Denizhan Özer

 

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Söyleşi" ÇAĞDAŞ  SANAT"
Denizhan Özer
16 Mayıs 2008 Saat: 14.00 Grafik Bölümü

 

Afiş: "Söyleşi: Çağdaş Sanat" Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Grafik Bölümü  Denizhan Özer: Eser adı; "Köşedeki kadın", 1999 (londra) 

Denizhan Özer: Eser adı; "Kırmızı Sandalya", 1996 (londra)   Denizhan Özer: Eser adı; "Kendimiz için tuzak, 2002 (Bandırma)


Denizhan Özer

"Eserlerimde insan öğesi, bireysel ve toplumsal anlamda insan soruları hep ön plana çıkar. Özellikle dışlanan, ezilen, kaçan insanlar, yerlerini yurtlarını terk edenler, savaşlardan, terörden, yanlış politikalardan etkilenen ve her türlü zorluğa rağmen yaşamaya, mutlu olmaya çalışan insanları ve onların gerçek yaşam öykülerini anlatmaya çalışıyorum.

Hayatı taze ve yeniden keşfedilecek, yaşanılacak bir olgu, geçmişi ise belgelenerek hatırlanması, ders alınması, geleceğe aktarılması gereken bir zaman dilimi olarak kabul ediyorum. Bu yüzden yaptığım işlerde sanat ile hayat arasındaki ilişkiyi belgeleyerek ortaya çıkarmaya çalışıyorum.

Buna bağlı olarak günlük yaşam içinde karşıma çıkan olaylar, yaşadıklarım, okuduklarım, izlediklerim, deneyimlerim işlerimin yapısını kurmakta etkili oluyor. Uzunca bir dönem topladığım belgeler işlerimin içnde yer almaya başladı, yaptığım çalışamalar, hayatı zorlayan, zorlarken risk alan ve anlamlı mesajlar veren politik işlere dönüştü.

Yaptığım işlerde mekan önemli bir kavram olarak ön plana çıkar. Mekana uygun olarak çağdaş yöntemler ile hazırladığım enstalasyonlarda, genellikle hazır yapım olmayıp, dokümentasyona dayalı, işlenmiş, değiştirilmiş, yeniden yaratılmış objeler kullanırım. Bu parçalar anlatıma önemli ölçüde katkı sağlarlar."

Denizhan Özer

1962 Samsun, Türkiye doğumlu.
1987'den beri Londra'da yaşıyor ve çalışıyor.

Eğitim

1981-1986 BA Uludağ Universitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Bursa.
1989-1991 MA American University, Londra.

Ödüller / Burslar / Diğer

1985 Üçüncü Ödül, Uluslararası Gençlik Yılı Yarışması, Türkiye
1986 AFSAD 2 inci Fotograf Sempozyumu, Ankara, Türkiye
1986 BUFSAD Fotograf Derneği, Bursa, Türkiye
1987 İspanya'da "Archaeological Residency".
1989 "London Street Theatre" Kurucu Üyesi, Londra
1995 "Rainbow Arts Centre", Kurucu Üyesi, Londra
1996 "Turquoise Arts Group, London" Kurucu Üyesi
1996 "T-Union,London", Kurucu Üyesi

Kişisel Sergiler

1986 Olaf Palme'nin Anısına, Fotograf Sergisi, Ankara, Türkiye
1988 Fotograf Sergisi, Conway Hall, Londra
1990 Yeni Bir Dünya İçin, Performans, Chats Palace, Londra
1991 Kapitalist Karagöz, Resim, Diamora Gallery, Londra
1991 Siyah & Beyaz Resimler, Resim Chat's Palace,Londra
1991 New Dimension, Performans, Chat's Palace, Londra
1992 Art On The Green, Resim,Clissold Park, Londra
1992 Estetik Çöp, Resim, Ulusal Sanat Galerisi, Bursa, Türkiye
1993 Estetik Çöp, Resim, Zebra Galeri, Istanbul, Türkiye
1994 Gölgeler, Performans, Londra
1995 Estetik Çöp, Resim & Yerleştirme, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara
1995 Estetik Çöp, Resim, BM Çağdaş sanat Merkezi, İstanbul
1995 Siyah & Beyaz Resimler, Resim,Triada Sanat Merkezi, İstanbul, Türkiye
1996 Estetik Çöp, Resim, Dost Sanat Galerisi, Ankara
1997 Adsız, Yerleştirme, The Markovitch Gallery, London, Curator : B.Madra
2000 Halo, Yerleştirme, London School of Music,Vestry Hall, Londra
2001 Beyazın Ötesinde, Fotograf, Arcola Gallery, Londra

Seçilmiş Toplu Sergiler

1984 Toplu Sergi, Fotograf, Ortadoğu Üniversitesi, Ankara, Türkiye
1985 Mezunlar, Uludağ Üniversitesi, Bursa, Türkiye
1985 Fotograf Toplu Sergisi, Ulusal Sanat Galerisi, Bursa, Türkiye
1986 Fotograf Sergisi, BUFSAD, Bursa, Türkiye
1986 Live Aid in Africa, Fotograf, Akbank Sanat Galerisi, Bursa, Türkiye
1986 Bogran Zavinsky Sergisi, Fotograf, Varşova, Polonya
1988 Toplu Sergi, Resim, Newington Green Park, Londra
1991 Barış için Bir Mum Yakın, Resim, Diamora Gallery, Londra
1993 Toplu Sergi, Resim, Turkish Youth Association Art Gallery, Londra
1994 Toplu Sergi, Resim, Alexandra Palace, Londra
1995 Live Show, Performans, Palace Square, Londra
1996 Turquoise Arts Group, Yerleştirme, Stoke Newington Festival, Londra
1996 Turquoise Arts Group, Yerleştirme, Whitechapel Open Studio, Londra
1997 Turquoise Arts Group, Yerleştirme, Woodgreen Library, Londra
1997 Turquoise Arts Group, Yerleştirme, Stoke Newington Festival, Londra
1998 Kerteriz, Yerleştirme, T Union, Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul, Türkiye, Kürator: B.Madra
1998 Laughing Stock Exchange, Collaboration with Foreign Investment, Pozzo Pozozza Museum, Berlin
1999 Where are you from., Yerleştirme, T-Union, BM Çağdaş Sanat Merkezi, Kürator : B.Madra, İstanbul
2000 Toplu Sergi, Arcola Galery, Londra
2001 Toplu Sergi, Resim, St Martin`s Gallery, Londra
2001 Birinci Perde, Fotograf, Arcola Gallery, Londra
2001 Tiran Bienali, Yerleştirme, Tiran, Kürator : A. Antmen
2001 What if?, Reflections on choice Installation, 333 Kifisias, Atina, Kürator : G. Bal
2001 What if? In resident, in transit, Yerleştirme, Teesdale, St.,Londra, Kürator : G.Bal
2002 Unutulmuş Yerler, Fotograf, Arcola Gallery, Londra
2002 What If? Reflections on leaving across difference, Yerleştirme, Resim, Ankara Resim ve Heykel Müzesi, Kürator:G.Bal
2002 Göçebe Yansımalar, Yerleştirme, Eski Tekel Deposu, Bandırma, Kürator : G.Bal
2002 Tehlikeli Şeyler, Yerleştirme, Karşı Sanat, İstanbul, Kürator: L. Çalıkoğlu
2002 "60 Yıl, 60 Sanatçı", Yerleştirme, 12. Istanbul Sanat Fuarı – TÜYAP İstanbul, Küratorler: A.Akay, L.Çalıkoğlu, H.N.Gürel

 

 

Tarihin Melezleriyiz

Levent Çalıkoğlu

Tarihin bir anlamı var ise, bizleri meşru ve gayrimeşru kılma gücüne sahip olmasıdır. Başkalarının tarihlerine doğuyor, başkalarının tarihlerinden çıkıyor, başkalarının tarihlerine aitiz, başkalarının tarihleri için varız. Kurulup inşa edilen ve ardından karalanan, sonra tekrar kurulup inşa edilen ve tekrar karalanan tarihlerin melezleri, karışımları, hayal ve imgeleriyiz. Kimliğimiz, dilimiz ve cinsiyetimiz bu tarihlere uymadığı için mahcubiyet duyuyor, listeleniyor, sürülüyor ya da kavga ediyoruz. Kim olduğumuzu anlamamız için tarihe ve delillerine bakmamız gerektiği, hepimize ezberletilen sözümona en akılcı yöntem! Kendi dilimizi, bedenimizi, alışkanlıklarımızı oluşturmamız için tarihe bir bilirkişilik görevi yüklüyoruz.

Peki, akan, dönüşen, dile pelesenk olmuş şekliyle söylersek zincir gibi birbirine eklenen bir sürecin içerisindeysek, bu tarih nasıl kayda geçiriliyor, nasıl ezberletiliyor, nasıl bizi biz yapıyor?

Sorulması gereken sorular oldukça basit: Nesnel bir geçmiş ve bu geçmişin üzerine kurulan bir tarih anlayışı nasıl üretilir? Tarihe ışık tuttuğunu düşünen tarihçinin kullandığı yöntemler nasıl olurda eksiksiz bir biçimde geçmişi tümler? Tarihçinin kullandığı yöntemlerin kabul edilebilirliğini neye borçluyuz? Bu yöntemler tarih disiplini denen şeyi nasıl meşrulaştırır? Belirli bir olay, durum ve kişi üzerinden toplanan, işlenen bir bilginin ardında kalan deliller, nasıl olurda tam ve eksiksiz bir şekilde diğer olay, durum ve kişilere bağlanır ve onlar hakkında da bir açıklama getirdiğini iddia edebilir? Geçmişi doğrudan deneyimleyemediğimize göre onu yeniden kurmak için kullandığımız dil (tarihçinin kullandığı bugünkü dil) nasıl olurda eksiksiz bir geçerlilik taşır? Tarihçinin kullandığı dil nasıl olurda hem geçmişin yerine geçer hem de geçmişle kurmayı arzuladığımız etkin ilişkide tek ve vazgeçilmez bir araç işlevi görür? Tarihçinin keşfettiği ve delillerine dayanak oluşturduğu bir arşiv söz konusu ise, bu arşiv nasıl oluşmuştur, neden tüm bu deliller bir araya getirilmiştir ve neler yan yana getirilip neler dışarıda tutulmuştur? Geçmiş ilk günden bugüne tarihçiler tarafından bir anlatı formu olarak kurgulanmış ise, bu kurgu bugüne gelesiye kadar ne kadar bozulmuş ve değişime uğramıştır? Bizler de tarihçiler gibi geçmiş hakkında konuşurken ve yazarken onu kendimize özgü bir anlatı formuna soktuğumuza göre, tarihçinin de benzer bir kişisel tercihi uygulamadığına nasıl ikna olabiliriz?

Bütün bu reddediş sorularına karşılık en gerekli soru ise şudur: Tarih, ancak tarihçiler onu anlatı formunda yeniden kurduklarında, yarattıklarında tartışmaya açılabilir bir şey olmaya başlıyorsa, bu geçerliliği oluşturan dilin geçerliliğine mi, yoksa bu dilin “doğru” ya da “hakikat” olarak ileri sürdüklerine mi bakmamız gerekir?

Foucaultcu tarzda söyleyecek olursak; tarih herhangi bir şeyi nesnel olarak bilemez, çünkü ampirik nesnellik iddiasının kendisi zaten tarihsel ve kültürel bir kurmacadır. Doğrudan, tarihsel bir nedensellik olamayacağı gibi, birbirine bağlı neden ve sonuç ilişkisini temel kabul eden ve delillerden türetilen analizleri kesinlikli bir doğrulama olarak kabul edip iş gören bir tarih anlayışı da reddedilmesi gereken bir durumdur. Delillerle tekrar canlandırılan ve kurulan tarih, özünde tarihçinin bir gösterme aracı olarak dili mutlak ve karşı konulmaz bir geçerlilik olarak kabul etmesi ile işler. Tarihçinin rolü ve tarihçinin tarihle ilişkisi arasında da sakınımlı bir ilişki bulur Foucault. Tarihçinin geçmişi aslına uygun olarak yeniden kurma iddiasına hep bir kuşkuyla yaklaşır. Çünkü özünde tarihçinin de içerisinde yer aldığı bilgi hegemonyasının kendisini var ediş süreci kuşkuludur. Bu, tarihçinin de doğruladığı bilginin iktidar tarafından işlenmesi ve kullanılması biçimi ile aynı damardır ve tarihten kuşku duymak demek aynı zamanda iktidardan kuşku duymak demektir. Son tahlilde Foucault’nun dediği gibi, tarihçinin üzerinde çalıştığı geçmiş aslında onun hayal gücü ile etkileşim içerisinde olan bir yorumlama sürecinin sonunda belirir. Onun ve etrafındaki kültürün bu analizden beklentisi, ileri sürülen yorumlama yöntemlerinin algılanırlığı ve ortak bilinci oluşturan dil, hepsi de çözülmeye çalışılan tarihin bir parçası haline gelir.

Tarihsel bilgi örgütlenmiş bilgidir ve iktidarın hayatlarımızı denetlemek için kullandığı bir araca dönüşmüş bilgidir. Bu bilgi, şeyleri, dolayısıyla bizleri toplar ya da dışlar. İktidarlar tarihi otoritelerini mutlaklaştırmak üzere kullanırlar. Tarihin meşrulaştırıcı gücü ile iktidarın otoritesini sağlamlaştırma arzusu örtüşür, tek bir vücut olur. Bu noktada artık tarihi büyük olay ve kişilerin macerası ve etkinliği olarak değil, “özellikle disiplinlerin hakikati, otorite ve kesinlik iddiaları yoluyla toplumların bilgiyi nasıl yorumladığı, tahayyül ettiği, yarattığı, denetlediği, düzenlediği ve dağıttığına bakılarak” (1) tanımlamak gerekir. Unutmamamız gereken şey, tarihin aynı zamanda bizim de bir parçamızı yazdığı ve inşa ettiğidir. Şimdiki zamanda yazılan tarih, şimdi, şu an bizimle birlikte dolaşan geçmiş kipini bir hortlak gibi bugüne davet eder. Kullanılan dilin kirli doğası da bu temsile etki eden evsahibi pozisyonundadır. Dolayısıyla dilin elinde kalan tek güç, olayları öyküleştirmek (anlatmak) ve bu türün içinde işleyen (gerçeklik kazanan) bir bilme düzeni yaratmaktır. Bu, doğruluğu sınanabilir bir hikayeyi anlatmak değil, esas itibari ile kendi geçerliliğini kendisinde bulan bir hikaye anlatmaktır.

Açıktır ki tarih “fiilen olmuş olanın kaydı değil, tarihçilerin, verileri kendi sosyal gerçeklik versiyonuna göre örgütledikten sonra bize olmuş olana dair anlattıklarının kaydıdır. Yeniden kurmacıların ampirist tümevarımcı çıkarım sürecine (delillerden kalkarak geçmişe ilişkin hakikati temin etmeye) bağımlılığı, aldatmacadan başka bir şey değildir. Epistemin mecaz tarafından belirlenimi delillerin önemini azaltmaz, ama bunlara, dilin işlevi karşısında kaçınılmaz olarak ikinci rol biçer; yani anlatı içerikten önce gelir. Deliller başlangıç noktası değil, tarihin vardığı yerdir. Başlangıç noktası metafordur”.(2)

Sonuçta içinde yer aldığımız dünyayı kavrayabilmek için onu anlayabileceğimiz bir nedenselliğe ve belirli bir anlatı düzenine indirgeriz. “Tarih, toplum ya da iktidara ilişkin çeşitli nedenlerle kendimize anlattığımız bir hikayeden ibaret olabilir de olmayabilir de; ama aynı şekilde tarihi yaşanmış geçmişin öyküleştirilmiş halinin yeniden anlatılması, insanlara egemen epistemik figüratif anlatı yapılarına göre bir zamanlar tasarladığı tarih olarak kavramak da mümkündür. Foucault’ya göre tarih, sözcüklerle şeyler arasında toplumsal olarak keyfi bir biçimde kurulmuş ilişkilerin bir dil sistemi olarak var olur ve bu süreç aracılığıyla biz kendi anlatılarımızı yaratır ve yaşatırız”. (3)

Coğrafi sınırların ve modernist haritaların anlamsızlaştığı kültürel bir paradigma değişikliği içerisinde hiyerarşilerin bozulduğu, periferi ile merkezin yer değiştirdiği, zaman ve mekanın tekdüzelikten kurtulduğu, sanatın çoğul alternatifler tarafından yeniden kurulduğu bir şimdiki zamanı soluyoruz. Büyük bilgi ve anlatılar yerine, yaşantımızı yataylamasına kesen minör anlatı ve anlatımları önemsiyoruz. Sanatın iletken değil, yeniden iletişim kuran sivil bir gücünün olduğuna artık kani olduk. Böyle bir zamanda sanatçının kimliksel aidiyeti ve dünyayı kavrayış şeklide bütünselliğini yitiriyor. Bugünün sanatçısı üreten kişiden çok, üretileni dönüştüren veya ona yeni anlamlar veren kişi olmaya başladı. Kültüre çekidüzen vermek yerine, kültürün olanaklarının farkına varan ve olası potansiyelleri harekete geçiren bir sanatçı tipinden söz ediyoruz artık. Eskiden olduğu gibi dünya onun içinde değil, o dünyanın etrafında dönüyor, olay ve hikayeleri yarı iletken bir paratoner gibi aktarıyor.

Belki de bu yüzden sanat yapıtının işaret etmeye çalıştığı anlatıların başka coğrafyalardaki anlamları hep bir eksiklik ve yanlış anlama üzerine kurulu. Anlatıcısının kimliksizleştiği, kendi kökensel işaretlerinden kurtulduğu bir olasılıklar denizinde, anlatılar da melezleşiyor. Tek ve bütüncül bir hikaye yerine, farklı anlatım dillerinden, kodlardan ve anlamlardan beslenen sınırsız bir “şeyin” varlığından söz etmeye başlıyoruz. Kültürel işaretler arasında salınan sanat yapıtı sadece kendisini değil, aktarıcısının saf olmayan dünyasından izleri de sergiliyor. Anlatının ortaya çıkış nedenleri ile öteki coğrafyalardaki etkileri arasındaki kırılma, sanat yapıtını yeni bir gerçeklik olarak konumlandırmamıza olanak tanıyor. Anlatı, aktarıcı ve izleyicinin yer değiştirdiği ve her şeyin yeni baştan okunmaya elverişli olduğu potansiyel bir melezlilik hali, bugünün sanatının yeni dinamiği.

Bir anlatıyı oluşturan politik referanslar onu var eden düşünceden ayrı düşünülemez. Başkaları hakkında konuşmak, onların hayatlarına ilişkin bir anlatı oluşturmak politik olmanın belki de en kesin ve dolaysız hallerinden biri. Modern sanat bunu ne kadar gizlemeye ve dönüştürdüğü her şeyi sadece kendisine aitmiş gibi göstermeye çalışırsa çalışsın, bugünün sanatı, hayatına, hikayesine, coğrafyasına, kültürüne odaklandığı kişi ve durumları açık bir şekilde görünür kılıyor ve taraf tutuyor. Durumlar hakkında konuşmaya kalkışmak kişiye sınırsız bir özgürlük tanımıyor, aksine kendi konumunu düşünmeye ve politik olarak kimliğine çekidüzen vermeye davet ediyor.

Bir olay, durum ve kişiyi betimlemede kullanılan dil ve anlatış tarzı kesinlikle politik bir nitelik taşır. Kurmak, inşa etmek, giriş, gelişme ve sonuç akışını bozmak ve dilin olasılıklarını tersine çevirmek, varolan ve kanıksanmış tarihle özdeşleşmiş tüm bilginin, dolayısıyla politik olarak yerleşmiş, hakimiyet kurmuş olan bilginin de dinamitlenmesi anlamına gelir. Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir konuyu söz ve yazı ile bildirme, aktarma, başkalarına iletme işinin çoğunlukla masum olduğu düşünülür. Oysa bugünün maniple edilmiş görselliğinde hangi bilginin hangi bağlamda aktarıldığına dair tüm güvenilirliğin çöktüğünü hepimiz biliyoruz. Başka hikaye ve kişilere odaklanan sanatın kimi zaman masum davranmadığını da görüyoruz, ama yine de yitip giden gerçekliğin yerini alabilecek tek alternatif hâlâ o. Tarih, kurgu ve anlatı geleneği üzerine düşünen bir sergi “Melez Anlatılar”. Tarihin kurduğu ve ezberlettiği klişeleri, tarihin kendi mevcudiyetini ilan ederken kullandığı dil ve üslubu, ulus devletler ile özdeşleşmiş tarihleri sorunsallaştıran sanatçıları bir araya getiriyor.

Notlar

1. Michel Foucault, The Archaeology of Knowledge, New York, 1972
2. Alun Munslow, Tarihin Yapısökümü, Çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları. İstanbul 2000, s.189
3. Munslow, a.g.e., s.198

************

 

 

İletişim ve Ulaşım:

Ali Kılıç
e.mail: mralikilic@gmail.com
tel      : 0 286 218 00 18/ 1455
fax     : 0 286 218 05 34
gsm   : 0 539 430 91 27
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Grafik Bölümü
Terzioğlu Yerleşkesi
Çanakkale

Haber Kaynak: İleti Haber; Ali Kılıç
Özgeçmiş ve Denizhan Özer'in sanatını anlatımı sanalmuze.org, "Tarihin Melezleriyiz" Yazı; Levent Çalıkoğlu: Akbanksanat web sitesi,
Fotoğraflar: sanalmuze.org ve 9dragonheads.com
İngilizce Özgeçmiş: 
http://www.9dragonheads.com/9draonheads/2008-9dragonheads/2008artists.htm

Teşekkür: Denizhan Özer hakkında bilgi edinme çalışmalarımızda sanatçının dostu; Mustafa Çetin ile (www.mustafacetin.net ) internet ortamında karşılaşmak benim için güzel ve mutlu bir şans oldu. Bize yol gösterdi ve kolaylıklar sağladı. Dostu Denizhan Özer ile O da uzun süredir görüşememiş ve özlem ve selamlarını iletti. Şimdi bu görev Çanakkaleli genç grafikçilere düşüyor… İnanıyorum ki bu selamı sanatçıya ulaştıracaklar… Teşekkürler Mustafa Çetin, size de sonsuz teşekkürler… Sağolun'…

Haber düzenleme: Tevfik Yalçın evetbenim 
 

 

 
evetbenim
sanatı, sanatçıyı, yaşamı paylaşmak için…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir