara vermeden prafa, poker ya da biriç oynamak gerekir, bu, yaşamak demektir.
Sadi Samra'ya Moda Deniz Kulübü'ne üye olmasını önereceğim. Deniz Kulübü'nün en saygın yerlerinden "Oyun Salonu", her gün belli saatlerde iğne atsanız yere düşmez. Sadi Samra orada çok sayıda oyuna düşkün arkadaş bulabilir.
*
Dağlarca ile bir masada oturmuş söyleşirken Eray Canberk geldi. İncelikli davranışı olan seçkin bir çocuk Eray. Dağlarca da beğeniyor onu.
Eray, benden Okan Baba'yı sordu.
"Epeyi bir zamandır göremedim!" dedim.
Eray'a tarihçi Zülfü Bey, Okan Baba'nın kendisiyle görüşmek istediğini söylemiş. 'Ben de Okan Baba ile görüşmek istiyorum." dedi. Ben, "Okan Baba, bir kitap bastıracak sanıyorum," dedim.
Söyleşilerimiz arasında, onun soruları dolayısıyla "Sait Faik" kitabımın yeni baskısını hazırladığımı söyledim. Kaça çıkabileceğini sordum. On altı on yedi forma? Eray, kendine göre hesap etti. "375.000 TL tutar aşağı yukarı" dedi.
Eray, kitabımı bir yayınevine bastırmamı önerdi. Ben de, "Siz bana kitabımı basacak yayınevi bulun!" dedim. "Var tanıdıklarım, konuşurum," dedi. Ayrılırken de ilgileneceğini yineledi bana.
*
Fazıl Hüsnü Dağlarca "Havaya Çizilen Dünya"yı 1985 yılı içinde yeniden kutlamak istiyormuş. Bu kitabının ellinci yıldönümünü kutlayacakmış. Hangi yazar kitabının ellinci yılını kutlayabilmiştir?
"Havaya Çizilen Dünya"nın ilk baskısı 1935'te yapılmıştı. O yıl, Dağlarca yirmi (20) yaşında idi. Bugün yetmiş yaşında. İlk kitabı da ellinci yaşına ulaşmış oluyor.
Ece Ayhan geldi oturdu yanımıza; Cemal Süreya daha önce gelip onu sormuştu bize ve beklemek üzere içerilerdeki bir masaya geçmişti. Ece Ayhan'a söyledik bu durumu; o da Vagon'un içerilerine geçti. Onlar gibi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirmiş olan "Ercüment Bey" de geldi. Kimilerinin "Dükdöcebeci"
diye adlandırdığı Ercüment Bey, oturdu masamıza. Söyleştik bir süre. Ercüment Bey, Ece Ayhan'ın kaymakamlık görevinden ve bütün kamu görevlerinden atılmış olduğunu açıkladı bize. Sonra da: «Beyin sayrılığı bu, ameliyat oldu, kurtuldu.» dedi. Ercüment de Ece Ayhan'ların masasına geçti. Sonra üçü birlikte Hatay Restaurant'a gittiler.
diye adlandırdığı Ercüment Bey, oturdu masamıza. Söyleştik bir süre. Ercüment Bey, Ece Ayhan'ın kaymakamlık görevinden ve bütün kamu görevlerinden atılmış olduğunu açıkladı bize. Sonra da: «Beyin sayrılığı bu, ameliyat oldu, kurtuldu.» dedi. Ercüment de Ece Ayhan'ların masasına geçti. Sonra üçü birlikte Hatay Restaurant'a gittiler.
Onların gidişinden çok sonra Dağlarca ile ben kalkıp Kadıköy Restoran'a geldik.Yedik, içtik söyleştik. Söyleşirken söz Lucyna Antonowicz-Bauer'den açıldı gene. "Hâlâ haberleşiyor musunuz?" diye sordu. "Sizin şiirlerinizi de Polonya diline çeviriyor o Türkolog," diye açıkladım Dağlarca'ya yeniden.
Dağlarca, "tahliye" davasını dün kazandığı yeni evinin adresini bana yazdırdı:
Artık, o adrese, Çiçekçi semtine taşınacak.
15 Aralık 1984 Cumartesi, İstanbul
Erkenden hazırlanıp çıktım evden.
Beyoğlu'nda Emek sinemasında güzel bir film var. Missis American. Amerika'yı da çok ağır eleştiren bir Hollywood filmi… Bugün Beyoğlu'ndayım…
Eve döndüğümde akşam olmuştu. Türkân da Suadiye Lisesi'ndeki derslerinden çoktan dönmüştü. Türkân'ın ablası Sevim Mersinoğulları da gelmişti. Küçük odada bir süre girip çalıştım. Yeğenim, Adapazarı Akşam Lisesi İngilizce Öğretmeni ve Teknik Üniversite İnşaat Fakültesi öğrencisi Nafi Miskioğlu da "Sürpriz" yaparak geldi.
Tam yemek zamanı. Türkân Hanım bizi yemeğe buyur etti.
Tarhana çorbası, patatesli köfte, çeşitli turşu, tahin helvası…
Tarhana çorbası, patatesli köfte, çeşitli turşu, tahin helvası…
Hep birlikte televizyon seyrettik.
16 Aralık 1984 Pazar, İstanbul
Kahvaltıdan sonra, yeğenim Nafi ile birlikte çıktık. Her zaman geldiğim Vagon kahvesinde oturup söyleştik. Vagon'daki yazar arkadaşlar, özel konuğum olduğunu düşünerek uzak durdular bize. Kadıköy İskele çevresinde dolaştık bir süre. Bütün günümüzü Nafi ile birlikte geçirdik. Özel birçok konumuzu konuştuk.
Eve döndüğümüzde sofra hazırlanmıştı.
Ben, Nafi, Türkân ve Sevim Hanım hep birlikte yemek yedik. Nafi, yatmadı bu gece, aldı çantasını Adapazarı'na gitti.
17 Aralık 1984 Pazartesi, İstanbul
Sevim Hanım bizden önce çıktı. Türkân'la ben birlikte çıktık. "Mavi Otobüs" durağına değin geldik. Türkân, Suadiye Lisesi'ne giden Mavi Otobüs'e bindi.
Ben çarşıda biraz dolaştım; Erzurum Kıraathanesi'ne geldim. Gazeteleri okuduktan sonra Vagon'a gittim. Gene Fazıl Hüsnü Dağlarca ile birlikteyiz. Öbür arkadaşlarla da…
Çantamdaki gazeteleri çıkarıp masanın üzerine koydum. Gazeteleri masada gördüler mi, ellerini uzatıp alıyor arkadaşlar, okumaya başlıyorlar. Her zaman gazete getirmeli.
Türkiye'den kaçan solcu örgüt yöneticileri, değişik çok sayıda örgüt yöneticisi (PKK, TKP, TSİP, TİP vs. örgüt yöneticileri) yurtdışında bir araya gelerek dayanışma yapacaklarını duyurmuşlar. Bundan sonra daha etkili çalışmalar yapacaklarını açıklamışlar.
Herkes kendine göre yorum yapıyor. Dağlarca şöyle dedi: "Yaşanmaz bir ülke durumuna geldi yurdumuz. Ama, biz nereye gideceğiz, burası bizim ülkemiz!"
Dağlarca ile birlikte çarşıya çıktık. O, birçok şeyler alıp çantasına doldurdu. Evde gereksinim olduğu için, ben, üçlü duy aldım. Dağlarca'dan ayrılarak biraz dolaştım. Saat 17.00'de kalkmıştık saat 18.15'te döndüm. Kahvenin girişten sonraki sağ kanepesinde Sami Karaören'le söyleşiyordu Dağlarca. Başka masaya oturdum.
Yanıma İlker Akçay geldi. O gittikten sonra Ece Ayhan geldi. Onunla konuşurken Cemal Süreya geldi. Cemal, Milliyet Sanat dergisinde yazıyor. Bizimle konuşurken orada yazdığı görüşlerini attı ortaya. "En büyük Yahya Kemal," diyor.
19 Aralık 1984 Çarşamba, İstanbul
Vagon kahvesine girdim. Baktım: Tarih Öğretmeni Rüştü Bey ve bir öğrenci babası olan öğretmen birlikte oturuyorlar. Beni masalarına çağırdılar. Özür diledim onlardan; yanlarındaki bir boş masaya Fazıl Hüsnü ile birlikte oturduk. Yanımızdaki başka bir boş masaya da İlker Akçay ile Enver Ercan oturdular. Derken Cemal Süreya geldi yanımıza.
Dağlarca, Cemal Süreya'nın Yahya Kemal üstüne yazdıklarını eleştirdi. Ve ekledi:
"Mehmet Kaplan'dan ne farkın kalıyor senin?" diye sordu. Cemal de:
"Yazdıklarımın üzerinde yeniden düşünürüm," dedi.
Cemal, yeni yazısını Milliyet Sanat'a bugün götürüp vermiş.
Biz söyleşirken Siyasal Bilgiler Fakültesi çıkışlılarından Ercüment Bey de geldi.
Ercüment, kaymakam iken Deniz Gezmiş'e telgraf çekmiş; çevresindeki astsubaylarla senli benli olmuş, çok eleştirilen davranışlarda bulunmuş. Ve sonunda meslekten atılmış. Cemal Süreya anlattı bize bunları. "Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenci iken de takma adı: Dükdöcebeci idi" dedi.
Önce Ercüment kalktı. Sonra Cemal kalktı. Cemal, hepimizin çay paralarını ödedi, gitti. Saat 20.00'de de ben kalktım.
20 Aralık 1984 Perşembe İstanbul
&nbs
p; Vagon'da yalnız oturuyorum. Önümde ayın dergileri. Bir yığın dergi… Fazıl Hüsnü geldi, ardından Sabri Koz geldi.
p; Vagon'da yalnız oturuyorum. Önümde ayın dergileri. Bir yığın dergi… Fazıl Hüsnü geldi, ardından Sabri Koz geldi.
Sabahattin Kudret Aksal ile Fazıl Hüsnü Dağlarca birbirlerini hiç sevmiyorlar! Bu duruma çok şaşıyorum, hem de çok üzülüyorum. Birbirlerine düşman gibiler! Ne yazık ki böyle…
Kahvede de, dışarıda da birbirlerinin yüzüne bakmıyorlar. Fazıl Hüsnü, Sabahattin Kudret için "Ne sinsidir o!" diyor. "Çıkarcı, içinden pazarlıklı." diyor.
Çok üzüldüğüm bir durum bu…
Sabahattin Kudret, İlker Akçay'ın masasında bir süre oturdu. Sonra kalktı gitti.
*
Fazıl Hüsnü ile Kadıköy Lokantasında içki aldık, söyleştik. Daha önce Türkân'a telefon ettim, bildirdim; günlerden beri yalnız kalamadığı ablası Sevim Hanım ile başbaşa kalmalarını da böylece sağladım.
Kadıköy lokantasından sonra yeniden Vagon'a geldik, tavla oynadık. Tavla oyunu bu: Şakalaşarak, tartışarak oynadık durduk… Böyle olunca, birçok seyirci de toplanıyor başımıza. Oyunumuz, bir gösteri havasına dönüşüyor. Seyirci arkadaşlar da şakalaşmalara katılıyorlar.
Dağlarca, Vagon'un baş garsonu için "53 Yaşındaki Çocuk" adlı bir şiir yazmış, ona verdi.
Alıntı: Türk Dili Dergisi 160.sayı/ Ahmet Miskioğlu: başyazısı – http://www.turkdilidergisi.org/
Sayfa düzeni ve görseller: Tenise Yalçın evetbenim
tenise@evetbenim.com
Haber Kaynak: Türk Dili Dergisi 160.sayı/ http://www.turkdilidergisi.org/
Başlık Yazısı: Ahmet Miskioğlu