> Özgeçmiş > Tablolar > Freeline |
SANAT YAZILARI
Yaşamda ve Sanatta Süreç ve Nitelik Süreç Son günlerde; resim çalışmalarımın yanı sıra, sanatta kullanılan ortak terimlerin ve özellikle de müzik ve resim sanatında kullanılan ortak terimlerin üzerinde çalışıyorum… Dahası biz; ne yaparız da sanatta evrensel boyutta istenilen noktaya geliriz?.. İşte tüm bu araştırmalarımda; incelemelerimde “süreç” bir kapı gibi karşıma dikiliyor ve ben onu aşamıyor, yok sayamıyorum. Kısaca süreç; “ bir olayın yada olayların, işlemlerin belli bir sonuca gidişi, düzenli olarak birbirini izleyen değişmelerle gelişip oluşması..” olarak tanımlanıyor. Süreç bazen çok kısa bir zaman dilimi olabileceği gibi, bazen de yıllar, yüz yıllar ve bin yıllar olarak da ortaya çıkabiliyor. Amacımız; gerek ekonomik, gerekse sanatsal, gerek de bilimsel bir olgu olsun.. Süreçten kurtuluş olmuyor. İnsan burada tıkanıp kalıyor. Öyleyse “ne yapılabilir?” olarak da ortaya çıkabiliyor. Yapılacak tek şey var: “süreç” nerede yer alıyorsa, onun içine girip “süreci” hızlandırmak. Başka bir deyişle süreci oluşturan etmenleri irdeleyip, bunların zaman faktörü üzerindeki kendiliğinden doğal akışını ve gelişimini bize hizmet edecek biçimde, yeniden kurgulamak. İşte o zaman; uzun süreli hedefleri, orta ve kısa süreli hedeflere dönüştürmek olasılığı çok kuvvetli olarak ortaya çıkıyor. Örneklemek gerekirse: Atatürk, Bulgaristan’da askeri ateşe olarak görev yaptığı dönemlerde klasik batı müziğini ve onun ürünlerini (opera, bale, operet vb.) izlemiş ve çok etkilenmiş. Cumhuriyet’in ilk yıllarında onunla röportaj yapan bir Alman gazeteciye bu konuda bir soru yönelterek: “… siz bu günkü müzik düzeyince ne kadar zamanda ulaştınız?" Sorusunu yöneltmiş. Alman gazeteci ise “üç yüz , dört yüz yılda.. “ deyince; Atatürk’ün tepkisi “Biz o kadar bekleyemeyiz!…” olmuş. İşte o andan itibaren hızla müzik okullarının, konservatuvarların kurulması sağlanmış, yurt dışından sanat eğitimcileri getirtilmiş. Yurt içinden Avrupa’da müzik eğitimi yapan gençler görevlendirilmiş ve bu gün sahne sanatlarındaki başarılı düzeye gelinmiş ve yetiştirdiğimiz dünya çapındaki sanatçıların ortaya çıkması sağlanmıştır. Diğer çarpıcı bir örnek ise: Ben, yazı devriminin kısa sürede başarılmasını anlamakta güçlük çekiyordum; ta ki bir gerçeği öğrenene dek. Latin harflerine geçmeden önce ülkemizdeki okur-yazar oranının yüzde iki buçuk olduğunu öğrenince.. O yıllardaki toplam nüfusun on iki -on üç milyon olduğunu varsayarak; demek ki o yıllarda ülkede okur yazar sayısı üç yüz bin kişi. Bu ne demek ? Toplum okur-yazar değil demek… Zaten okuma seferberliği başladıktan sonra, Latin harflerinin kolaylığıyla bu oran; kısa süre sonra, yüz de kırklara ulaşmış. Bu gün geldiğimiz nokta ise övünç verici. Burada hemen ilginç bir hatırlatma yapmakta yarar var: Komşumuz Yunanistan, Avrupa Birliğinin bir üyesi olarak halen Latin alfabesi değil de Grek alfabesiyle okuyup, yazıyor. Çok istiyorlar Latin alfabesine geçmek ..Olmuyor!.. Parlamentolarında sürekli tartışıyorlar, bir birlerine; bizi, Türkiye’yi örnek gösteriyorlar…”Türkler yaptı!..” diyorlar. Ama yapamıyorlar!.. Görüldüğü gibi “süreç” yok edilmese de hızlandırılabiliyor. Yinede bu konuda son örnek; Okur-yazarlıkla ilgili. Ulus olarak iki binli yıllarda “bilgi toplumu” olmak başlıca hedeflerimizden. Yalnız okur-yazar olmak başlıca hedeflerimizden. Yalnız okur-yazar olmak bilgi toplumuna geçmeyi sağlamaz. Neden sağlamaz? Asgariden okur-yazarlığın ölçütünü ilkokul olarak alırsak; beş yıllık bir öğrenimin sonucunda bu okulu bitiren bir insanımız; “demokrasi, devlet, sağlık, çevre, insan hakları…” yazar, ama bu sözcüklerin açılımını yapamaz. Çünkü açılım yapmak demek; bilgi ile donanımlı olmak demektir. Yine son günlerde sıkça söylenilen bir istatistiğe göre: ülkemizdeki tüm insanlarımızın okur-yazarlıktaki öğrenim gördüğü insan başına sınıf okumuşluk sayısı: erkeklerde: üç onda iki (3.2) kadınlarda: iki onda bir (2.1), sınıf olarak belirtiliyor. Amacımıza ulaşabilmek için; Ulus olarak bilgi toplumu olabilmemiz için; bizlerin en az beş sınıf okumuş olmamız ve dahası bunun üstüne çıkmamız gerekiyor. Ülkemizde neden tüm basılan gazetelerin toplam baskı tirajlarının üç milyon olduğu, neden kitapların baskı tirajlarının üç bin gibi düşük düzeylerde olduğu ; bu sonuçla daha rahat anlaşılıyor. Bu gerçek karşısında , bizler bilgi toplumu olmak istiyorsak; okur-yazarlık sürecini aşmalı ve hızlandırmalıyız. Ulus olarak bunu da yaptık. Birinci aşamada temel eğitimi sekiz yıla çıkartmakla inanılmaz bir hız kazandık. 2010 ve daha sonraki yıllarda öyle bir Türkiye, öyle bir insan yapımız olacak ki: elde ettiğimiz güç; yaşadığımız bu ortak coğrafyanın tüm farklı dil ve ırktan insanlarına, bizim dışımızdaki insanlara da sonsuz refah, mutluluk ve barış getirecek.. Süreç konusunda söyleyebileceğimiz son söz: Şu anda elimizin altındaki konu ve yapmakta olduğumuz iş, proje her ne ise; bizler gerek yönetici, gerek girişimci gerekse sade bir vatandaş, dahası bir öğrenci bile olsak; süreci hızlandırma konusunda yeniden bir değerlendirme yapmak, elde edilen sonuçlara göre yeni bir bakış açısı ortaya koymak zorunluluğundayız. Süreç, olgu olarak yok sayılamayacağına göre; süreci hızlandırmak temel kazanım olmalıdır. Nitelik: Süreç’in hızlandırılması , ayrıştırılması ve bize hizmet etmesini sağlamak yeterli midir? Hayır yeterli değildir. Burada yeni bir sorunsalla karşılaşmaktayız. Bu “Nitelik “ olarak karşımıza çıkmaktadır.Yine sözlük anlamından hareketle: “nitelik: 1) bir şeyin iyi ya da kötü, güzel yada çirkin oluşu, eş anlam olarak kalite. 2) bir şeyin nasıl olduğu belirten, onu öteki şeylerden ayıran şöyle yada böyle yapan özellik. 3) bir şeyi şu ya da bu bakıma göre oluşturan ve onu öteki şeylerden ayrı tutan özellik. 4) toplum bilimi açısından: bir şeyi o şey yapan ve benzerleriyle karşılaştırılmamasını sağlayan varoluş biçimi. 5) felsefe yönünden: bireyi yaşantının bir yönü yada nesneyi ötekilerden ayırt etmeye yarayan ve ölçülebilen özellik. 6) Matematik bilimi açısından; bir önermenin olumlu yada olumsuz oluşu.” Olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamanın içerisinde yer alan belirleyici sözcükleri aradığımız zaman: “özellik,..oluşturan, … ayrı kılan üstünlük, .. var oluş biçimi, …ölçülebilen özellik, …olumlu yada olumsuz oluşu, … doğru-yanlış” sözcüklerinin öne çıktığını görüyoruz. Gelinen bu nokta da gerek yaşamda, gerekse sanatta nitelik aradığımız zaman karşımıza çıkan temel belirleyici; yapılan o iş ile ilgili olarak bilimsel bilgidir. Yukarıda sayılan tüm belirleyici özellikleri elde edebilmenin yolu budur. Bu nedenle toplumlar: bilgi toplumu olabilmek için tüm olanaklarını zorlamaktadırlar. Yüksek düzeyde bilgi; elbette yapılan iş ne olursa olsun, diğerlerine oranla bir üstünlük ve varoluş biçimini oluşturacaktır. Sonuç: Sanat eğitiminde tartışılan temel konu: Bu eğitimin “süreç” yada “nitelik” eğitimi olup olmayacağıdır. Bu gün yapılan süreç eğitimidir. Sanat öğrencisi; dört yıllık paket süreler içinde özellikle okula ve öğretmene ödev olarak çalışan öğrenciler; sürecin sonunda istedikleri niteliği elde etmediklerinden; kendiliğinden bu süreci uzatırlar. Kısaca dört yıl sürmesi gereken eğitim, beş, altı yıl ve daha fazla süreye yayılır. Nitelik eğitimi oldukça pahalı bir eğitimdir. Bu eğitim; biraz usta – çırak ilişkisine dayanır ve sona ermesi konusunda bir süre belirlenmez. Özel araç- gereç, araştırma, farklı görüşleri içeren kitap vb. araçlara gereksinim duyar. Burada, özellikle sanat okuyan gençlere önerimiz; süreç eğitiminin zorunluluğunu yadsımadan, nitelik eğitimini de dikkate almalılar ve bu konuda özel çaba göstermelidirler.
İyi olmanın, kaliteli olmanın, ayrı kılan üstünlüğe sahip olmanın, olumlu olmanın, ayrıcı olmanın yolu; “nitelik” kavramını bizden istediği bedeli ödemekten geçer. Biliyorum: Bu zor ve çok para isteyen bir konu. Eğer istersek; diğer zor unsurları şöyle ya da böyle çözer amacımıza ulaşırız. Tevfik YALÇIN |