Kalpak Oyun Eleştirisi Tevfik Yalçın

“Kalpak” Oyun Eleştirisi
Tevfik Yalçın

Oyunu 30 Ocak 2014 Saat:20.00
DT Küçük Sahne Beyoğlu
Gala Temsilinde izledim.

Aç kalan; önce namusunu yer.  Ekonominin en önemli kurallarından biridir. Aç kalan: neden önce namusunu yer? Tanımı gereği ekonomi: İnsanın sonsuz gereksinimlerini; dünyanın kıt olanaklarıyla karşılamak olmasından kaynaklanır. Herkese yetecek; ekmek, giyecek, içecek, konut, enerji vb. temel gereksinimlerin yeterince üretilmemesi başlıca nedendir. Ancak burada sorulması gereken soru şudur: “Açlık” neyle beslenir? Ne yer, ne içer? Kafa yorulması, düşünülmesi gereken de budur…

Genel olarak:

“Kalpak” oyunu adını; İkinci Dünya Savaşı’nda, Almanya’da savaş esiri olarak bir Alman esir kampından kaçan Rus Askeri Nikolaı Kalpak’ın soyadından almaktadır. Oyun Yazarı Wera Kissel bir Almandır. Wera Kissel 1959 yılında Heppenheim/Almanya’da doğmuştur. Sonuç olarak; savaş yaşamamış, en azından “Heil Hitler!”(*) diye haykırarak Nazi selamı vermemiş bir kuşağın yazarıdır. Ülkemizde 1959 tarihinde doğan bir insanımız İkinci Dünya Savaşı hakkında ne biliyorsa, Hitler Alman Faşizmi hakkında neler biliyorsa, Vera Kissel’de konuya tanıklıktan çok, öğrenerek bilgiye ulaşan bir konumdadır diyebiliriz. Başka bir deyişle oyunun kurgusundan; şaşırtıcı şeyler beklememek gerekmektedir.

Kalpak Oyunu, sinemaya konu olan; Volga Almanları, İkinci Dünya Savaşında Rus Steplerinde yaralı olarak bulunan Alman askerlerinin, Rus ailelerin ahırlarda kaçak olarak tedavi edip, sakladıkları ve daha sonra da evin kızına koca olarak uygun gördükleri bir öyküsü olmayan, bu konunun tam tersi bir konuyu içermektedir. Önce tutsak düşman askeri  olarak tanımlanan Nıkolaı Kalpak, daha sonra Garter ailesince nerdeyse konuk olarak nitelenip ortak yaşam içinde yer alırken; savaşın sonlarına doğru yeniden düşman tanımının içine itilip, kaçınılmaz sonuçla karşılaşmaktadır.

Savaş:
“Zorunlu olmadıkça; savaş bir cinayettir!…”  Mustafa Kemal Atatürk. Dünyanın yetiştirdiği sayılı komutan ve devlet adamı olarak bu özdeyişini; aklımızın bir köşesine yazıp, savaş tamtamlarının arkasından yalın ayak, başıkabak koşmadan önce; Mustafa Kemal Atatürk’ün bu özdeyişini sürekli anımsamalıyız.

“Savaşın İnsan Üzerindeki Etkileri(**)
İnsanlık tarihinin kayda alınan 5600 yılında 14 600’den fazla savaş yaşanmıştır. Her yıla yaklaşık 2.6 savaş düşmektedir. Her otuz yılı bir kuşak olarak kabul edecek olursak bu sürede yaşamış 185 kuşaktan sadece 10’u savaşsız bir ömür sürebilmiştir. Neredeyse hayatı boyunca savaş görmeyen bir insan yaşamamış gibidir.

20. yüzyılda yaşanan iki büyük Dünya Savaşı’ndan sonra, insanlık sanki barış ve huzur içinde yaşamaktaymış gibi bir yanılsama sık sık dile getirilir. Oysa II. Dünya Savaş’ından bu yana 150’ye yakın savaş gerçekleşmiştir ve bu savaşlara bağlı olarak 60 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaş’ından bu yana savaşlarda ölen insan sayısı, II. Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısının 3- 4 katıdır.

Savaş ve politik şiddet neden olduğu on milyonlarca can kaybı yanında bu rakamların birkaç katı kadar yaralı ve bundan daha da fazla psikolojik olarak hasarlanmış insan yaratır. Ayrıca milyonlarca kişi, şiddete maruz kalma endişesiyle yerinden yurdun olmakta, can güvenliğini sağlamak için çok travmatik göçler yaşamaktadırlar. Savaşa ve şiddete bağlı göçlerin yaygınlığı açısından bir örnek verecek olursak, 1990 yılında sığınmacıların ve kendi yurtlarında yerlerinden edilenlerin sayısı 30 milyon iken bu sayı 1993 yılında 43 milyona çıkmıştır.

Savaşın insan sağlığı üzerindeki tehdidi yalnızca savaş sırasında görülmüyor. Amerika'da askeri atıklar yüzünden, askeri tesislere yakın yerleşim yerlerinde yaşayanlarda kanser vakası giderek artıyor.

Asker ve Savaş Karşıtı Komitesi'nin (COMD) web sitesinde yer alan bir rapora göre, bu yerleşim yerlerinde doğan çocukların % 100'ü savaş kirliliğine maruz kalarak dünyaya geliyor. Bu sanayi bölgesindeki yetişkinlerin %90'ı, çocuklarınsa %80'i buna bağlı sinir sistemi, solunum yolları hastalıklarına sahipler. Kısacası savaşın doğrudan etkisinin asla görülmediği Amerika'da savaş endüstrisinin doğurduğu sonuçlar, savaşın etkisini nesiller boyu taşıyan savaş mağduru toplumları nasıl etkileyebildiğini göstermeye yarıyor. “

İkinci Dünya Savaşının tarihsel sürecini bu konudaki Askeri Tarihçilere ve strateji uzmanlarına bırakarak, kısaca nedenleri üzerinde bilgilenmekte yarar bulunmaktadır.

"2. DÜNYA SAVAŞININ NEDEN VE SONUÇLARI (***)
İkinci Dünya Savaşı, Alman'yanın 1 Eylül 1939′da Polonya’ya saldırması ile başladı. 3 Eylül’de İngiltere, onun arkasından Fransa, Polonya’ya yardım amacıyla Almanya’ya savaş ilan ettiler.

Savaş kısa zamanda alanını genişletti. İskandinavya’dan Kuzey Afrika’ya, Balkanlardan Manş kıyılarına kadar olan bütün yerleri Almanlar “Yıldırım Savaşı” usulüyle ele geçirdiler.

1939′da Sovyet Rusya ile Almanya arasında imzalanan dostluk paktına 22 Haziran 1941 tarihinde Alman orduları Rusya üzerine yürüdü. Bunun 12 Temmuz 1941′de Rus-İngiliz bağlaşması imzalandı.

7 Aralık 1941′de Japonya Havai Adalarındaki Pearl Harbour limanında bulunan Amerikan donanmasına baskın yapmak suretiyle savaşa girmiş oldu. Roosevelt Japonya’ya savaş ilan ederek Rusya ve İngiltere yanında İkinci Dünya Savaşına girdi (1941).

1942 yılında Mihver devletler her tarafta üstün bir durumda idi. Müttefikler ise bu beş yıl içinde hazırlıklarını tamamlamak için savunmada kaldılar.

1942 yılı sonlarında müttefikler duruma hakim olmağa başladılar. Az zamanda büyük bir hava kuvveti ve donanma yapmayı başaran Amerikalılar Pasifik’te Japonları geri çekilmeğe zorladılar.

1 Ekim 1943′de müttefikler Sicilya Adasından İtalya’yı geçerek birinci cepheyi açtılar. İtalyanlar bir süre sonra teslim oldular. 6 Haziran 1944′de müttefik kuvvetler Fransa’dan Normandiya kıyılarına çıkarma yaparak Almanya’ya karşı ikinci cepheyi açtılar.

1945 senesinde Nazi Partisi dağıldı. Yeni Almanya Hükümeti 7 Mayıs 1945′de kayıtsız şartsız teslim oldu. Savaş halinde olan yalnız Japonya kalmıştı. Amerikalılar Nagazaki ve Hiroşima üzerine atom bombaları attıktan sonra 1945′de Japonlar teslim oldular. Böylece İkinci Dünya Savaşının askeri safhası sona ermiş oldu.”

Oyun Eleştiri:

Oyunun konusu: “İkinci Dünya Savaşı’nın son günleri, Almanya’nın mağlubiyetinin belirginleşmeye başladığı zamanlarda, Elsbeth, evine sığınan bir Rus  askeri olan Kalpak’ı saklamaktadır. Birlikte geçirilen vakitler, savaşın acı yüzüyle birleştiğinde, Elsbeth ve Kalpak’ın birbirleriyle ilişkileri enteresan bir evrim geçirecektir. Savaş yalnızca düşman iki taraf arasında verilmez şüphesiz. Asıl savaş insanın, özellikle de bir kadının kendisiyle verdiği savaştır.” (****)

Bu süreç içinde gereksinimlerin karşılanmasında; savaş ekonomisi nedeniyle para yoktur, yiyecek ve hizmetler; değiş-tokuşla yapılmaktadır. Gençler Nazi örgütlerinde görev yaparken ve savaş taraftarı ideolojilerle beyinleri yıkanırken; yağmacılık, hırsızlık, ahlaksızlık sektör haline gelmiştir. Kocaları askerde olan kadınların başka bir sıkıntısı da “erkek özleminin” artık içsel bir istek olmaktan çıkıp, dışsal bir anlatıma dönerek açıkça dillendirilmesidir. Yaşlı-genç kadınlar “erkeklerin” neye benzediklerini, davranış biçimlerini, isteklerini yeniden anımsayıp; başta Burc Nine olmak üzere öznel yaklaşımlarını anlatmaktadırlar.   İşte tam bu olayların ortasına esir Rus Askeri Nıkolaı Kalpak gökten zembille iner gibi evin kilerinde belirir. Kıt olan yiyeceklere ortak olur ama kadınlar tarafından da kendisine, arzulanır bir talep vardır. Almanlar için savaş cephede kötü gitmektedir… İstekle ve inanarak verilen “Yaşa Hitler!..” selamları, istemeyerek ve inanmadan, korkarak verilir. Bu noktada “savaş” beslenmeye devam eder, insanın her türlü değer ve erdemlerini büyük bir iştahla tüketmeye devam eder…

Yaratıcı kadro:

KALPAK
İstanbul Devlet Tiyatroları
Yazan: VERA KISSEL, Çeviren: YÜCEL ERTEN, Yöneten: ALİ ATİLLA ŞENDİL
OYUN EKİBİ
Dekor Tasarımı: Behlüldane Tor, Giysi Tasarımı: Sena Pınar Sum, Işık Tasarımı: Önder Ay, Müzik Direktörü: Hakan Ateş, Yönetmen Yardımcısı: Senem Cevher, Asistan: Tuba Karabey, Sahne Amiri: Özgür Ayaz, Cem Kenar, Kondüvit: Ersin Sönmez, Işık Kumanda: Kaan Eman

OYUNCULAR
Mine Tüfekçioğlu, İpek Büyükakın, Kutay Şahin, Mehlika Balkan, Sevinç Erol, Suna Selen, Tuba Karabey, Zeynep İdil Arıkan

Oyunu yöneten Ali Atilla Şendil; oyunun dramatik yapısı ve eylem tutarlılığının ön planda olmasına önem vermiş. İlk kez bir oyunda patlayan bombalar, savaşın ses kirliliğinden uzak, söz ve hareket birlikteliğinin güzel bir örneğinin ortaya konulmuş olmasını izledim. Kadın erkek yakınlaşmasında, Nıkolaı Kalpak’a saldırılması sahnesindeki çözümlemeler çok başarılı. Savaşı konu alan bir oyunda; insanın vazgeçilmez gereksinmelerini öne çıkarırken ve karşılanmalarında abartısız, sıradanlıkla anlatabilmek, bunu yaparken de gereksiz şiddeti dışarıda tutup, savaştaki insan yaşamını olağan olarak anlatabilmesi, oyuncuların ortaya koydukları karakterlerde hareket alanlarının çok iyi belirlenmiş olması başarılıydı. Belki de bu oyunda yöneten için zor olan; ne savaştan yana olmak, ne de insanlardan yana olmak. Bu zor bir ikilem!? Ne var ki yöneten sanattan yana olunca; konu kendiliğinden çözüme kavuşuyor, belki de “yöneten” olmak; bu demek.

Dekor: Salona giren seyirciler, Behlüldane Tor’un yaptığı dekor karşısında hayranlıklarını gizleyemediler ve fotoğraf anonsu yapılmadığı için de telefonlarıyla dekorun fotoğrafını çekmeye başladılar. Çok düşünülmüş, çok çalışılmış, insanda hayranlık bırakan bir dekor.  Oyunun dekoru kuramsal olarak savaştan, bombalardan etkilenmiş bir ev olması gerekiyor. Kısaca yıkılmış, ev olma niteliğini kaybetmiş bir ev. Ancak bu evde insanlar savaşa karşın yaşamlarını sürdürmeliler. Dekor; savaşın izlerini de taşıyacak, rengini, kokusunu, görünümünü de taşıyacak ve savaştaki insan yaşamına da ev sahipliği yapacak. Ayrıca konumuz sanat olduğuna göre; işin, ortaya konan çabanın bir estetiği (duyumu) olacak… İşte bunların hepsi Kalpak Oyunu’nun dekorunda vardı. Dekor; çok başarılıydı, tüm içtenliğimle kutluyorum…

Müzik Direktörü: Hakan Ateş, oyunun müziklerindeki seçimini; Adolf Hitler’in hayranı olduğu, Vagner’in Lohengrin operasının müziklerini kullanarak oluşturmuş. Bu ilginç bir seçim olarak görülse de ben özgün bir müziğin oyun için daha tamamlayıcı, daha yaratıcı ve yeni olanaklar sağlayacağına inanmaktayım. Yine de müzikler için yapılan seçime saygı duyuyorum.

Kostüm Tasarımı: Sena Pınar Sum, çalışmasında savaş koşullarını dikkate almış ve dekora uygunluk sağlamış. Ancak “partal” diyeceğimiz giysiler içinde oyuncuların ve özellikle Martıne rolünde İpek Büyükakın’ın oyunculuğunu etkilediği görüşündeyim. Aynı sorun; Sevinç Erol için de geçerli. Burada kostüm konusunda; çok önemli bir rolde olan İpek Büyükakın’ın kostümüne ara çözümler getirilmeli görüşümden geri dönemiyorum.  Diğer kostümler için dönemsel ve uyum konusunda; başarılı olduğunu söyleyebilirim.

Oyuncular:
Elsbeth Gartner rolünde Mine Tüfekçioğlu; oyunun tümü içinde sergilediği oyunculukla çok başarılıydı. Yaptığı tiplemelerde; terzi, anne, asker karısı, içgüdüleriyle baş edemeyen kadın rollerinde deneyim ve birikimlerini çok iyi kullandı. Oyunun genel olarak sınırlarını belirleyen bir oyunculukla; oyunu ayakta tuttu.

Martha Gartner rolünde İpek Büyükakın; Neredeyse bir baş rol. Bu role uygun görülen sanatçının yeterliliğini tartışmasak da gerek sesini kullanışında, gerekse oyunun dönüm noktalarında oyuna geride kalarak girdi. Sürekli koşuşturmaca içinde olması nedeniyle oyunculuğunu tam göremedik. Oyunun başlangıcında “Kızlar Birliği Üyesi” kimliğiyle bir erkek çocuk portresi çizerken, Kalpak’a duyduğu yakınlaşma konusunda bir genç kız gibi görülmedi. Oyunun keskin dönemeçlerinde vardı ama bunu sanatsallıkla tam bütünleştirdi mi, bu soru ortada kaldı. Bu rol için İpek Büyükakın’a bir-iki gizemli dokunuş gerekiyor…

Nıkolaı Kalpak rolünde Kutay Şahin; korkan, ürkmüş, sertliğe başvurmayan, konumunu başkalarının davranışlarına göre belirleyen bir ortam adamı; Tutsak. Nereden, nereye nasıl geldiğini anlatma konusunda; tek kişilik bir oyun ve oyuncu sorumluğu içinde. Rolünü oyuna hizmet eden noktada tutmasını çok iyi bildi. Bu konum oyunculuğunu tam sergilemesini durdursa da aşırı öne çıkması oyunun bütünü i
çin uygun olmayabilirdi.

Bayan Müncheberger rolünde Mehlika Balkan. Çok başarılıydı… Seyirci için savaşın gelişmesini ve sonucu anlatımda özel bir görevi vardı. Savaşın ayaklı gazetesiydi. Küçük burjuva özlemlerini anlatırken, vücut dili ve sesini çok iyi kullandı. Oynadığı rolün karakterini dışa vurmada ve hem savaşın içinde, hem de savaşın dışında kalmadaki tiplemesi mükemmeldi.

Schmıttsche rolünde Sevinç Erol; rolünün sınırlarını çok iyi kavramış, ondan istenileni rolünü riske atmadan oynayan ve oyuna hizmet eden oyunculuğu, solo oynaması gereken bölümlerde aşırılığa kaçmadan durmasını bilen bir oyunculuk sergiledi. Başarılıydı, kutluyorum.

Buck Nine rolünde Suna Selen; Ne diyebilirim ki çok başarılıydı. İki Dünya Savaşı görmüş kadın olarak Martha’ya söylediği “Savaşlarda açlık olur. Hep olmuştur!” ve savaştaki erkekleri nasıl ve ne olduklarını gençlere anlatışında “Erkeğin nefsi uyanmaya görsün!  Ölünün bile ırzına geçer…”  sözleri kulaklarımda çınlamaya devam ediyor. Teşekkürler Suna Selen.

Anna rolünde Tuba Karabey, Luıse rolünde İdil Arıkan: Kutluyorum ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Sonuç:
Yazımızın başlangıcında; savaşın, insanlara getirdiği “açlık”tan söz etmiş ve bir soru sormuştuk:
“Açlık” neyle beslenir? Ne yer, ne içer? Kafa yorulması, düşünülmesi gereken de budur…” Açlık: Savaşlardan, doğal yıkımlardan, kötü yönetimlerden, salgın hastalıklardan beslenir. Diktatörleri, baskı rejimlerini, iç savaşları, terörü, kötü siyasetçileri çok sever.  En çok da savaşları sever. Savaşın iki temel insan tanımlaması vardır. “Dost ve Düşman”. Zorunlu olmadıkça “İnsanı” düşman olarak tanımlamamak; “barış”a giden en doğru yoldur.

Bir yabancı gazeteci, Mustafa Kemal Atatürk’e sorar:

“Siz bu devrimleri nasıl yapıyorsunuz?
“Önündeki engelleri kaldırıyorum ve kendiliğinden oluyor…” yanıtını verir.

İnsanlık; ”barış”ın önündeki engelleri kaldırdıkça; savaştan söz etmek, savaşmak gerekmeyecektir. Yine de bizleri korkutan: Dünya uluslarının yeni Hitler’ler çıkaracak potansiyellerinin var olması, insanlık için bir tehdit olarak ortada durmasıdır.

“Kalpak” oyununu tüm içtenliğimle sanatsever halkımıza; bir bilinç tazelenmesi olarak öneriyorum. Bu oyunu bizlere sunan İstanbul Devlet Tiyatrosu Yönetimine, sanatçı kadrosuna, teknik ve diğer elemanlarına ve gala gecesinde bizleri konuk eden Basın ve Halkla İlişkiler bölümüne sonsuz teşekkür ediyorum.

Saygılarımla,
Tevfik Yalçın
evetbenim@gmail.com
www.evetbenim.com

(*) Hitler selamı bugün Almanya ve Avusturya’da suç sayılırken bu selam zamanında halk ve devlet personeli için verilmesi zorunlu bir selamdı. Hitler selamını verirken sağ elin parmakları birleştirilir ve sağ kol kafa hizasında kaldırılır. Avuç içinin parelel olarak olduğu bu pozisyonda Heil Hitler denerek esas duruşa geçilir.

Aslında birçok kesim tarafından Hi Hitler diye bilinen bu selamdaki seslenişin aslı Heil Hitler’dir. Heil almanların sıkça kullandıklar Sieg Heil kelimesinden gelir. Seig Heil zafere seslen anlamına gelsede Heil Hitler selamında kullanılan Heil kutsal anlamına gelir. Yani Kutsal Hitler yada Yaşasın Hitler.
http://www.webtesin.com/hitler-selami-nasil-verilir.html

(**) Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/213062-savaslarin-insanlar-uzerindeki-etkileri-nelerdir-2.html#ixzz2sAzGYcAj

(***) http://borazaga.blogcu.com/2-dunya-savasinin-neden-ve-sonuclari/3300149

(****) Kalpak Oyunu Kitapçık DT

             

      
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir