Son Tango, Oyun Eleştirisi: Tevfik Yalçın

Son Tango Afiş

Son Tango: Oyun eleştirisi

“Bir, ki, üç – bir ki üç…
Rap rap rap –  rap rap rap …”

Son Tango Oyunu; hiç tango yapmamışsanız, bu oyun; sizin ilk tangonuz olsun. Tango yapmasını biliyorsanız ve yapıyorsanız; zaten bu oyun sizin için…

Genel olarak:
Bu yıl, bu güne değin beğenerek seyrettiğim ve çok etkilendiğim “Son Tango” oyunu; birçok yönden öne çıkıyor ve özenle üzerinde durulması gerektiğine inanıyorum.

Oyunun ele alınması gereken birincil özelliği;  oyunu yazan Özcan Özer’in çok sağlam bir yapıt ortaya koymasıyla başlıyor. Evrensel boyuta çıkan bir dans türü olan tangonun; var olan bir dünya ulusu tarafından, yaşam biçimi olarak alınması, yaşadığı tüm gelişme boyutunda tangoyla bütünleşmesi ve neredeyse “Tango” denilince; o ulusun; Arjantin’in anımsanmasıdır. Özcan Özer, bu konuda yaptığı derin araştırma ve tangonun; dansın ötesinde sosyal, siyasal ve emek-sermaye ikileminde kökeni olarak benimsenen Arjantin’e ve insanlarına nasıl bir ölümcül silah olarak kullanıldığını da ortaya koyuyor. Tangonun doğasında var olan estetik, müzik, dans matematiği, tutku, aşk ve sevginin; iki kişi arasında yapılanından çok; iki ulus arasında yapılanına da dikkatlerimizi çekiyor. İnsan etinin fahişelik boyutuna takılmadaki ucuzluk karşısında; beyinsel fahişeliğin nasıl korkunç bir yıkım aracına döndüğünü, ülkenin tinsel ve maddesel varlığını nasıl harcadığını da bizlere anımsatıyor ve gösteriyor.

Bu oyunun yazarlık açısından belki de en büyük önemi: Bir Türk tiyatro yazarının başka bir ulusun neredeyse o, yabancı ulusun bir bireyi gibi konuyu bilmesi, seçtiği konuyu yazarlık becerisiyle her yerde “made in Arjantin” olarak sunulacak düzeyde başarıyla ortaya koymasıdır. Burada soru şu olmalıdır: Kaç tane Türk tiyatro yazarımız başka bir ulusun yaşamını, değerlerini, insanlarını konu alarak özgün bir yapıt yazmış ve bizim değerlerimizden hiç yararlanmamıştır? Onlarca değildir… Tam olmasa bile benim bildiğim; Savaş Dinçel “Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye”, Ferhan Şensoy, Ali Berktay “Son Çığlık”… Başka? Üzülerek belirtmeliyim ki bu işin “başkası, şapkası” yoktur. Burada uyarlamalardan, öykünmelerden, çalıp çırpmalardan söz etmiyorum. Yabancı dillerden oyun çevirme başarımızın yanında, başka ulusların “Aaa…  Adama bak! Bizi anlatmış; bir Türk yazar!…” diyeceğimiz başka ulus kimlikli oyunlar kaç tanedir? Bilmek isterim. Bu açıdan; Özcan Özer, çok önemli bir yapıta imza atmış. Tüm kalbimle kutluyorum!..

Son Tango oyununda öne çıkan diğer önemli bir unsur da oyun sahneye indirilirken çok ciddi bir iş bölümü yapılmış olmasının görülmesidir. Bu İş bölümü: DANS, MÜZİK ve SANATSAL- TEKNİK YÖNETİMDİR. İşte bu nedenle oyunun neredeyse her sahnesinde; Yöneten Murat Sarı’yı, ayaklarında buz patenleri, buzun üstünde zevkle kayarken düşledim.

Tüm bu özenli seçim ve koordinasyonun sonucunda; elimizdeki var olan; oyuncular, dansçılar ve müzisyenlerdir. Devlet Tiyatroları oyuncularının; kurumun, kuruluş kültüründen gelen inanılmaz bir güçleri vardır. Elbette iyi eğitimli ve yetenekli insanlardır. Bu her tiyatro için öncelikle aranan değerlerdir. Ancak, ellerine verilen oyun tekstine beyin hücrelerini akıtmadıkça, eylemi, anlamı; beyin gücüne dönüştürmedikçe bu işin olmayacağını bir kurum kültürü olarak bilirler. Son iki yılda Devlet Tiyatrosu sanatçılarının aldıkları ödüller ve seyirci hayranlığı bunun en güzel kanıtıdır.

Bu ön değerlendirmenin ardından; dans ve tango konusuna kısaca bakmakta yarar vardır.
Dans, sözlüklerde nasıl anlatılır ve kavram olarak nasıl açıklanırsa açıklansın; dans, bir insanın yaşam sevincinin dışa yansıması ve pırıltısıdır. Bu dışa vurumda; duyum (estetik), basit bir matematik, gösterim, güzel ve uyumlu beden devinimleri olmalıdır. Tüm bunları bir arada tutabilmek için de bir ekinç gerekmektedir.  Çünkü bunu “… karı gibi kırıtma lan!” ya da “… ne o kız! Dansöz mü olucan?!” diyen bir toplumdan beklemek kolay değildir.  Bu gün halkın önüne “Ankara’nın bağları da, kaldıramıyom kolları”, yine başka bir örnek; kolbastı adıyla anılan folklorik de pek diyemeyeceğimiz yerinde zıplama, “ Salla! Salla! Gülmemeler salla” ile yapılan anlamsız vücut hareketlerini dans sanmak; dans konusunda hedef kitlemizin nasıl cılız ve yetersiz olduğunun acı bir gerçeğidir…  Bu itiş kakışın; farklı kültürlerden beslenerek, evrensel boyuta ulaşmasını da beklemek kötü bir düş olur.

Amaç; yöresinde en övgüye değer “kolbastı, Ankara’nın bağları…”  ve benzeri oyunları oynayan gençleri, kızları eleştirmek olmayıp, bu durumun çelişkili olduğu tam karşıtı olan  örnekler de vardır. Anakentlerin varoşları, kasabalar ve dahası köylerde yapılan düğünlerde davulcu ve zurnacıya “ biraz para verip, “patlat bir düğün marşı” istediğinize; size on binlerce kilometre uzaklardan; Uruguaylı besteci ve müzisyen Gerardo Matos Rodríguez (1897-1948)  La Cumparsita tangosunu ustalıkla çalarlar.

”Son Tango” oyunuyla; bizi bir tango uzmanı gibi konuşturan nedir?  Şudur: Önce Mustafa Kemal Atatürk ve daha sonra bu topraklar üzerinde yetişmiş olan Türk Tangocularıdır.  Atatürk, insan sevinci ve insanın bu yöndeki ihtiyaçları konusunda düşünmüş ve çareler aramıştır.  Onun dans yapan fotoğrafını hepimiz anımsarız. O dönemlerde cumhuriyet balolarında “tango” oldukça uygulama alanı bulmuştur. İlginç bi örnek olarak; Refik Koraltan’ın Konya valisi olduğu döneme rastlayan bir baloda; balo salonlarında bulunan büyük duvar aynalarına benzer olsun diye; tüm berberlerden aynalarını toplatıp, balo salonuna astırmıştır.  Cumhuriyet’imizin birinci ve ikinci kuşağı tangoyu çok iyi bilir, söyler ve yapardı. Türk Tangocuları (bestecileri) azımsanmayacak ölçüde halkımıza değerli tangolar bırakmışlardır. Yine bugün Dünyaca ünlü “Band-o-Neon ‘Orquesta Tipica Tango’ Orkestrası”nın kurucusu ve yöneticisi bir Türk; Ertuğrul Sevsay’dır. Dans okullarımızda, dans kulüplerinde tango yaşatılmaya ve yaşamaya devam etmektedir.

Oyunumuza konu olan Tango ve Arjantin buluşmasını, kısaca tarihini; Tanju Yıldırım’dan bir alıntı ile açıklamaya çalışacağız:

Tango’nun Tarihçesi
“Tango, Buenos Aires , Arjantin ve Montevideo , Uruguay kökenli bir dans ve müzik türüdür. Dansla beraber gelişen müzik tarzı da aynı adla anılmaktadır. İlk yılların tangosu “tango criollo” veya “basit tango” olarak bilinmekle beraber, günümüzde Amerikan ve uluslararası tango stilleri, Fin tangosu, Çin tangosu gibi çeşitli türler gelişmiştir. Ancak orijinal tango, doğduğu toprakların adıyla, “Arjantin tangosu” olarak anılmaktadır. Tangonun dramatik duygusu, dans sırasında çok zengin doğaçlama fırsatları yaratması, dansın özünde aşk ve melankoli tutkusunun yatmasından ileri gelmektedir. Tango sözcüğünün dilbiliminde kesin bir kökeni yoktur. “TANGO” adının, Afrika tamtamlarının çıkardığı “tan-go” seslerinden, ya da Latince dokunmak anlamına gelen “tangere” fiilinden türediği sanılmaktadır. Tango kelimesi aynı zamanda Latin Amerika’da çok geniş bir siyahi topluluk tarafından kullanılmaya başlandı. 1800’lü yıllarda işçi sınıfından birçok kişi, büyük umutlarla Fransa’dan, İtalya’dan, Macaristan’dan, İspanya’dan ve Portekiz’den; Güney Amerika’ya göç etmiştir. Yabancı oldukları bir kıtada yaşanan, başta ekonomik ve sosyal sıkıntılar, beraberinde hayal kırıklıklarını getirmiştir. Bu hayal kırıklıkları, geleceğe ait büyük umutlar ve geçmişten getirilen kültürle, harmanlanarak Tango müziğini oluşturmaya başlamıştır.

Tango, Buenos Aires’de, o dönem alt sınıf olarak adlandırılan, fakir ve en temel sosyal haklardan bile yararlanamayan, bu insanlar tarafından yaratılmıştır. Böylece belirgin bir şekilde 1865 ile 1880 arası ortaya çıkan Tango müziği, içerisinde hırçınlık, asilik, küstahlık gibi bazı duygular ile kalp kırıklıkları ve paramparça olan hayaller neticesinde melankoliyi taşır. Eşlerini, çocuklarını, yani ailelerini geçmişte bırakarak tek başlarına bu yabancı topraklara gelen göçmenler, doğal olarak erkek nüfusunun arttırmasına ve cinsiyetler arası büyük bir sayı farkı oluşmasına neden olmuştur. Boenos Aires’deki kadın nüfusunun bu azlığı, beraberinde fahişeliği gelişen bir endüstri haline getirmiştir. Böylelikle genelevler artarak kısa sürede işçi sınıfının eğlence mekanları halini almıştır. Bu mekanlarda da kadın sayısının az olması kapılarda uzun kuyruklar oluşmasına neden olurken, sırada bekleyen erkekleri eğlendirmek için küçük Tango müzik grupları çalıştırılmaya başlanmıştır. Genelev mekanları fakir kesimin yanı sıra orta ve daha üst kesimin de uğrak yeri olmuş her iki kültür burada birbirlerini tanımıştır. Böylelikle alt kesimin sokakta yarattığı Tango üst kesim tarafından bu mekanlarda tanınmıştır. Tangonun müziksel kökeninde; İspanyol dans figürleriyle şekillenen ve Küba müziği ile harmanlanan “HABANERA”, dönemin Arjantinli zencilerine ait “MILONGA” ve yine İspanyol asıllı “TANGO ANDALUZ” vardır. Tango, alt kesime ait olması ve genelevlerde yayılması sebebiyle uzun süre ahlaka aykırı bulunmuştur. Bu dönemde kadınlar için dövüşen ve yine onlarla iyi dans edebilmek için birbirleriyle dans pratiği yapan erkekler vardır. “Compadre” veya “Compadrito”adı verilen bu kabadayı tipilemelerinin eğlence anlayışı “şarap” ile “cana” (bir tür şeker kamışı rakısı) içip, şarkı söylemek ve dans etmektir. Arjantin Tangosunun müziği 2/4’lük, 3/4’lük veya 4/4’lük ölçülerde olup, sert hatlıdır ve ritimleri belirgindir. Arjantin Tango, Avrupa’ya 20.yüzyılın başlarında, gemilerle Fransa’ya, gelen Arjantinli tangocular tarafından taşınmıştır. Öncelikle yine alt kesimlerce sevilip yayılan Tango zamanla üst kesimlerde de beğenilmeye başlar. Ancak Arjantin’deki stil ile Avrupa’da yapılması hoş karşılanmamış ve modernleştirme adı altında sadeleştirilmiştir. Böylelikle “Avrupa Tango”’su ortaya çıkmış, kısa sürede diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır.”

Oyunun Konusu:
“Maria, fakir ama idealist Pedro’yu sevmektedir. Bu sevgisine karşılık da bulan Maria’nın trajik hatası,  aşk’a özgü bir kızgınlıkla Pedro’ya ders vermek ve Jose’yle evlenmek olur. Tutku ve aşk dansı tango’nun ruhunun vücut bulduğu Maria ve Pedro’nun hayatlarında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Tüm yaşananlardan sonra sağlam kalan tek şey, birbirlerine duydukları sevgi, yalpalamalarına rağmen kulaklarına “yapacakları bir işin daha var olduğunu” fısıldamalarıdır.” Burada anlatılan iki gencin aşkları ve oyuna gidenlerin görecekleri sonun dışında; Oyunun ikinci bir tangosunun da var olduğudur. Bu ikinci tango; “Arjantin’de özellikle 1970’ten 1976 yılındaki ABD destekli faşist askeri darbeye kadar olan süre dahilinde ülke bir iç savaş ortamına sürüklenmiş. Ordu ve kontrgerilla çetelerine karşı devrimciler silahlanarak kendilerini korumaya çalışmışlar, 1976 yılında yapılan ve tüm dünyadakiler gibi emperyalist arka plana sahip askeri darbe sonrasında Arjantin’de kitlesel kayıplar ve katliamlar yaşanmış, diktatörlük 1983’e kadar sürmüştür. “ İşte oyunun geçtiği dönemde de böylesine bir siyasi tango ülkeye hakimdi. Bu ortamda; Maria ve Pedro’nun sevgileri nasıl bir sonla sonlanabilirdi?  Özgürlüğün bedeli; Tango muydu? Bir sevgiliyi gözden çıkarmak mıydı? Bunu oyunu izleyerek  öğreniyoruz…

Son Tango Oyunu ve yaratıcılarının değerlendirilmesi:

Dekor:  Murat Gülmez, beş aşamalı ve geriye doğru yükseltiyle çok iyi işleyen, kalabalık bir oyuncu grubunun trafiğini akıllıca kolaylaştıran bir dekor ortaya koymuş. Dansların, koro şarkıların ve arkada bizim pek göremediğimiz toplu kavga için bir alan da yaratmış. Solo oynayanlara yeterince yer var toplu oyunda da sıkışma yok. Rıhtım, bu yükseltide son nokta. Yine çok güzel bir çözümlemeyle ve çok yalın bir anlatımla burada temel sorunu çözmüş. Özellikle rıhtım ve diğer çözümlemelerde;  oyunun ışık tasarımının büyük payı var. Özellikle rıhtım yükseltisinden sonra arka planı durdurmasında; bir kez daha; Sezan’ın, tablo satıcısı Volard’a yazdığı mektubunda; nehir kenarında resim yaparken karşılaştığı “gri ışığı” burada kullandığını görür gibi oldum. (*)

Kostüm Tasarımı: Akın Tezer Tunalı’nın tasarımlarında; oyunun genel akışını dikkate alarak renk seçimi yaptığına inanıyorum. Bayanların renkli giysilerine karşı, erkelerin öne çıkmayan renklerle giydirilmesi… Kostümler konusunda bir seyirci olarak hiç kuşku duymadık ve oyuncuların yıllardır giydikleri kostümleri olarak gördük, en azından ben öyle algıladım. Kostümlerde; Akın Tezer Tunalı görevini en iyi biçimde yapmış.

Besteci: İşi en zor olan paydaşlarından olan Cem İdiz’i kutluyorum. Tangolar, şarkılar, orkestra ve diğer ara müzikler onun sorumluluğu. Şarkı sözlerini hiç yadırgamadım. Çok başarılıydı. Oyunda bu konuda bir bölüm başlığı açılarak görevlendirilme en doğru yaklaşım. Oyunlarda yazarın şarkı sözü yazması kadar zor ve uygunsuz bir durum olamaz. Bu sezon izlediğim bir oyunda bu sıkıntıyı gördüm ve çok üzüldüm. Bu iş çok mu kolay!? İnsanlar söz ile müziği uyum içinde tutmak için yıllarca okuyorlar… Özcan Özer’e; teşekkür ediyorum.

Orkestra:  Burada hemen keman sanatçısı Hande Gençörnek’e hayranlığımı belirtiyorum. Oyuncu değilse; Devlet Tiyatroları çok ucuza bir oyuncu kazanmış.  Akordeonda Edvard Aris’e, oyunun görünmez kahramanı olduğu için saygıyla selamlıyorum. Yine de hüzünlü anlar ve şarkılarda çalış biçiminin çok güzel olduğunu, sert ve kurallı tangolarda daha yüksek performans bekledim. Başka bir deyişle bu oyunda tek eksik: Tangonun olmazsa olmaz enstrümanı “bandeneon” çok iyi olurdu. “Olurdu da; söyler misiniz bana; en zor çalınan dört enstrümandan biri olan bandeneon çalan kaç sanatçımız var.  Ya  üç, ya da beş sanatçı. Hepsi o kadar. Müzik Direktörü Melikcan Zaman’ı kutluyorum. Son Tango oyununun başarısında çok büyük payı olduğuna inanıyorum. Orkestra için “büyük alkış”.

Koreograf: Çok mutluyum ki Tanju Yıldırım’ı tango yaparken ve söylerken; izleme ayrıcalığını buldum. Dans, Tanju Yıldırım için bir tutku, yaşam biçimi ve estetik bir öğretidir. O, kendi alanında ülkemiz için büyük bir kazanım ve değerdir. Eğer biz, bir oyunumuzda Pavarotti’ye bir şarkı söyletiyorsak; sonuç açısından hiçbir korkumuz olamaz. Tanju Yıldırım’ın da bir oluşumda görev alması buna eşdeğerdir. Tiyatromuzda dans kullanıldığı zaman nedense dansçılar oyun disiplininden kopar, rollerinden çıkar ve seyirciye oynamaya başlarlar…  Bu oyundaki danslarda biz seyircilere aktarılan; dansçıların adımlarını saymamak ve ortaya konan tablonun güzelliğini hayranlıkla izlemek, en keyifli anlardı. Ülkemiz tüm olumsuzluklara karşın sanat, bilim ve diğer alanlarda böyle değerler yetiştirebiliyor. Yıkılmıyorsak; onlara sıkı sıkı tutunduğumuz içindir. Tanju Yıldırım’a  sonsuz başarılar diliyor ve kutluyorum.

Oyuncular:

SELİN TEKMAN, BARIŞ BAĞCI, ENGİN DELİCE, MURAT KAPU,ARİF BURAK YILMAZ, METİN BEYEN, MERT SEZGİN, ALİ ÇELİK, HAZAL ERDAL, ZELİHA GÜNEY, SEDAT SAVTAK, HİLAL KUVVET, KERİM ALTINBAŞAK, AYŞE GÜNYÜZ, KÖKSAL ÜNAL

Maria:Selin Tekman, birinci perde süresince ekonomik bir oyunculuk sergiledi. Bu rolün doğru oyuncusu mu diye sorgulamaya başlarken ikinci perde de tüm oyunun yönetimi, yükü onun omuzlarındaydı… Durum böyle olunca da birinci perdede oyunculuğunu kontrol altında tutması doğru bir seçim ve başarıydı. Maria rolü için Selin Tekman; doğru seçimdi, başarılıydı.

Pedro: Barış Bağcı, bu rolde özellikle kavga ve işkence sahnelerinde çok başarılıydı. Birinci perdede rol gereği oyundan iki de bir çıkması; onun için bir kayıp olarak görüldü. Maria ile aşkları oyunun içinde tam yerine oturmadı. Barış Bağcı, ancak ikinci perdede istediği boş alanı buldu. Çok başarılıydı.

Jose: Engin Delice, Fıto Murat Kapu, bir ikili olarak oyunun dönemeçlerini oynadılar. İnandırıcı ve başarılıydılar. Her sahneye girişte; tangonun ikinci yüzünü bizlere gösterdiler. Başarılıydılar.

İnes: Hazal Erdal, oyundaki gizli anlatıcı rolünü çok iyi oynadı. Oyunu izlerken; seyirci olarak kulağımız Hazal Erdal’ın; hüzün, pişmanlık, umutsuz anlarındaydı. Bu bölümleri biz seyircilere çok iyi aktarıldı. Deneyimleriyle oyunun soğumasını ve oyuncuların rolden düşmelerine engel olduğu anlar; övgüye değer çabalardı. Kutluyorum, çok başarılıydı.

Catalına; Zeliha Güney, zor bir rol, derleyici toplayıcı bir rol. Bu rolde sanatçı istediği gibi oyununu sergileyemedi. Ancak ilişkiler arasındaki görevini yerine getirdi. Sanki ikinci bir başrol gibi, acaba öyle mi? İnanıyorum ki bu değerli genç sanatçı; oyun ilerledikçe; oyundaki konumunu çok daha iyi belirleyecek, bir çıkış yolu bulacak ve gerçek performansını gösterecektir.

Sorgulayıcılar: Gerek bar müşterisi olarak, gerekse sorgu sahnelerinde çok başarılıydılar. Çok kolay oynanır gibi görülen rollerdeki oyunculuklarıyla; rollerini bir gösteriye çevirmediler. Özellikle sahneden; Pedro ile birlikte çıkış bölümü; her türlü övgüyü hak ediyor.

Albay: Sedat Savtak, oyundaki ilginç rolüyle, oyunla zaman diliminde buluşmayı en üst düzeyde başaran oyuncu olarak hayranlığımızı kazandı. Neredeyse çok kişilik bir oyunda; tek kişilik bir oyuncu olarak rolünü yaptı. Sessiz oynadığı sahnelerdeki performansı; tiyatro sanatına gönül vermiş genç oyuncular için eşsiz bir öğreti niteliğinde…  Oyunun sahnedeki tüm krgaşasına karşın, sahnede hiç bir şey yapmayan, öyle görünen bu oyuncu; seyircinin kendinden kopmasına izin vermedi ve seyirciyi kendinden uzaklaştırmadı. Sedat Savtak’ın oyunculuğundan çok etkilendiğimi belirtmeden geçemiyorum… Çok başarılıydı, biz seyirciler üzerinde oyundaki performansı ile unutulmayacak izler bıraktı.

Özel Teşekkür: Bu teşekkürü yapmadan geçseydim; kendimi bağışlamazdım. Teşekkürüm: Son Tango oyununun Kitapçığına. Öylesine titiz bir çalışmayla hazırlanmış ki hayran olmamak elde değil. Bu kitapçığa; otuz sayfa daha ekleseniz; alın size bir “Arjantin ve Tango” konu başlıklı bir yüksek lisans tezi. Şöyle haritalar, fotoğraflar, tango notaları ve ünlü Arjantin tangocularını da eklerseniz; alın size bir doçentlik tezi. Diyorum ki keşke lisede olsaydım da “Tiyatro nedir?” ödevime; Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Kurt’un sunuş yazısını götürseydim…  Yazılar bir harika, fotoğraflar bir harika: Emeği geçen ve bunu ortaya koyan herkese; teşekkürlerimi sunmayı bir görev biliyorum. Sağolun!..

Sonuç: Yaşam: canlılara verilmiş bir armağandır. Başı vardır bilinen, sonu vardır bilmediğimiz ama kesin olan. Yaşamın içinde içgüdüler, önceden gelen kazanılmış genetik bilgiler, sosyalleşmenin katkıları, bilimsel bilginin doğruları, zorluğun uğraşı, başarının sevinci yaşamın içinde var olandır. Başka bir değişle göğsümüzün tam ortasında bir demir bilye vardır. Tıp yok dese de vardır. Yaşamak için onu her an parlatmalı; pırıl pırıl Tutmalıyız. Unutmamalıyız; en büyük umutsuzlukta bile bir umut vardır. Son Tango Oyunu” beni farkındalığın eylemsizliğinden uyandırdı. Burada emeği geçen herkese, başta oyunun yönetmeni Murat Sarı’ya sonsuz teşekkür ediyorum. Fazla söze gerek kalmadan; üstün başarısından dolayı kutluyorum… Oyunu; öncelikle gençlere, dans tutkunlarına ve sanatsever halkımıza tüm içtenliğimle öneriyorum…

Son söz: Son Tango Oyunu; hiç tango yapmamışsanız, bu oyun; sizin ilk tangonuz olsun. Tango yapmasını biliyorsanız ve yapıyorsanız; zaten bu oyun sizin için…

Başlıyoruz, Bu kez postal seleri olmadan, özgürce: “Bir, ki, üç – bir ki üç…” Yaşasın Tango! Yaşasın Özgürlük!  Selam olsun güzel ülkemden; Arjantin Halkına, tüm dünya halklarına…

Saygılarımla,

Tevfik Yalçın
evetbenim@gmail.com
www.evetbenim.com

Alıntı: Tango’nun Tarihçesi, Tanju Yıldırım
https://www.evetbenim.com/haber/yazdir.asp?ID=16638

(*) Sezan, tablo satıcıs Volard’ yazdığı bir mektubunda; dere kenarında çalışırken bir gri ışıkla karşılaştığını yazar. “Ümit ediyorum ki yarın de aynı ışık gelir” dileğinde bulunur. Ben ve genç Mimar Sinan Üniversitesi  resim bölümü öğrencisi Serdal Kesgin ile 1998 yılında meydana gelen güneş tutulmasında, Amasya Gökhöyük gözlem alanında “Güneş Tutulmasının Renkler üzerine Etkisi” deneyini yaparken, bizlerde bu deneyde gri bir ışık yakaladık. Bu ışığın değer ölçümünü yapmadığımız için bu sonuç bizim için gelecekte araştırılacak konu olarak kaldı. Bu ışık; tüm bilinen renkleri güneş tutulması anında eşit düzeye getirdi ve şiddetlerini eşitledi. Bu sonuç; resim sanatında arka planın durdurulmasında kullanılabileceği savını öne çıkardı. Bu sonuç; bir görüş olarak bizde saklı kaldı.
Tevfik Yalçın

– La Cumparsita, Uruguaylı besteci ve müzisyen Gerardo Matos Rodríguez(1897-1948) tarafından bestelenmiş bir müzik eseridir. Bütün zamanların en çok tanınan tango parçası haline gelmiştir.

Bandoneon, tahminen 1845 yıllarında icat edilen ve Almanyakökenli tuşlu ve körüklü koncertinas isimli enstrümanlar ailesinin bir üyesidir. Koncertinas –İngiliz Adaları’nda kullanılanlardan farklı olarak- her iki tarafında 14 tuşu olan küçük kare bir enstrümandır. Tahminen 1856 yılında tuş sayısı 70’ten fazlaya çıkarılmış ve bu enstrümana Krefeld, kuzey Almanya’da bir müzik dükkânı sahibi Heinrich Band anısına ticari isim olarak ‘Bandoneon’ adı verilmiştir. İlk yapılışında amaç; gezici din adamlarının kullanımı için düşünüldüğüdür.

Son Tango oyun afişi İstanbul Devlet Tiyatroları   Atatürk Dans Yaparken

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir