YURTSEVERLİK SOSYALİZMLE BAĞDAŞAMAZ MI? Tansu Bele

 

      YURTSEVERLİK SOSYALİZMLE BAĞDAŞAMAZ MI?

     “Atatürkçülük sürekli bir devrimciliktir” der  Attila İlhan; dahası Atatürk’ün devrimle; batıcılığı (öykünmeciliği) değil, çağdaşlaşmayı hedeflediğini vurgular yapıtlarında… Çünkü Atatürk için çağdaşlaşma bir sentezdir; dünle bugünün, ayrışıp birleşerek, çarpışıp kaynaşarak gelecekte yeni olanı kurması demektir. Yani  devrimin özü diyalektiktir ve devrim, karşıtların zıtlığı yasasından hareket ederek tarihe damgasını vurur: Bu da, yine Attila İlhan’ın deyimiyle, “Atatürkçülüğün sosyalizme açık olduğunu” da gösterir. “Günümüzde çağdaş uygarlık düzeyi özgürlükçü bir sosyalizmdir, gerçek Mustafa Kemal devrimciliği içinde taşıdığı diyalektiğin zorunlu sonucu olarak, sosyalizmi de içerecektir.” (A.İlhan; Hangi Sağ, s.86)

Aynı bağlamda, 19. Yüzyılda Batı’nın ulaştığı yüksek teknolojik düzeyle bütün dünya ülkelerinin, çeşitli yollardan Batı Avrupa emperyalist kuşatmasıyla yarı  ya da tam sömürge düzeyine düştüklerini konu edinirken, bu kuşatmayı yarmanın tek yolunun da “Atatürk tipi devrimcilik” olduğunu öne sürer.  Şimdi; günümüz dünyasına baktığımızda gördüğümüz, Batılı ülkelerin artık 19. Yüzyıl’ın toplumsal ve ekonomik, sanayileşme ve teknolojik sınıf çıkarlarına uygun biçimde değil de (bunları içerse de) ülkeler arası çıkar/sömürü ilişkilerine göre hareket ettikleri gerçeğidir. Kısacası burjuva-proleterya karşıtlığına dayanan Batılı toplumsal yaşam biçimleri, giderek feodal yaşam koşullarına zorladıkları mazlum ülkeleri çıkarları doğrultusunda sömürme biçimine evrilmiştir. Bu (değişen) gerçeği ilk gören Atatürk oldu; onun “Yurt Savunması” dediği olgu ve çizdiği “Misak-ı Milli sınırları”, Batılı emperyalizmin ezdiği ülkelerin uyanmasına da ilk örneği oluşturdu. Atatürk’le birlikte Lenin de, “Marksizmin Bir Karikatürü: Emperyalist Ekonomizm” kitabında, “emperyalizmin eğilimini ortaya koydu: Ezilen dünya ülkelerini alabildiğine sömürebilmek için milli devletlerini de ortadan kaldırmak, tam sömürge haline getirmek.” (Doğu   Perinçek; Türkiye Solu ve PKK, s.17)  Bu bağlamda dünya ülkelerinin milli olan herşeyinin, emperyalist sömürü düzeni için engel olduğunu ve yıkılmak istendiğini  belirten D.Perinçek de,  buna karşın ABD’nin küreselleşme söylemiyle dinsel ve etniksel (ortaçağ düzeyinde) ayrılıkçılık uygulanan bu “mazlum”  ülkelerin,  Atatürk’ün de belirttiği gibi Asya’dan başlayarak bir bir uyandıklarını ve kendilerini geliştirdiklerini vurgular.  Ama… ”(Sovyetler Birliği KP önderi Ligaçev’in de belirtiği gibi) Sosyalist ülkeler ve Ezilen Dünya ülkeleri içindeki milli meseleleri şiddet yoluyla çözmeyi yeğleyerek silaha sarılanlar, bu yolda ısrar ettikleri zaman, emperyalist devletlerin güdümüne girmek zorunda kalırlar.”(a.g.y., s.23) Çünkü şiddet (terörist) hareketleri, güçlerini emperyalizmin kışkırttığı etnik ve dinsel temellere oturtmak zorundadırlar. Bir zamanlar devlet ve toplum kurumlarını elinde tutan burjuvaziye karşı  proletaryayı savunan solcuların kapitalist düzeni yıkmak amacıyla giriştikleri terörist eylemler gibi…Evet: Burjuvaziyle milli olanı eşdeğerde saymak, solculuğun sloganıydı. Burjuvaziyi destekleyen Atatürkçülüğü de faşist düşman saymak… Ama bu, aynı zamanda emperyalizmin milli devlet ve ulusalcılık tanımını yıkmak için kullandığı bir aracıdır da, işte bu nedenle solculuğu kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmiştir ABD, dahası “halkların özgürlüğü” sloganıyla Kürdistan hayallerini solculara PKK olarak yedirmiştir. Dünyanın her bölgesinde yaptığı gibi… Örnekse Kore’yi,Vietnam’ı bölerken aynı teraneyi kullanmıştır, dahası kendi askerine de “millilik!” kavramını yedirerek! Bugünse ipliği pazara çıktığından, artık “sağ” şiddeti kullanmaktan çekinmiyor: Sömürüye karşı “uyanan” sağı, “maşası” sağa kırdırıyor Türkiye’deki son darbe girişimindeki gibi… Ancak çok yakında emperyalizmin karşısına, “milli güçler” dünyanın her yöresinde batı taklidi değil çağdaş uluslaşma yolunda devrim olarak çıkacaktır. Ve bu devrim, kökünü uluslaşma sürecinde bulan sol bir dünyasal değişim olarak doğacaktır. Bunun ilk işaretini de yine Atatürk devrimcileri vermektedirler: Asya ülkelerinin ekonomik, toplumsal, teknolojik, siyasal çağdaşlaşma yolundaki  “milli” sentezli atılımlarıyla da birleşerek ve ülkesel, topraksal bütünlükleri içinde kalarak “öncü” olacaklar ve dünyayı küresel biçimde yine  değiştireceklerdir.                 

TANSU  BELE/ 15 Ağustos 2016

evetbenim4

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir