Gözlem…

ÖĞRETMENİMİZ GÖZLEM YAPIN DEDİ

Türkçe dersinde, öğretmenimiz gözlem yapmak konusunda bilgi verdi. Gözlem yapmanın önemine değindi. Başarılı olmak, çevremizi tanımak için gözlem yapmak gerektiğini belirtti ve gelecek haftaya kadar bir gözlem yapıp defterimize yazmamızı, gözlem yazılarımızı sınıfta okutacağını söyledi. Gözlem yapmak için bakmasını bilmeli, varlıklara alıcı gözüyle bakmalıymışız. Gözümüz güzellikleri gördükçe güzelleşir, güzel bakan güzel görürmüş. Bakmasını bilmek, gözünü dört açmakla, dikkat etmekle, eğitimle olurmuş.
Öğretmenimiz ayrıca şöyle dedi;
“Bir hafta boyunca gözlem yapın, notlar alın. Altı günü boşa geçirip altıncı günün akşamı yazmaya kalkarsanız aklınıza bir şey gelmez, gelse bile işe yaramaz. Bunu unutmayın. Küçük notlar birikir, yani damlaya damlaya göl olur.”
Eve gider gitmez her yere alıcı gözüyle, dikkatle baktım. Köşeye örümcekler ağ germişler de görmemişiz. Hemen orayı bir süpürgeyle temizledim. Annem beni iş başında görünce hayret etti, “Hangi dağda kurt öldü?” diye sordu. Kocaman bir aferin çekti.
O hevesle balkona çıktım, etrafa göz gezdirmeye başladım. Şu işe bak; çoktan beri aradığımız terliğimizin bir teki oradaymış meğerse! Gözlem yapmanın yararlarını görmeye başlamıştım. Gülerek karşıya baktım. Ayşe teyze balkonlarına çamaşır asıyordu. Gülmemi yanlış anladı, suratı asıldı. Daha çocuğum ben. Kızacak ne var a teyze! Nasıl anlatırım şimdi ben ona gözlem yapmak amacıyla baktığımı? “Oğlunuz beni gözlüyordu” diye anneme babama söylemesinden korktum, hemen içeriye kaçtım.
Birkaç gün de bizim sınıfı gözledim. İşte gözlemlerim:
Sınıf başkanımız Domdom Ali, çok konuşan, bir türlü susmak bilmeyen arkadaşlarımıza tebeşir, kalem atar. Öğretmenimiz, “Yerler niye pis böyle?” diye sorduğu zaman, “Yere bir şey atmayın diye o kadar söylüyorum. Dinlemiyorlar hocam” diye zeytinyağı gibi üste çıkar, bizi suçlar.
Ayşe erkek gibidir maşallah! Kızdığı zaman erkek arkadaşlarına bile yumruk atar. Sportmen bir kızdır, hızlı koşar, yakalanmaz. Aynı zamanda iyi voleybol oynar.
Bahar teneffüslerde de ders çalışır. Konuları kitaptan noktası, virgülüne kadar ezberler. Her derste parmak kaldırır. Öğretmen söz vermezse küser.
Pişmiş Kelle Bekir en ciddi konuları bile gülerek anlatır. Öğretmenlerden o kadar azar işittiği halde bu gülme hastalığından bir türlü kurtulamamıştır.
Pisboğaz Cevat ise oburluğuyla ünlüdür. Ceplerinden fındık fıstık eksik olmaz. Teneffüslerde hemen kantine iner, alışveriş eder, ne bulursa atıştırır, açlığını yatıştırır. Onu arayanlar kantinde bulurlar. Ayrıca evden de bir şeyler getirir, yer, yedikçe fıçıya döner.
Süslü Nebahat yanında ayna, tarak taşır, ikide birde saçını başını düzeltir. Zil çalıncaya dek aynanın önünden ayrılmaz, gösteriş yapmayı sever. Okuldan çıkar çıkmaz, formasını çıkarır, vitrinleri seyreder ve manken gibi pozlar takınır.
Geveze Özcan’ın çenesi hiç kapanmaz. Tuvalette bile konuşur. Gece uykusunda da konuştuğu söyleniyor. Bu arkadaşımız her zaman, her yerde konuşur da öğretmenimiz tahtaya kaldırdığı zaman dut yemiş bülbüle döner. Boynunu büküp susar.
Sınıfımızdaki belli başlı tipler bunlar. Gerisini sonra anlatırım.
Gözlemimi biraz da mahallemize kaydırayım.
Mahalle bakkalı Dilaver Dayı ilginç bir tiptir. Dökük saçları, gözlerinin önüne düşmüş gözlükleri, çipil gözleriyle tıpkı bir kaplumbağaya benzer. Hareketleri de kaplumbağa gibi ağırdır. Hani bazı filmlerde hareketler yavaşlatılarak gösterilir ya, aynen öyledir davranışları, yürümesi, konuşması. Lafı ağzından kerpetenle alırsınız. Söz gelişi, “Şeker var mı?” diye sorarsınız. Şöyle bir yüzünüze bakar, fotoğrafınızı çekecekmiş gibi sizi birkaç dakika süzer, ondan sonra konuşur. Paranız peşinse biraz canlanır ama veresiye alışveriş yapıyorsanız hareketleri daha da ağırlaşır. Kamburunu çıkararak yürür, ikide birde yerlere tükürür.
Müşteri yoksulsa ayağa kalkmaya, konuşmaya tenezzül etmez. Dudak ucuyla ne istediğini sorar. Eğer müşterinin istediği şey kıtlığı çekilen, az bulunan bir malsa ya da zam olacağı söyleniyorsa yüzünü buruşturur, “Yok, kalmadı. Taze bitti” der. Hatırlı, paralı müşterilerin önünde yerlere kadar eğilir, kapının önüne çıkar, “Güle güle efendim. Gene bekleriz. Kapımız size her zaman açıktır” der. Boyu bir karıştır ama böyle durumlarda ağzı beş karış olur! Karısıyla ikide birde atışırlar, birbirlerine bağırır, kötü sözler söylerler. Ona:
“Fatma! Ocak başından bakma. Üsküdar’da sabah oldu, tembel tembel yatma!” der.
Karısı altta kalmaz, hemen bir cevap yetiştirir:
“Gene ne diyon sen tosba? Ağzını topla, bana çamur atma. Ben olmasam çamurda yatacaksın anladın mı budanmamış asma!” diye karşılık verir.
Kadıncağızın eli hiç boş durmaz, bir şeyler örer durur ama gene de kocasına yaranamaz. Ne ördüğünü soranlara, “Amcanızın başına çorap örüyom gadeşim” diye güler.
Kapı komşumuz İspirtocu Remzi gece gündüz içer. Arkadaşları onu kızdırmak yanlarında kibrit taşırlar “Yakarsam tutuşursun” diye kibriti çakar gibi yaparlar. Remzi bey:
“Ben zaten yanmışım kardeşim, bir de siz yakmayın, rica ederim” der.
Penaltı Faruk, futbolu çok seven bir ağabeyimizdir. Boğazından keser, hemen her maça gider ve maçtaki en ufak bir sert harekete, “Hakem, bu da mı penaltı değil?” diye bağırarak hakemin penaltı vermesini ister. Mahallede çocuklarla penaltı atma yarışı yapar. Gol atınca çocuklar gibi sevinir. Atamazsa şansının olmadığın söyler.
İyi ki şu gözlem yapma ödevini verdi öğretmenimiz. Onun sayesinde insanları ve çevremi daha iyi tanıdım, gördüm. Daha önce farkına varamadığım şeyleri fark ettim.
Size de aynı şeyi öneririm arkadaşlar. Öğretmeninizin ödev vermesini beklemeyin. Doğayı, çevreyi, insanları gözleyin, gördüklerinizi bir yere not edin. Böylece hem eğlenecek, hem bir şeyler öğrenecek, hem de nasıl yaşadığınızı anlayacak, yaşadığınızın, insan olduğunuzun bilincine varacaksınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir