BANA WILLAM DEYİN
Shakespeare’den esinlenerek
Yazan-Yöneten Özdemir Nutku
OYUN PROGRAMI:
Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde (0216.418 95 49)
Özdemir Nutku
Dramaturg Hülya Nutku
Dekor-Giysi Selda Kulluk Yerdelen
Oynayan (Oscar) Zafer Diper
(İlk gösterim Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi)
Bizim Tiyatro / Bana William Deyin / 2009-2010
Bizim Tiyatro, 2009-2010 döneminde- Özdemir Nutku’nun yazıp-yönettiği, Zafer Diper’in Oyuncu-Oscar’ı oynadığı, Bana William Deyin adlı oyunu sergileyecek… Oyunun dramaturgluğunu Hülya Nutku üstleniyor. Oyunun dekor ve giysisi ise Selda Kulluk Yerdelen’e ait… Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde (0216.418 95 49) sergilenecek
Bizim Tiyatro / Bana William Deyin / Özdemir Nutku
Bizim Tiyatro, 2009-2010 döneminde William Shakespeare’den esinlenerek Özdemir Nutku’nun yazıp-yönettiği “Bana William Deyin!” adlı tek kişilik oyunu sergileyecek… Oyunun dramaturgluğunu Hülya Nutku üstleniyor. Oyunun dekor ve kostümü ise Selda Kulluk Yerdelen’e ait…
Yakın bir tarihte geniş-kapsamlı bir “Shakespeare Sözlüğü”ne imza atan Özdemir Nutku, birçok Shakespeare oyununun da çevirisini yapmış, dilimize kazandırmıştır..
Bana William Deyin; Shakespeare hayranı, istediği rollere bir türlü kavuşamamış bir oyuncunun(Oscar’ın) bir vodvil sonrası unutulduğu tiyatronun soyunma odasında; düş ve gerçek arasında, Shakespeare metinlerinden bölümler oynaması-yorumlaması üzerine kurulu… Geçmişte bir sirkte palyaçoluk yapan Oscar, “Palyaçolar güldürür, soytarılar doğruyu söyler” savından hareketle, ilerlemiş yaşına karşın-ve unutamadığı aşkı Lisa’nın da yaşantısına kattığı çağrışımlarla Shakespeare rollerini (ki özellikle soytarılarını) oynama tutkusu içinde, kendi kendine büyük ustadan kimi sahneleri canlandırmakta, ona sığınmaktadır bir bakıma.. Bu yalnız adamın dramı; yaşamda da, tiyatroda da istemediği rollerin oyuncusu olma durumudur. Oscar, acaba isteğine kavuşabilecek mi? Sorunun yanıtını, tek kişilik oyunlarıyla da (Yargı, Ölüm Uykudaydı, Özkıyım) tiyatroda uzun soluklu bir oyunculuk sergileyen Zafer Diper sunacak.
Bugünün metinleri başka metinlerle söyleşi içindedir, ‘Her metin bir alıntılar mozaiği gibi oluşur ve kendi içinde başka bir metnin eritilmesidir’ diyen, metinlerarası ilişkileri ilk kez tanımlayan Julia Kristeva’dan yola çıkarak “metinler arası ilişkilerde ana metin ile yararlanılan metin ilişkisini anlamak ve yorumlamak önemlidir” sonucuna varabiliriz.. Anlama-yorumlama-çözümleme eylemi yapıttan kendine dönerken zenginleşir. Bu da oyuncunun rolü değil, fondaki değişken metinlerin ortaya koyduğu öteki olma’nın algıladığı metne dönüşür. Yaşanmış olan düşsel olanı, düşsel olan yaşanmış olanı aydınlatır. Metinlerarası göndermeler anlamın ortaya çıktığı devingen bir alan oluşturur.
Oscar’ın ve tiyatronun Shakespeare gibi bir mirası olması izleyenleri de zenginleştirecektir.
İzledikten sonra artık ona “William..” diyebilirsiniz…
Hülya Nutku
TANSU BELE
İNSAN OYUNCU MUDUR?
Tansu Bele / Türk Dili Dergis
İnsan nedir? Bir oyuncu mudur? Yaşam da bir oyun mudur? Bu sorulara en içten ve derinlikli yanıtlar felsefeden gelir. Felsefe; yani insanın yaşamı ve kendini sorgulaması insa-nın “oynaması” konusunda düğümlenir. Varoluşçuluk (eksiztansiyalizm) bu oyunu, insanın kendini yeryüzünde var kılma çabaları olarak değerlendirir. İnsan yaşamı (zamanı) dünyaya geldiği ya da iki ayağının üzerinde durup düşünmeye başladığı andan beri bir “oyun” olarak görmüş, sürekli “oynamıştır” yeryüzünde: Kendine karşı da, yaşama karşı da doğaya karşı da… Ama kanımca en çok kendine karşı oynamıştır. Çünkü yaşadığının bilincindedir insan, öleceğinin de… Zaman yaşamın ta kendisidir. İnsan oynamasa, nasıl geçirecektir zamanı, onu nasıl aşacaktır?
İnsan Tanrı’yı bile bir oyuncu olarak düşünmüştür. Tanrı, insana göre kendisini izlemek için yaratmıştır dünyayı… Dünya onun yansımasıdır. Birçok dinde ve inanışta vardır bu dü-şünce. İlkçağ filozofları böyle düşünüyorlardı. İlkçağ (antikçağ) filozoflarından Parmenides; “Zaman (aion), oynayan, dama taşı süren bir çocuktur, bir çocuğun hakan oyunu!” der. Za-manın ya da Tanrı’nın oyunu…
Aynı zamanda insan, yeryüzünde “oynadığının” bilincinde olan bir varlıktır. Yaşamın bir oyun, kendisinin de bir oyuncu olduğunu bilmektedir. İnsanın kendi içindeki Tanrı’yı da bir oyuncu olarak düşünmesi ve onunla özdeşleşme çabaları bu bilincin en açık kanıtıdır.
İnsan; bir oyuncu olduğunu bildiği için mi tiyatroyu yarattı? Bence evet. Zamanı aşmak, kendini “sahnede” görmekle eşdeğerdedir. İnsan bunun bir hayal olduğunu da bilir ama yine de dener. Çünkü oyundur onu var kılan… Sahnede olduğunun bilincinde olan insan gerçekten yaşar. Yaşadığını duyumsar. Çünkü sahne, onun sonsuzluğa açılan penceresidir.
Bu gerçeği Shakespeare’den daha iyi, hangi tiyatro yazarı bilebilir? O değil midir oyunla-rında, bize yaşamın da ölümün de bir “oyun” olduğunu, sanki ikisinin de bir ve aynı şeyin iki yüzü olduğunu duyuran? Hangi yazar ondan daha iyi kavramış ya da yansıtmıştır bu gerçeği? Hiçbiri. Shakespeare’nin hâlâ güncelliğini korumasının gizemi de buradadır sanırım.
İnsan, oynadığı büyük “oyun”un yanında ayrıca bir zavallıdır da… O bütün acınası küçük-lüğüyle, güçsüzlüğüyle boyundan büyük bu oyuna koşullanmış bir mutsuz, yetersiz varlıktır. Bu zayıflığını da, oynadığı “oyun”un büyüklüğüyle gidermeye çalışır. Hamlet ne güzel anlatır güçsüzlüğünün gücünü!
İşte bütün bunları, ben bir tiyatro oyununu izlerken yeniden düşündüm. İzlediğim oyun, Bizim Tiyatro’nun yeni sahnelediği “Bana William Deyin” oyunuydu. Bütünüyle “entelektüel” , anlıkçı ve aydın işi bir oyun olan “Bana William Deyin”i, önemli tiyatro insanımız Özdemir Nutku yazmış. Tek kişilik bir oyun olan bu izletide, oyuncu Zafer Diper de harikalar yaratıyor. Oyun; yazarı Özdemir Nutku’nun deyimiyle; “Oscar adlı yaşlı bir aktörün, Shakes-peare tutkusu ile oynadığı roller ve Lisa’ya olan yitirilmiş aşkı ile yalnızlığı arasında geçen iç çatışması ‘Bana William Deyin’ oyununun omurgasını” oluşturmaktadır. Oscar, kimsenin görmek istemediği (ya da görmediği), “terk edilmiş bir insan”dır ya da yeryüzündeki yapayalnızlığa bırakılmış olan insanın ta kendisidir! Ama Oscar’ın belleğinde, Shakespeare’nin görkemli tiratları vardır. Bunları kendi kendine yineleyen Oscar, sıradan ve sevmediği, bayağı bulduğu bir oyunu ezberlemeye koşulludur. Kendisine verilen basit oyunu beğenmeyen Oscar daha büyük “oyunlar” peşindedir. Zavallı Oscar kendisini bir Shakespeare oyuncusu sayar! Hayalleri bu konuda çok büyüktür ve onun zavallılığını aşar. Belki de aşmasını sağlar. Shakespeare’in tiratları burada, zavallı Oscar’ın yüce hayalleri ya da acınası insanın yeryüzünde soyunduğu yüce oyunculuğu anlamını içerir. İnsan zavallıdır ama oyununu “yüce” oynar. Buna zorunlu hisseder kendini… Oyununu oynamak için de kendini yalnızlığına kilitler. Bu yalnızlık, insanın yarattığı bilimin, sanatın ve sonsuzluğun da gidiş yoludur. Bunlar insanı dünyadan, yaşamdan koparan hayalleridir; ama insan ancak onlarla varolabilir. Dünyada kendisini var kılabilir.
Shakespeare’le kendisini özdeşleştiren (bunu sahnede olağanüstü bir beceri ve sergilemeyle, Shakespeare masklarıyla gerçekleştiren Zafer Diper’in oyunu muhteşem) Oscar, zavallılığını, yaşlı bir ölümlü olduğunu, aşkla bütünlenemediğini ve yeryüzündeki yalnızlığını bütü-nüyle unutur. Hayalleri onun her şeyidir. Yaşama nedenidir. Hayalleri olmasa, bu hayallerle kendisini yüceltmese yaşayamaz Oscar… Kendisini bizzat Shakespeare’in kendisi olarak düşlemese varolamaz.
Yazarın oyununu yazarken düşündükleri bunlar mıydı bilemiyorum. Ama benim sahneden edindiğim izlenimlerim bunlar oldu ve bu “oyunu”, bütünüyle felsefi bir oyun olarak izledim. Bu yüzden entelektüel/ anlıkçı, düşünsel bir oyun diyorum. İnsanı yaşam, ölüm ve dünyadaki varoluşu üzerine düşündüren bir oyun; seslendiği izleyici de kanımca kendine özgü, belirli bir kesim olacaktır. Dünya, yaşam, kendisi ve varoluşu üzerine düşünmeyi seven bir kesim…
Zafer Diper, bu güzel oyunu olağanüstü bir edimle (performans) sergiliyor. Oscar’ın payla-ço ve vodvil oyuncusu oluşunu, insanın “yaşamsal soytarı”lığına başarıyla taşıyor. İnsanın, düşünen ve düşündüren bir soytarı olduğunun, soytarılığın işlevinin bu olduğunun altını ustaca çiziyor. Soytarının düşünceyle yaşam arasında dolanan çizgisini çok güzel veriyor. Farklı Shakespeare kişiliklerine bürünerek “oyuncunun oynama keyfini yaşadığı (Hülya Nutku)” süreçte “hem metinlerarası bir Shakespeare yolculuğuna” hem de insanın yeryüzü tragedyasına başarıyla götürüyor izleyiciyi… Bize insanın içinde bulunduğu dramı bulgulatıyor. Çağdaş tiyatronun kolaj denilen, “anlamlı bir bütün oluşturmak üzere parçaların yan yana gelişi” tekniğinden yararlanan oyun ve oyuncu (Zafer Diper), bizi insanın yeryüzündeki serüveninin anlamını sorgulamaya çekiyor.
Oyun içinde yararlanılan başka oyunlar ve Shakespeare alıntıları (Kral Lear, Hamlet, Othello, Venedik Taciri, Romeo ile Jülyet, Onikinci Gece, Beğendiğiniz Gibi) izleyiciyi yaşam ve giderek aşk üzerine irdeleme yapmaya çağırırken diğer alıntılar da (Palavracı Asker/ Plautus, Mavi Sakal- Maeterlinck) güldürürken düşünmesinin önünü açıyor.
Kısacası insanın yaratmasından palavra atmasına, düşünmesinden aşık olmasına, savaşmasından sevişmesine, siyasetinden toplumuna; yapıp ettiği her şeyin “yüce hayallerinin” yol açtığı bir oyun olduğunu düşündürüyor izleyiciye “Bana William Deyin” oyunu. İzlerken sürekli zavallı insanın sonsuzluğa uzanan, kendisini yeryüzünde kalıcı kılmasını içeren bitmez tükenmez hayallerini ve çabalarını düşünüyorsunuz. İnsanın tanrı düşüncesini de katarak kendi kendisini var kılmak için hayallerine dayanıp yücelmeye çalıştığını, bunu bir varoluş, kendini var kılma sorununa dönüştürdüğünü duyumsuyorsunuz.
Yazarın (Özdemir Nutku), dramaturjinin (Hülya Nutku) ve oyuncunun (Zafer Diper) başarısının yanı sıra dekor- kostüm çalışmasının da çok “yerinde” ve “açıklayıcı”, “oyunla bütünleşen” anlamlar taşıdığını söylemeden geçemeyeceğim. Selda Kulluk Yardelen’in başarılı çalışmasında, “Yaşam enerjisini, yaşama gücünü Shakespeare rollerini oynama tutkusu ve Lisa’ya duyduğu aşk(S.K.Yardelen)” tan alan yaşlı, başarısız bir oyuncunun iç dünyasını başarıyla bütünlediğini izliyoruz. Aksesuarlar çok amaçlı ve çok anlatıcı, açıklayıcı. Bu dekoru ve kostümleri olağanüstü bir oyunculuk becerisiyle ve anlatımıyla kullanan Zafer Diper bu oyunuyla kanımca kendi kendisini aşıyor. Oyun da oyuncu da bence dünya çapında ve bu oyunun, Avrupa sahnelerinde sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Oyuna emeği geçen başka herkesi, özellikle de yönetmen yardımcıları Aslı Nişancı ve Nazan Diper’i de yürekten kutlarım. Bizim Tiyatro, yalnız tiyatro açısından değil, düşün dünyamıza da katkıları olabilecek bir oyun sergilemiş. Elbette yazarının da büyük emeğiyle.
Tansu Bele / Türk Dili Dergisi
1981 yılından bu yana nitelikli, mesajı olan ve cesur metinleri sahneye taşıyan ve tüm kirlenmelere karşı amatör ruhunu koruyan Bizim Tiyatro, üretken tiyatro adamı Prof.Dr.Özdemir Nutku’nun Bana William Deyin oyunuyla perdelerini açtı…Oyunun yazarı Nutku, aynı zamanda yönettiği oyunda, Zafer Diper’in canlandırdığı Oscar adlı yaşlı oyuncunun kulisinde geçen birkaç saate birkaç oyundan bölümler sığdırmış. Yaşamı boyunca Shakespeare oyunlarından birinde başrol oynamayı hayal eden Oscar, vodvillerle yetinmek zorunda kalmıştır…Tiyatro uğruna gençlik aşkı Lisa’dan uzaklaşan Oscar, tiyatroda da bulmayı umduğu büyülü dünyaya kavuşamamıştır. Lisa’ya erişememekten duyduğu özlem, yıllar yılı tutkusunu daha da körüklemiştir…Oscar’ın yüreğinin bir yerinde hala sakladığı heyecanlarını, umutlarını, özlemlerini, kalbinin derinlerine hapsettiği aşkını, tutkularını, istemeyerek yaşamaya göz yumduğu hayatın yansımasını gözlerinde okuduğumuz, sesinde hissettiğimiz Zafer Diper, bir yıllık çalışmanın, emeğin ürününü sahnede sergiliyor. Diper’in abartı girdabına sürüklemeden, çizgisini taklide çevirmeden canlandırdığı onun üzerinde karakter, birer birer sahneye çıkıyor…Bağımsız tiyatro, özellikle içinde bulunduğumuz ortamda ihtiyaç duyduğumuz toplumsal dinamolardan bir tanesi. Takipçisi olarak bu bağımsızlığın sürdürülebilir kılınması sanatsever olarak bizim elimizde.
Ragıp Ertuğrul / Seyir Terası
******
Betül Memiş / BİRAZ DAHA SHAKESPEARE ALMAZ MISINIZ?
Oyun dört önemli ustayı da bir araya getiriyor, bu bakımdan peşrevi atlayıp, doğrudan konuya girmek de fayda görüyorum; Shakespeare, Özdemir Nutku, Hülya Nutku ve Zafer Diper… Olya, Yargı, Özkıyım, Dava gibi oyunlarıyla beyne küşayiş getiren ve hayatın makam durduğu tiyatroculardan Zafer Diper, yeni oyunu Bana William Deyin ile karşımızda… Metinler arası geçişiyle hümanist bir cover ortaya çıkaran Diper, bu performansıyla da 'mütemadiyen saygılar' başlığını hak ediyor…Öyküsü saçıldıkça cazibeler diyarında, keşfe yakın oturtan bir oyunla karşı karşıyayız:Bana William Deyin.. Oyunda, Oscar'ın belleğinde olan Shakespeare'in görkemli tiradları ile onun yaşamı ve yaptığı iş bir çelişki barındırsa da biz izlekler beşeri cennet vahasında, maruzatım var söylemiyle konuşlanıyoruz oturduğumuz koltuklara. Bir nevi Oscar'ın yalnızlığı
bugünkü insanların yalnızlığı; onun terkedilmişliği, bugünkü bireylerin terkedilmişlikleri oluyor. Ama o da, sanki bunu özellikle istiyormuş gibi, kendini dış dünyadan soyutlayarak bizlerin belleklerine muştuluyor. Oscar'ın gerçek ve hayal aleminde verdiği kavgada; insanın yeryüzündeki yalnızlığının sıfatlaştırılması, sudan karaya geçişteki ulu sızlanış ve belki de tanrılığa özenmesi yer alıyor…Bu yalnız adamın dramı; yaşamda da, tiyatroda da istemediği rollerin oyuncusu olma durumudur. Oscar'ın aynaya bakarak başlayan kendine konuşması zaman zaman bizlere, zaman zaman 'yukardaki'ne yöneliyor ki bu durum Shakespeare'in tiratları arasında sıkı bir serüvene sürüklüyor… Shakespeare'le kendisini özdeşleştiren ve aynı zamanda arka fonunu da Shakespeare masklarıyla süsleyen Oscar'ın ara ara düştüğü uykuları bizleri bilmediğimiz bir rüyaya yatırıyor. Uykular da netice de küçük ölümlerse, biz mi Oscar'ın, yoksa Oscar mı bizim gerçeğimiz ya da hayalimiz, bunu oyunun sonunda ekranda gördüğümüz maskta ve kapı altından atılan mektupta anlıyoruz. Sonu gizemli bitirmek istedim, maksat bu cümleleri buraya kondurmak değil, tiyatro rotasına sizi de kaydırmak…Memleketim coğrafyasında, uzun zamandır kediye kafa atan mücahit fare hissiyatıyla yaşayan bana, ilaç niyetine iyi gelen oyun sonrasında, ustayla sıkı bir de sohbete oturduk. Zafer Diper, güzel bir hayalinden bahsetti; "2011'de, çok farklı bir anlatımda ve görsellikte Hamlet'i sahneye koyacağım" dedi. Anlattığına göre hem de öyle bir Hamlet ki tüm ezberleri yeniden tanımlatacak cinsten. Durumun bir diğer naifliği ise; Bizim Tiyatro ilk açılışını 1981'de yine Diper'in başrolünü oynadığı Hamlet'le yapmış. Bu defa Hamlet, Diper'in oğlu olacak. Tabii ki sponsor işlerini halledebilirse. Umarım usta, istediği-hayalindeki Hamlet'i bana anlattığı heyecanla sahneye taşıyabilir… Betül Memiş / Bianet
Betül Memiş
Haber Kaynak: İleti Haber; Zafer Diper Bizim Tiyatro
Fotoğraflar: Bizim Tiyatro
bizimtiyatro@gmail.com
Alıntı: "İNSAN OYUNCU MUDUR?" Tansu Bele, Bizim Tiyatro
Haber Düzenleme: Tevfik Yalçın evetbenim.com