Sanatın, Sermaye Piyasası İçindeki Yeri
Röportaj: sorular ; BETÜL BÜŞRA ŞANLI , yanıtlar; TEVFİK YALÇIN
7 MAYIS 2013, Ziverbey-Kadıköy/İSTANBUL
Güzel bir salı gününde evetbenim.com sitesinin kurucusu ve yönetmeni Sayın Tevfik Yalçın’ın evine konuk oldum. Kendisiyle sanat hakkında yararlı ve bir o kadar da eğlenceli bir röportaj yaptık.
ÖNCELİKLE SANATA OLAN İLGİNİZ NE ZAMAN BAŞLADI?
– Sanata olan ilgim ilkokul yıllarında başladı. Resim yapmayı annemden öğrendim. Annem, çok güzel kalemi kaldırmadan deve resmi yapardı. O zaman Kayseri’deydik. Ama o zamanlar annem bana resimde; kâğıt ve kalem arasındaki etkileşimi gösterdi ve resme olan ilgimi çekti. Biz şanslı bir kuşağız, 1946 doğumlu birisi olarak lise dönemlerinde bizde resim ve müzik dersleri haftada 2 saat falandı. Derslerde resim konusunda ciddi birikimi olan, o dönem Gazi Eğitim mezunu insanlar, öğretmenler girerdi derse. Hatta son lisem Bandırma Şehit Mehmet Gönenç Lisesi’nde, bütün öğretmenlerimiz fakülte mezunu insanlardı.
Benim için çok önemli olan edebiyat dallarından birisi de şiir… Şiir, ilkokul 4. Sınıfta 1955 olabilir, bir ödev nedeniyle başladım. O dönem, öğretmenimiz herkesin bir bahar şiiri yazarak derse gelmesini istedi. Ailemden yardım istedim ancak bana ne baharı anlatabildiler ne şiiri anlatabildiler. Bana anlattıkları çocuk masallarına benzer şeyler ama şiir; bir türlü şiir olamıyordu. Babamın söylediği şey ‘işte bunları alt alta getirirsen şiir olur.’ dedi. Bir de o zamanlar parmağıyla sürekli bir şeyler sayıyordu o zamanlar o da çok garibime gidiyordu. Ben ilkokul 4. sınıfta bir çocuktum, bunları anlamamak çok normaldi ve oturdum bir bahar şiiri yazdım. Ben o şiiri götürdüm, öğretmen sırayla herkese şiirini okuttu. Ben daha kendi şiirimi öğretmen okutmadan beğenmedim. Sıra bana geldiğinde biraz mahcup biraz korkarak, şiirimi okudum. Sınıfta gülüşmeler başladı. Ben iyi bir şey okumadığımı anladım. Fakat öğretmen bana dedi ki, ‘kim yazdı bu şiiri, nerden aldın ?’ biraz mahcup biraz üzgün, ‘ben yazdım’ dedim. ‘öyle mi? Sen mi yazdın? Getir bakıyım’ dedi. Defterimi aldım, öğretmen kürsüsüne kadar yürüdüm. Öğretmen kürsüsüne gelebilmek o zaman için bayağı önemli bir şeydi. Öğretmen baktı inceledi, anladığım kadarıyla pedagojik olarak benim yazdığıma karar verdi. Dedi ki ‘devam et, yazdıkça da bana getir bakayım’ dedi ve o gün şunu gördüm belki en güzel bahar şiiri değildi ama o sınıfta var olan bir şairin, şiir olarak, ‘bahar şiiri’ birinciydi. O günden itibaren şiir yazmaya başladım.
Şiir ve resim, daha sonrasında yazı sanatım gelişti. Resimde özgün bir sanatım var, ‘freeline’ denilen çizgiyi koparmadan devam ederek resmi bitirmek. Yaşamım boyunca şiirden, resimden ve düz yazıdan kopmadım. Lisede şiirle ilgili her türlü yarışmalarda hep birincilik aldım.
Bizim zamanımızda tiyatro çok etkindi ve çok yapılırdı. Yine o zamanlar amatör tiyatro oyunculuğumu profesyonel olarak devam ettirmesem bile, hayatımda kimlikli bir tiyatro seyircisi olarak bu konuda çok çaba sarf ettim. Tiyatro konusunda eleştiriler yazdım. Ama en kuvvetli olduğum yönümün düz yazı olduğu söylenir.
Bundan 8 yıl önce evetbenim.com sanat sitesini kurdum. Çünkü insanlar dediler ki bu birikimi paylaşman lazım. Bugün teker teker sanat siteleri var. Bunlar resimle ilgili siteler, tiyatro ile ilgili bir sürü site var, şiirle ilgili siteler falan var ama yani tüm sanatları kapsayan bir sanat sitesi olarak en eskisi olduğum söyleniyor.
SİZCE DİL VE DİLİN ÖNEMİ NEDİR?
– Biz yaşayan insanlar düşüncelerimizi başka insanlara aktarabilmek için tanımlara ihtiyaç duyuyoruz. Bu tanımları sözlüklerin içine yığıyoruz. Bazen şekil biçim değiştiriyor bazen sözcükler yaşlanıyor. Türkiye bu konudan şanslı çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi Türkçe’nin en azından gelişmesinin önü açılmış, kaybolmaması sağlanmış. Dil bir milletin en büyük ortak paydasıdır. Eğer dil ölürse o millet ölür. Buna Oktay Sinanoğlu çok önem verir. Fakat bir çelişki var bunu söylemek zorundayız, bir insanın vicdanı Arapça ya da Latince dili Türkçe veya Fransızca olamaz.
KENDİ GÖRÜŞLERİNİZLE SANATIN TANIMINI YAPABİLİR MİSİNİZ?
– Sanat, yüksek duygu, yüksek düşünce ve sanatsal yaratıcılık bileşenlerinden oluşur. Ben Tevfik Yalçın olarak böyle bakarım sanata. Sanat, insanın, duygu, düşünce, beceri ve sezgilerini şifreleyerek enerjisiyle bir maddeye aktarmasıdır. Burada bütün insan değerlerini alacaksın bunu şifreleyeceksin ve senin özgünlüğün biçimin ortaya çıkacak ve bunu vücut enerjinle bir maddeye aktaracaksın. Taşa aktarırsan heykel, notaya aktarırsan müzik, kâğıda aktarırsan şiir olur. Benim sanat tanımım budur, ben böyle bakarım sanata. Bunun dışındaki tanımlar; sanatı kategorize eder.
SİZCE SANAT ÜRETİMİNDE ÖZGÜRLÜĞÜN YERİ NEDİR?
– İnsan dogmatik duyguların etkisindeyse ya da duygularından korkuyorsa; özgür olamaz, mesela bir örnek vereyim, lise 1’deyken kız arkadaşımın resmini yaptım, kara kalem. En büyük başarımdır, dolabıma astım annem, babam çevremdeki herkes o kıza aşık olduğumu zannetti. Elbette sanatçı özgür olursa, duygusundan utanmazsa, düşüncesinden korkmazsa ve kaçmazsa bir şeyler üretebilir. Batıda dini sanat eserleri konusunda ortaya konulan eserlere; kendi dinimiz açısından karşılarına ne koyabiliriz bunu düşünmek gerekmektedir.
Bugün, bir Güzel Sanatlar Fakültesine gidersen çıplak modelden desen çalışması yaparsın. Bu niye? İnsan anatomisini öğrensin yalın olarak öğrensin, işte bu özgürlük duygusu gelişsin, duygusundan utanmasın diye. Hatta Avrupa’da bazı tiyatro yönetmenleri vardır, bir oyunu sahneye koyarken, bütün sanatçıları soyundurur. Bitti… İşte o duygudan utanmama olayı. Bizde kanunlar vardır. Türkan Şoray öpüşmez kanunları. Şimdi buradan nasıl sanat çıkar.
SANATTA EKONOMİK ÖZGÜRLÜĞÜN ÖNEMİ HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOSUNUZ?
– Sanatta ekonomik özgürlük en başından beri temel sorun olmuştur. Bugün çok ünlü sanatçılar, başlangıç dönemlerinde, çok iyi paralar kazanırlarken, yaşlılık dönemlerinde kör olmuşlardır, büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Şimdi, peki ekonomik özgürlük yani bir sanatçının ihtiyacı nasıl karşılanır?
Mesen denilen bir kurum var. Mesenlik bir sanatçıyı, himayesi altına alıp, onun her türlü ihtiyaçlarını, karşılamaktır. Sait Faik der ki, ‘benim mesenim annem’ der. Tabi ki kocası tüccar olan annesi olmasaydı, bugün ki eserlerini yazamazdı.
Bir diğer ihtiyaç karşılama da koleksiyonerlerin ısmarlamaları sonucunda yapılır. Bunu Mozart ve Beethoven’ın hayatlarında görüyoruz. O yaşadığı ülkenin siyasi erki de diğer bir destekleyendir. Krallıkla; kral, prenslikse; prens, sultanlıksa; sultan, onlar destekliyor ve sanatçının mensup olduğu dinin; din adamları destekliyor. Ancak kendi adıma konuşuyorum, siyasi erk ve din desteklediğinde sanatçıyı; çok tehlikeli bir nokta vardır. Siyasi erk, siyasi politikasının doğrultusunda destek verir, dini kurumlarda kendi dinleri doğrultusunda sanatçının ürün vermesini isterler. Sanatçının ekonomik durumu, konumu, ekonomik özgürlüğü yoksa sanatçı olamaz. Sanatçı pazarlık etme şansını bulduğu andan itibaren özgürleşir ve özgünleşir.
Hazin sonlar da vardır. Duyguda, düşüncede, sanatta özgürlüğün sağlanmasına karşın ekonomik özgürlük sağlanamamıştır zaman zaman.
TÜRKİYEDE SANATIN SERMAYE PİYASASINDA DEĞERLENMESİ SÜRECİNİ NASIL GÖZLEMLİYORSUNUZ?
– Türkiye’de sermaye yetersizliği var. Devlet sürekli enflasyonist bir politika içerisinde bulunuyor ve sanata yönelik uyguladığı bir politikası yok. Bir başbakan ve bir cumhurbaşkanı geçmiştir bu ülkeden ki bir tanesinin annesi Sanayi Nefise mezunlarındandır, Nazlı Ecevit. Fahri Korutürk’ün eşi Emel Korutürk, dünyanın sayılı güzellikteki okullarından biri olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi ilk mezunlarındandır. Bir başbakan ki hem annesi çok üst düzey bir resim sanatçısı ve kendisi de şair. Bir sanat piyasasını kurmayı akıl edemiyor. Öbür taraftan bir cumhurbaşkanının eşi bir sanat piyasasının borsasının oluşması için ya da fikri hakların korunabilmesi için hiçbir şey yapmıyor. Bu fırsatlar yakalanmış.
Neden yapılamıyor? Çünkü karma ekonomilerde, sermaye devletin elinde. Bir ara; devlet sanatçıları topluyor, vilayetlerin yağlı boya tablolarını yaptırıyor. Bu desteklemektir. Ama yine ne var? Sermaye piyasasına bakmak gerekiyor. Eğer bağımsız bir sermaye piyasası varsa orda bağımsız konumunu incelemek gerekiyor. Türkiye’de uzun zaman bu sermaye piyasası ekonomik açıdan oluşmadı. Çünkü para yoktu. Peki, bu neyi etkiliyor? Bu yine sanatçı mesen arıyor, sanatçı koleksiyoner arıyor, sanatçı devlet ihalesi bekliyor. Mesela heykelcilerimiz çok zor durumdadır.
SİZCE DEVLETİN EKONOMİK OLARAK SANATA OLAN BAKIŞ AÇISI YETERİ KADAR YAPICI MI?
– Sanat eserlerinin alım-satımı kuralları geliştirilemiyor. Bununla ilgili bir fikir ve sanat eserleri sermaye piyasası kanunu çıkarılamıyor. Bugün fikir ve sanat eserleri kanunumuz var. Bu kanunlara baktığın zaman bir sermaye piyasası oluşturmak yerine, yasaklayıcı maddelere ve hak koruyucu yer veriliyor. Serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği bir piyasanın oluşması için yasal oluşumlar gerekiyor.
24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan ekonomik bir süreç var. Yeni bir ekonomik istikrar planı belirlendi. Burada hala devletin kültür politikası yok. Sanat piyasası oluşması için sermaye piyasasının nasıl oluştuğuna bakmak gerekiyor. Bu zamanlarda Merkez Bankası devlette, hazine devlette… Sanat eserlerinin ticaretinin altın devri, kaçakçılık diz boyu. Örgütlü suç şebekelerinin hepsi birdenbire koleksiyoner kesildi.
Bugün hala Turizm ve Kültür Bakanlığı var. Kültürün her şeyle ilgisi olabilir. Neden turizmle beraber? Efendim orda kaynaklar varmış da, oradan aktarılıyormuş da…
Oluşamayan sermaye piyasası yürümedi. Sonra Kemal Derviş gibi bir adam geldi. Sermaye piyasasının oluşması için tüm kurumları yeniden oluşturdu ve vazgeçilmez, sermayenin kendi kurallarının ekonomide egemen kıldı. Sermaye piyasasında sanatın piyasasını görebilmek için, ülkenin ekonomik dönemlerine dikkatle bakmak gerekir. Bir şeylerin oluşturulamadığından dolayı gelişmemiş.
SİZCE ÜLKEMİZDE SANATIN YATIRIM ARACI OLARAK YERİ NEDİR?
– Turgut Özal döneminde insanlar getirisi daha yüksek olan altına ve dövize yatırım yapıyorlar. Bu dönemde sanata yatırımdan söz edemeyiz. Sanatın borsası olsa, belli kuralları olsa belki olacaktı. Çünkü o dönemde karaborsacılık, kaçakçılık, kara para ve yine vergi iadesi paraları gibi gayri meşru kazanç yolları var. İnsanlar beklemek istemiyor, kısa sürede yatırdığın çok üstünde kazanmak istiyorlar…
Kemal Derviş 3 Mart 2001’de Türkiye’ye geldi. Bütün karma ekonomi kurallarını kaldırdı. Sermayeyi kendi kurallarıyla çalışan bir hale getirdi, parayı elinde tutan kurumları ayırdı. Ekonomi sağlıklı olarak çalışmaya başladı. Peki, sanat eserlerinin alım-satım piyasası oluştu mu? Oluşamadı. Hangi nedenlerle oluşamadı? Öncelikle, devlet berber dükkânı açacağım diyenden sertifika isterken, sanat galerisi açacağım diyenden hiçbir şey istemiyor. Türk Ticaret Kanunları hükmüne göre bir sanat galerisi açıyorsun.
Oysaki sanat galerisi denilen şey, bir toplumun ruhsal yapısına müdahale eden şeylerdir. İşin psikolojik ve estetik boyutu vardır. Bunu parası olan, gücü olan sanat galerileri açmaya başladı. Kara para ve kaçakçılıkla ciddi mücadelelerden sonra o iş de bitti. Bu sefer bu sanat galerilerini elinde bulunduranlar piyasaya müdahale etmeye başladı. Yarışmalar düzenlenmeye başladı. Kültür Bakanlığı’nın yarışmalar konusunda hiçbir isteği ve çabası yok bildiğim kadarıyla. Devletin kendi yarışmaları, ödüllendirme düzeni var. Sanat kültür alanında bir envanterimiz var mı? Yok!… Kaç ressamımız, kaç sanatçımız, kaç bin özgün tablomuz var? Kaç sanatçımızın biyografisini kitaplaştırdık? Sanat ürünlerinin ihracatından, telif haklarında yılda ne kazanıyoruz? Bu konularda yapılacak çok işimiz var. Çok çalışmalıyız, çok…
SANAT PİYASASINI GELİŞTİRMEK İÇİN NELER YAPABİLİRİZ?
– Sanat piyasasının ihtiyaç duyduğu kurumlar hala yok. Hemen hemen her ilde bir devlet güzel sanatlar galerisi var. Ama bunların ilçe düzeyine inmesi lazım. Sanat merkezlerinin desteklenmesi lazım. Tiyatro ve sinema bir ölçüde destekleniyor. Devlet 4,5-5 milyona yakın yardım dağıtıyor. Bunun karşılığında oyunu gönderiyorsun beğeniyor, proje giderlerini belirtiyorsun; paranı gönderiyor.
Türkiye’nin ekonomik gücü yükseldikçe eskiden Türkiye’ye gelmekten kaçınan dünyaca ünlü sanatçılar gelmeye başladılar. Neden gelmeye başladılar? İstanbul, Antalya merkezli olduğu için bu yerler yaşanılası yerlerdi ve bu yerlerde sanatı anlayacak insan birikimi vardı.
Sanat galerilerini ilçe merkezine indirmeyi ve sanatla ilgili bir kurum oluşturmayı yapamadık. Devlet resim,müzik ve sanat dersleriyle oynayarak, kaldırarak ya da azaltarak, sanatın insanlar için bir ihtiyaç olduğu fikrini engelledi ve devam da ediyor. Bazen dini unsurları kullanarak bazen de işi bilmedikleri için sanat eserlerini hedef alıyorlar. Yani yetkin insanların sanata karşı duruşları da sanatı geriletti.
Çocuk düzeyindeki yarışmalar çok önemli bizim ülkemizde. Norveçli bir çocuğa yeşili çizdiremezsin maviyi çizdiremezsin, bir griliğin içinde yaşıyor. Çık Karadeniz’e yeşilin elli tonunu bulursun. İn Isparta’ya pembenin elli tonunu bulursun. Böyle cennet bir ülkede yaşıyoruz ama bu gördüklerini yansıtamaz bir hale geldi insanlar.
Piyasanın alıcısı durumuna gelmesi gereken bireyleri oluşturamadık. Bu arada güzel şeyler de yapıldı. Güzel Sanatlar Liseleri İngilizce eğitim yapacak bir şekilde eğitim sitemine girebildi, özel vakıf üniversiteleri” sanat öğrenimine destek olabiliyor. Bir banka “Tablo Kredisi” adı altında kredi verebiliyor. Yüksek düzeyde; neredeyse kırk yıla yaklaşan sürelerde festivaller yapabiliyor, resmi sanat okullarına eşdeğer sanat merkezleri, sanat kursları açabiliyoruz. Genç sanatçılar tüm zorluklara karşı kendi çalışma merkezlerini kurabiliyor, işyeri anlamında.
Ne yapmak lazım? Piyasada talebi yaratmak lazım. İnsanların buna ihtiyaç duymasından kaynaklanır. Sanat üretimini kaliteli olarak arttırmalıyız. Görsel sanatlarda, plastik sanatlarda ikinci, dahası üçüncü el piyasaları oluşturmalıyız. Dünyanın sayılı müzayede evlerinin ülkemizde şubeler açmasını ve uluslararası müzayede düzenlenmesini sağlamalıyız. Sanat ürünlerinin satış ve alınışında komisyon vb. şeyleri, vergi konusunu özel olarak ele almalıyız. Ama bundan önce sanat sermayesinin kurumları yok. Sanat eserleri sanatçının elinden çıktığı zaman koleksiyonerlere, müzayede evlerine ve müzelere gidiyor. Sevindirici olan şeylerden biri, galeriler biraz çoğaldı. Ama çalışma kuralları biraz belirsiz. Sanatsal yarışmalar var ama düzensiz ve motivasyon değerleri yok. Yeteri düzeyde sanat eserini expertiz yapabilecek kişiler yetiştiremedik. Yeterli ölçüde sanat eleştirmenlerini yetiştiremedik. Bütün bunlar uzun vadede yapılabilecek şeyler. Ancak devletin ekonomik olarak büyük bir destek sunması düzenleyici olması, piyasada oyuncu olması şart. Sanat desteklenmeli, sanatçı desteklenmeli ve sosyal haklar açısından korunmalı, sanat düşmanlarına karşı ciddi mücadele edilmeli, halk bu konuda açık olarak bilgilendirilmeli. Sanat ürününün bir değer ve bunu üretenin de çok az sayıda olduğu bilincini insanımızda oluşturmalıyız. Okullarda sanat eğitim programlarını yeniden ele alarak; bu konuda insan kaynağımızı geliştirmeliyiz… Orta ve uzun vadede sanata yapılan yatırımın en değerli yatırım olduğunu halkımıza anlatmalıyız…
BETÜL BÜŞRA ŞANLI
7 MAYIS 2013
Marmara Üniversitesi
Bankacılık 3. Sınıf Öğrencisi
E-mail: betulbusrasanli@gmail.com
Fotoğraf: Gülşen Argüç Bölükbaşı