Türk Dili Dergisi, Ahmet Miskioğlu tarafından; Fazıl Hüsnü Dağlarca, Oktay Akbal'ın katkılarıyla, 1987 yılında İstanbul'da kuruldu. İki ayda bir yayımlanan, dilimize örnek yazı ve belgelerin yer aldığı dergi üyelerine posta ve ptt kargo ile ulaştırılmakta olup; tüm Türkiye genelindeki kütüphaneler ve okullara ücretsiz olarak gönderilmektedir.
Anımsanan Kimi Günlerimiz
Ahmet Miskioğlu
4 Aralık 1984 Salı, İstanbul
Vagon kahvesinde Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Günel Altıntaş, pencere önündeki masada söyleşiyordu. Ben de geldiğimde üç kişi olduk.
Günel Altıntaş, yıllardan beri çalıştırdığı, 'Cemre Kitabevi’ni kapatmış. Arkadaşlarının kendisini görmeye gittiği, bir söyleşi yeriydi de orası Bir imza günleri salonu da yaptığı büyük bir ekinsel etkinlik yeriydi. Yazık oldu.
Özel deyime göre: "devren satmış”. Ne demekse devren satmak, sormadım; kitabevini elinden çıkardığını anladım Dört Milyon lira {4 000 000 TL) almış. Şimdi eşinin dayısının Cağaloğlu'ndaki basımevinin üst katındaki yazıevinde ilkokullar için yardımcı kitap hazırlamaya çalışıyormuş. Yayıncılığa başlayacakmış.
*
Dağlarca'ya dün öğrendiğim Moskova radyosunun haberini, Udris Berzıç'in kendisinden çeviriler yapacağı haberini söyledim Dağlarca, Udris Berziç'i tanıyor Onunla tanışıyormuş.
*
Günel Altıntaş, eşine bademcik ameliyatı yaptırmış. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde işlem yapmışlar ve yarım bırakmışlar. Narkoz etkisi geçince büyük bir ağrı başlamış Üniversitenin aygıtları eksikmiş Bu yüzden güç durumda kalmışlar. Zorunlu olarak bir özel doktora başvurmuşlar. Başvurdukları özel doktor, bademciği kendi muayenehanesinde almış Günel Altıntaş'ın bu öyküsü üzerine, ben de üniversite sayrıevlerinin güvenilmez olduğunu açıkladım
Dağlarca da, Behçet Kemal Çağlar'ın prostat ameliyatı olurken üniversite sayrı evinden kaptığı mikrop yüzünden orasının aşırı şişmiş olduğunu ve bu yüzden Behçet Kemal'in öldüğünü açıkladı.
Ben de onlara söylemeyerek İstanbul Çapa Sayrıevindeki durumumu anımsadım üniversiteden kaptığım mikrop yüzünden aldığım antibiyotiklerle yürek bunalımı geçirdiğimi, sayrılığa düştüğümü düşündüm
İlkokul öğretmeni Nazmiye Hanım, Günel Altıntaş ailesine Suadiye Lisesini, Türkân'ı överek anlatmış. Evimize de geldiğini söylemiş. Ben 'Ülkü Hanım'dır belki" dedim, o, 'Hayır Nazmiye Hanım." dedi
Saat 20.00'de birlikte yemeğe gitmeyi önerdi Günel Altıntaş. Fazıl Hüsnü Dağlarca, kendisinin gelmeyeceğini söyledi. Günel'le ben kalktık.
Olimpiyat-2'ye geldik. Günel'le asıl söyleşiyi burada yaptık. O da evine telefon edip duyurdu, ben de eve telefon ettim.
Benim yayımlamak istediğim kitabı bir yayıncıya bastırabileceğini söyledi Günel.
Nazmiye Hanımın eşi Libya'da çalıştığı halde, dönüp gelmiş, bırakıp gelmiş. Günel onları iyi tanıyor. Yüzbaşılıktan emekli imiş.
5 Aralık 1984 Çarşamba, İstanbul
Vagon kahvesinde pencere önünde Fazıl Hüsnü Dağlarca, Murat Tuncel, Ahmet Miskioğlu oturuyoruz. Vagon'a gelirken Tuncel'le karşılaşmıştım, Vagona birlikte geldik. Tuncer anlattı. Onu uzak bir yere atamışlar; o da bakanlığa bağlı öğretmenlik görevini bırakmış. Şimdi özel bir okulda çalışıyormuş. Eşi doğum yapacakmış.
Dağlarca sordu bana: "Sen hazırlıksız hemen dergi mi &cce
dil;ıkaracaksın?' dedi. Bir girişimim olduğunu Rasih söylemiş. Dağlarca, Rasth'e sormuş: 'Niçin Ahmet Miskioğlu'nu bu kadar arıyorsun?" diye. O da, "Ocak ayında dergi çıkacak, geç kaldık, onun için arıyorum." karşılığım vermiş.
Konuşmalarımızda birtakım yanlış anlaşılmalar mı oluyor diye düşünüyorum şimdi. En üzüldüğüm şey, ciddi konuların ortalığa saçılması, ayağa düşmesi, gevezeliklere yol açması…
*
Murat Tuncel gittikten bir süre sonra Cemal Süreya ile Ece Ayhan geldi. Onlarla da söyleştik.
Saat 19.15’te kalktım eve geldim.
Dergi konusunda acelecilik edersek Dağlarca'nın dediği gibi sevimsiz bir şey çıkar ortaya. Kadromuzu kurmamız gerekir Yeterli hazırlık yapılmadan çıkarılamaz. Telaşlı acelecilik çok saçma bir şeydir.
7 Aralık 1984 Cuma, İstanbul
Türkân'ın eski öğrencisi Hatice'ye (Sevgili kızımız Hatça'ya) sorularını yanıtlamak üzere mektup gönderdik bugün. İçine çektiğimiz fotoğrafları da koyduk. Ama yanlışlıkta 8.12.1984 tarihini atmışız. Oysa bugün ayın yedisi. Olmuş bir kez, zarar yok!
8 Aralık 1984 Cumartesi, İstanbul
Lucyna Antonowicz Bauer. telefon etti. Önce Türkân konuştu, sonra bana verdi telefonu. Lucyna. bir engel yoksa bizi görmeye gelmek istediğini söyledi. "Buyurunuz, onur verirsiniz" dedim.
Lucyna Antonovicz Bauer, İnci adındaki bir Türk arkadaşıyla birlikte geldi bizi görmeye.
Lucyna, sorular soruyor. Kimi merak ettiği sözcüklerin anlamını eksiksiz olarak kavramak istiyor.
"Adaçayı nedir." diyor. 'Mihal kuşu nedir," diyor, daha başka sorular. Hep soruyor.
Bu arada sözlüklere de baktık. Adaçayının Latincesi bile var Türkçe Sözlük'te. Sözlüğün 1974'te basılan altıncı baskısında şu açıklama var. adaçayı için: «-nı b. A.bot. ballıbabagillerden ıtırlı bir bitkidir, yurdumuzda çokça yetişir, tüylü ve beyazımtırak olan yapraklarının kurusu çay gibi haşlanarak içilir (Salvia offıcinalis).»
Lucyna planlarını da söyledi. Şiir çevirisi yapıyor imiş. Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı, Yunus'u çevirecekmiş.
Halikarnas Balıkçısı’ndan da söz açtı. Onu da çevirecekmiş.
"Halikamas Balıkçısı'nı sever misiniz?" diye sordu. Sevdiğimizi söyledik.
Bize yemeğe de gelmelerini istedik onlardan Gelecekleri günü telefon edip bildirecekler.
Türkân çay yaptı, pasta sundu. Adaçayı yaptı sundu ve Lucyna'ya bir torba dolusu adaçayı yaprağı armağan etti.
Lucyna ile İnci saat 20.00'lerde ayrıldılar.
Ayağında uzun çizmesi ile Lucyna'nın boylu boslu bir görünüşü var. Ten açık renk, gözler açık renk. Polonya soyu… Boyu uzun, yapısı ince… Bugün, bizim onu ilk görüşümüzden çok daha havalı… İlk gördüğümüze göre büyük değişiklik…
9 Aralık 1984 Pazar, İstanbul
Vagon kahvesine girmeden önce, Behzat Ay, arkadan, uzaktan "Miskioğlu!" diye bağırdı. Durdum, bekledim. Geldi. Yorgun bir durumu vardı. Esriktir diye düşünmek istemedim. Sabah sabah esrik olunur mu? Bana çok kötü durumda olduğunu, sıkıntı içinde bulunduğunu söyledi. Cuma günü, Cemal Süreya ile birlikte Balkan Lokantasında yemek yemiş. Orada çantasını yitirmiş. Arıyormuş. Bulunmuş eşyalar getirilebilirmiş karakollara. Heyecan ile anlattı. 'Belki benim çantamı da bulan birisi karakola getirip teslim etmiş olabilir," diye konuştu. Ekledi: "Haydi, lütfen karakola birlikte gidelim." dedi.
Üzüldüm bu duruma. Üsteleyip de duruyor, "Birlikte gidelim!", "Birlikte gidelim!* deyip duruyor. Durumunun oldukça kötü olduğu açıkça görülüyor. Bir hayli duraksamadan sonra, onunla yürüdüm birlikte. Kadıköy Merkez Emniyet Amirliğine geldik. Kapıda durdum. O da durdu. Bir görevli ilgilendi. Onu aldı içeriye. Bekledim. Birisinin ona "Karakola sarhoş
gelinir mi, ayıp!' dediğini işittim. Çantasını yitirdiğini söyleyemedi bile, dışarıya çıktı.
*
Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya Lucyna'yı anlattım. Leh diline kendisinin de şiirlerini çevireceğini haber verdim. Lucyna'yı yemeğe alırken kendisini de eve, yemeğe davet edeceğimizi söyledim.
10 Aralık 1984 Pazartesi İstanbul
Ressam arkadaşımız, Atatürk Eğitim Fakültesi öğretim üyesi İsa Başlıoğlu ile Vagon kahvesinde bir köşe masasında oturup söyleştik.
Özlemişim Atatürk Eğitim'deki ressam arkadaşları. İsmail Avcıyı, en çok İsmail Avcı'yı. Ramizi, Mehmet Özet'i, Nevhiz'i, Zeki Kuşoğlu'nu. Erol Özden'i, Veli Sapaz'ı, İsmail Demirtaş'ı, Basri Erdem'i, Yunus Güneş'i, Muammer Öner'i, Ahmet Özol'u… daha birçoklarını yeniden anımsadık Başlıoğlu ile birlikte. Etkinliklerinden söz açtı Başlıoğlu. Yeni dönemde. Bakanlıkça hepsine profesörlük sanı veriliyormuş. Hem Resim Bölümü'ndeki. hem Müzik Bölümü'ndeki arkadaşlara… Artık fakültede profesörlük sanını kullanıyorlarmış.
Sonra İsa Başlıoğlu kalktı gitti.
İsa Başlıoğlu gittikten sonra. Fazıl Hüsnü Dağlarca ile Sadi Samra'nın prafa oyunu için beni bekledikleri masaya geçtim. Özellikle Sadi Samra oyun oynamayı çok seviyor. O, kesinlikle her gün. her saat oyun oynamalı, hiç boş durmamalı. Tümden alışkın, hiç bırakamayacak ölçüde alışkın. Son günlerde, Dağlarca da ona uyuyor, ben de yavaş yavaş alışkınlaşıyor (tiryakileşiyor) gibiyim.
Gün ortasından saat 20.00'lere değin Sadi Samra. Dağlarca ve ben prafa oynadık durduk.
(157.sayı Baş yazı/Ahmet Miskioğlu)
Alıntılar:
İlk Sayı( Yıl:1, Cilt:1, Sayı:1 Temmuz – Ağustos 1987)
Başyazı:
DAĞLARCA'YA SORULAR..- I
Ahmet Miskioğlu
Ahmet Miskioğlu: —«Bağımsızlık Savaşı» yapıtınızın, ki DAĞLARCA DİZİSİ'nin 8-9 .sudur, Sakarya Kıyıları adlı bölümünde «Kaybolurken Osmanlıca» başlıklı bir şiiriniz var:
«Alev nefesler gibi
Asumana akseder
Şahikalardan
Milletliği milletin»
dizeleriyle başlıyor. Ardından gelen,şiir ise «Belirirken Türkçe» başlıklı olandır:
«Ulusun ulusluğu
Doruklardan
Göğe yansır
Yalaz soluklar gibi»
dizeleriyle bitiyor. Buradan başlayarak yapıtta Türkçe karşılığı bulunan yabancı sözcükleri kullanmada görülüyor. Aynca eski yazdıklarınızı yeniden yayımlarken de kimi Osmanlıca sözcükleri değiştiriyorsunuz, amacınız nedir?
Fazıl Hüsnü Dağlarca: — Destanın burası arı dil bilincinin artık Osmanlıcaya sığmadığı yerdir. Dil, ulusun varlığında Osmanlıcadan kurtulurken yurdun kurtuluşu da başlamıştır. Andığınız yapıtın 42., 43. yapraklan, bunu izleyen 44, 46. yaprakları Bağımsızlık Savaşımızın dönüm npktasını içermektedir. Buralarda Ulusal Kurtuluş Savaşının çekirdeği yatmaktadır. Bence, Bağımsızlık Savaşını daha büyük ulusal gerçeklerle kazanmışızdır. Yalnız eylem atılımlarıyla kazanmış değiliz, ulusal bilincin, Türkçe bilincinin de, Türkçe yurt bilincinin de katılımı vardır bu utkuda. Ulusumuz, Osmanlı kavramı içinde kilitlene kilitlene kendini yalnız Osmanlı sanmaya başlamıştı. Osmanlıcayı da neredeyse Türk dili sanacaktı. Daha doğrusu böyle sanması istenmişti. Büyük Türkçeci Necip Asım'ın söylediği gibi Anadolumuz büyük çoğunluğuyla okuryazar olmamakla, okuma yazma öğrenmemekle, bilmemekle Türkçe sözcüklerini, Türklüğünü korumuş bulunuyordu. Sakarya kıyılarında kazanılan, utku, Türkçenin yurtseverliğidir, Osmanlıcayı yenmesidir. Yukarıda anılan dize toplulukları, bu evreyi göz önüne sermekte. Beş yapıtla oluşan «Bağımsızlık Şavaşı»nda Sakarya Kıyıları 'nın ortasına değin konular o savaş günlerinin diliyle yazılmış, anılan şiirden 'sonra son dizesine değin Türk Dil Kurumu'nun aydınlığında yürütülmüştür. Genç kuşaklar bunu mutlulukla göreceklerdir. Eskiden yayımlanmış yapıtlarımda bile olabildiğince sözcük değiştirmeleri yapıyorsam 1959'dan «Türkçe Katında Yaşamak» şiirinden beri yalnız Türkçe sözcüklerle yazıyorsam, Türkçenin suç bağışlamaz egemenliğindendir, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nu kurarken yaşadığı gerçeklerdendir bu.
Miskioğlu: — Atatürk'ün dil amaçlarıyla ilkelerinin çiğnenmiş olması konusunda söylemek istedikleriniz?
Dağlarca: — Bir yazarın bütün yazdıkları, konu ne olursa olsun, dil üzerine söyledikleridir. Atatürk bile dediğim gerçeğin içindedir, işin anlaşılmaz yanı, Dil Devrimi'nin uygulanmaya konduğu yıllarda ilkokulu ya da ortaokulu yeni bitirmiş olanların, devrime uymuş olması gerekenlerin yıllar sonra yeniden Osmanlıcanın öncüsü kesilmeleridir. Böylece savaşılacak iki olumsuz durum karşısındayız:
1. Anayasanın hemen başında söylenen «Türkiye'nin dili Türkçedir» ilkesi yokmuş sayılmakta, eski Osmanlıca, Cumhuriyetten daha eski evredeki Osmanlı Devleti'ndeki yoğunluğuyla yazılı-sözlü alanları kaplamaktadır.
2. Halkoylamasıyla yürürlüğe konmayan Dil Devrimi, halkoylamasıyla yürürlükten kaldırılmıştır. Biliyorsunuz, bütün yasacılarımız sayısız bilimsel açıklamalarıyla Türk Dil Kurumu'nun tüzel varlığının yok edilemiyeceğini belirtmişlerdir. Bu gerçeklere karşın yönetim, kendi dileğini, Atatürk'e karşı olanlara başeğerek yandaş kapanma dileğini yürürlüğe koymuştur. Atatürk'ün bütün devrimlerinin en önemlisi Türk Dil Devrimidir. Türk Dil Kurumu'nu kapatmaktan da öte tam karşıtı olanların ellerine bırakan güç, suçludur. Yarın tarih önünde sorgulanacaktır, göreceksiniz. Evet, üzüntüm büyüktür, büyük boyutlar taşımaktadır. Çünkü bu üzüntü, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün üzüntüsüdür.
*
İki Ayın İçinden
DİL DERNEĞİ KURULDU
Geçtiğimiz iki ay içinde Ankara'da dilseverler, uluseverler arasında bir devinim görülüyordu. Sonunda çalışmalar ürününü verdi. Eski Türk Dil Kurumu'nun kimi üyeleri 18 Nisan 1987 günü «Dil Derneği» adıyla bir dernek kurdular.
Özellikle son haftalarda basında geniş yankı uyandıran Dernek, «Türk dilinin özleşmesine, gelişmesine, dil devriminin güçlenmesine katkıda bulunmak,, bu konularda uğraş verenler arasında dayanışma sağlayarak uygar ve barışçı çabalarla bilimsel, yazınsal, ekinsel, sanatsal etkinliklere ağırlık verip öncülük yapmak ve Atatürk'ün başlattığı dil devrimini sürdürmek» amacını güdüyor.
BAŞKAN VE ÜYELER
Siyasal Bilgiler Fakültesi eski Dekanı, Mülkiyeliler Birliği Eski Başkanı Prof. Dr. Cevat Geray, derneğin başkanı oldu. Asbaşkanlığa Tahsin Saraç, Genel Yazmanlığa Doç. Dr. Aydın Koksal, Saymanlığa Sevgi Özel getirildi. Ali Rıza Önder, Dr. Haldun Özen, Refet Erim, Ali Püsküllüoğlu, Beşir Göğüs, Orhan Asena, Atilla Göktürk yönetim kurulunu oluşturdular. Üyeler arasında şu adlar bulunuyor: Prof. Dr. Necip Bilge, Adnan Özyançıner, Talip Apaydın, Salim Şengil, Dr. Yahya Kanbolat, Doç. Dr. Tahir Hatipoğlu, Gülten Akın Canko&c
cedil;âk, Doç. Dr. Türker Alkan, Mustafa Ekmekçi, Suphi Karaman, Prof. Dr. Cahit Talaş, Mehmet Aydın, Doç. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Dr. Coşkun Üçok, Prof. Dr. Bahri Savcı, Yılmaz Dağdeviren, Berin Taşan, İskender Özturanlı, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Ahmet Yıldız, Prof. Dr. Metin Özek, Ali Dündar…
ÇALIŞMA BAŞLAMADAN DURDURULDU
Basında yer alan haberlere göre Dil Derneği «kurulması yasak derneklerden» sayılarak, etkinlikleri başlamadan durduruldu. Ankara Valiliği şu gerekçeyi ileri sürüyordu: «Anayasada Türk dilinin bilimsel yoldan araştırılması, tanıtılması ve yayılması görevi Türk Dil Kurumu'na verilmiştir. Bu kamu kurumuna verilen bir yetkinin bir dernekle sürdürülmesi söz konusu olamaz.»
ANKARA VALİLİĞİNİN YAZISI
Ankara Valiliği, Dil Derneği'nin çalışmalarını durdurmak için 4 haziran 1987 günü Vali Yardımcısı Yahya Güz imzasıyla bir yazı gönderdi. Şöyle diyordu: «Tüzüğünüzün 1. ve 3. maddelerinde dernek, Türk dilinin özleşmesine ve gelişmesine katkıda bulunmak, Türkçenin özleşmesini bütün bilim, teknik, sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla ve bilimsel yöntemleri uygulayarak sağlamaya çalışmayı amaçlamaktadır, denmekte olduğundan anayasanın 134. maddesine istinaden 2876 sayılı kanunla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu oluşturulmuş ve bu kurumun 4., 6., 35. ve 37. maddeleriyle Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak görevi Türk Dil Kurumu'na verilmiştir. 2876 sayılı kanunla Dil Kurumu’ na verilen bir yetkinin bir dernekle sürdürülmesi söz konusu olamayacağından ve anayasamız başkalarına böyle bir yetki kaynağı olabilecek hüküm taşımadığından derneğiniz 2908 sayılı dernekler kanununun 5. maddesinde yer alan kurulması yasak derneklerden olduğundan aynı kanunun 10. maddesinin 3. fıkrasına istinaden faaliyetiniz 4.6.1987 tarihli onayımızla durdurulmuştur.»
CEVAT GERAY KONUŞUYOR
Prof. Dr. Cevat Geray, yöneltilen sorular üzerine basında çıkan haberlere göre görüşlerini açıklayarak, dilimizin zenginleştirme ve arılaştırma çabalarının kimsenin tekelinde olmadığını, Türk Dil Kurumu'nun, Türk dili değil Osmanlıca üzerinde çalışma yapan, Türk-İslam sentezini egemen kılmaya çalışan bir devlet dil dairesine dönüştüğünü belirtti.
İNSAN HAKLARI
«Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle derneğimizin etkinliklerini durdurmak anayasa ve insan haklarına aykırıdır. Bunun için tek tek ve topluca yasal hakkımızı arayacağımız, yasal yollara başvuracağımız açıktır. Eski Türk Dil Kurumu üyelerinin bir araya gelip dernek kurmaları kadar doğal bir şey olamaz.
Dil ve Târih Kurumu resmi bir daire haline gelmiş bir yerdir.» diyen Prof. Dr. Cevat Geray, Ankara Valiliği'nin yetkisini çok aştığını ve anayasayı yanlış yorumladığını belirterek sözlerini sürdürdü:
TÜRKİYE'DE DEVLETE VERİLMİŞ İŞLERİ YAPANLAR
«Türkiye'de devlete verilmiş pek çok görevler ve kamu hizmetleri konusunda çok çeşitli derneklerin, vakıfların hatta ticari şirketlerin etkinlik gösterdiğini biliyoruz. Evlendirme yetkisi belediyelere verildiği halde Başbakan'ın eşinin vakfı bu konuda birtakım etkinlikler yapıyor. Türk Eğitim Derneği, Türkiye Milli Eğitim Vakfı Milli Eğitim Bakanlığı olduğu halde özel okullar açabiliyor. Derneklerin siyasetle uğraşması yasaklandığı halde «Aydınlar Ocağı», iki parti arasında yakınlaşmayı açıkça kamuoyuna duyuruyor. Niçin hakkında suç duyurusu yapılmıyor?»
ATATÜRK'ÜN ÖNCÜLÜĞÜ
«Türk Dil Kurumu, Atatürk'ün istemi üzerine, Türkçenin arılaşmasına, gelişmesine ve halka mal edilmesine yönelik çalışmalar yapmak amacıyla, onun öncülüğünde kurulmuştur. TDK bu anlamda amacına ulaşmıştır. Fakat dil gelişen bir kurum olduğuna göre, her zaman için yeni gelişmelere göre kendisini yenilemesi gerekli olduğundan, bu tür kurumların amacını gerçekleştirdi diye kapatılması veya sona erdirilmesi söz konusu olamaz. TDK'nın kuşkusuz en büyük katkısı, yazın ve sanat dilinde olduğu gibi bilim dilinde de dilimizi yabancı terimlerin boyunduruğundan kurtarmasıdır. Böylece Türkçe herkesin anlayabileceği ulusal, ortak bir iletişim ortamı oluşturabilmiştir. Kısacası, Türk dil devrimi, yazın devrimiyle bütünleşmiştir.»
ATATÜRK'ÜN HAKKI HUKUĞU
«Atatürk'e ve onun devrimlerine karşı olanlar, ulusallıktan çok ümmetçilik yanlısı olanlar uzun süredir dilde uydurmacılık diye nitelendirdikleri dil devriminin gerçekleşmesinden, kitlelere mal olmasından rahatsız oluyorlardı. Kurumun yönetimini, denetimini eline geçiremeyince büyük sermayenin beslediği vakıflar, dernekler, gazeteler yoluyla TDK'ya karşı bir kampanya başlatmışlar, bu kurum yerine bir dil akademisinin kurulmasını önermişlerdi. 1982 anayasasındaki bugünkü düzenleme, onların bu istemleri doğrultusunda ve çerçevesinde yapıldı. Bir kuruşu bile amaç dışı kullanılmamış olan TDK'nin tüm mal varlığı yeni kurulan kuruma devredilmiştir. Bir insanın belli bir kişi veya kuruma bağışladığı, vakfettiği bir gelirin anayasa ile ya da başka bir yasayla da olsa, başka bir kişi veya kuruma verilmesi hukukla bağdaşmaz. Hele bu kişi Atatürk olursa!»
TÜRK-İSLAM SENTEZCİLERİ
«Bugün siyasal iktidarca atanmış kişilerin yönettiği kurumlar, bu alanda ulusal dili geliştirme amacı şöyle dursun, gazetelere yansıdığı biçimiyle Türk-İsiam sentezini, Türkiye Cumhuriyetinin resmi ideolojisi durumuna getirmekle uğraşıyorlar.
DİL DERNEĞİ NASIL ÇALIŞACAK?
«Dil Derneği bu alanda gönüllü olarak Türkçenin gelişmesine ve arılaşmasına kendini adayan bilim, sanat ve ekin adamlarının bir araya gelerek kurdukları bir dernektir. Derneğimiz etkinliklerine başlayabilse, olanakların elverdiği ölçüde Türk dilinin gelişmesi, Atatürk'ün öngördüğü doğrultuda dil devriminin yürümesi için bilimsel çalışmalar yapacağız. Ayrıca toplantılar düzenleyecek, dil bayramı örgütlenecek.»
HAKLARINI SAVUNACAKLAR
Dil Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevat Geray, derneklerinin yasak dernekler arasında görülmesinin kendileri için sü
rpriz olduğunu söyleyerek idare mahkemesinden yürütmenin durdurulması kararını isteyeceklerini, haklarını sonuna dek savunacaklarını açıkladı.
DİL VE TARİH. KURUMLARI İÇİN YASA ÖNERİSİ
SHP Sivas Milletvekili Mustafa Kemal Paloğlu, Türk Dil ve Tarih kurumlarının Atatürk'ün vasiyeti gereği dernek statüsünde çalışmasını öngören bir yasa önerisi hazırladı ve Meclis Başkanlığına verdi.
Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nun, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yasasından önce var olan tüzüklerinde belirlenen amaçları doğrultusunda ve Dernekler Yasası hükümleri içinde çalışmalarını sürdürmeleri hükmüne yer verilen yasa önerisinde, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Kurulu Yasası'ndan önce birer dernek olarak yaptıkları son genel kurul toplantısıyla oluşan yöneticilerine, bütün haklarıyla ve mal varlıklarıyla teslim edilmesi de isteniyor.
MAHKEMEYE BAŞVURDULAR
Dil Derneği yöneticileri, son haberlere göre, Ankara 3. Bölge İdare Mahkemesine başvurmuştur. Ankara Valiliği'nin işleminin durdurulması ve kararın kaldırılması istenmektedir.
Başvuruda, Valiliğin aldığı kararın Türk-İslâm Sentezi görüşü doğrultusunda alındığı yazılarak, Dil Derneği'nin yasak dernekler arasında sayılamayacağı belirtilmekte ve Atatürk'ün başlattığı dil devrimini sürdürmeyi amaçladıkları açıklanmaktadır.
OKULLARDA ARAP HARFLERİ
Atatürk Türkiyesi’ni geriye götürmek isteklerinin açık belirtilerinden birisi de okullara Arap harflerinin ders olarak konması çabalarıdır.
Gebze'de düzenlenen «Haftalık Ders Programları Semineri», gerçek Atatürkçüleri uyarıcı görünümler sergiledi. Yıllardan beri oluşan olayların tümüne bir bütün olarak bakanlar «Atatürk ilkelerinin çoktan ortadan kaldırılmış olduğunu görürler. Durmadan Atatürk'ten söz açıyor görünmeler, şuraya buraya durmadan «Atatürk» adı koymalar, aslında gerçek Atatürkçüleri uyutup gerici amaçlarını kolaylıkla yürütmek içindir. İkiyüzlülük, doğal davranış gibi olmuştur. Bir yetkilinin şu sözleri ne denli uyarıcı: «Eski yazı öğretilmesi konusunda amacımız, Atatürk'ün çizdiği yolu takip etmektir.» deniliyor. Kimleri, niçin aldatmak istiyorlar? Atatürk'ün çizdiği yolu izlemek, onun ilkelerini çiğneyerek mi olur?
İleri sürülen görüşlerden biri de şu: Arap harfleri okullara sokulmazsa Osmanlı «arşivlerinin okunmasına olanak yokmuş! Oysa bugün Arap harflerini bilen binlerce insanımız varken onları niçin göreve çağırmazlar! Niçin gerekli ödenek ayrılarak belgeliklerdeki belgeleri okutma, inceletme eylemine geçmezler? Niçin? Bu denli çok insanımız, bu denli işsiz insanımız varken, Arap harflerini bilen insanımız varken niçin onlara yaşamlarını sürdürecek bir ödenek verip belgelikleri taratmazlar? Niçin? Anlaşılıyor ki gerçek amaç bu değil. Amaç, ortaöğretimde beyinleri istedikleri gibi yıkayarak, zekâları örümceklendirerek Atatürk Türkiyesi'ni istedikleri gibi geriye döndürmektir. «İktidar sahipleri» Atatürkçüyüz diye diye, Atatürk Türkiyesi' ni yozlaştırmayı ne zamana değin sürdürebileceklerdir bilemeyiz. Ama inanıyoruz ki gerçek Atatürkçüler, ilkeleri bir gün yeniden yörüngesine oturtacak ve Türk ulusunun çağdaş uygarlığı aşma atılımını sürdürülecektir. Bugün, Atatürk çocuklarının yüreğinde onulmaz yaralar açılmıştır. «İkiyüzlü güçlü»lerin yüzlerine Atatürkçülük maskeleri takmaları karşısında ünlü bir yazarımızın dediği gibi «Ben Atatürkçü değilim.» mi dememiz gerekiyor?
ARAP HARFLERİNE KARŞI OLAN DA VAR
ÖSYM Başkanı Prof. Altan Günalp, Gebze'de yapıian «Haftalık Ders Programları Semineri»nde konuşarak: «Eski yazı geri dönüş özlemini körükleyebilir. Bunun yaşam biçimi hâline getirilmesine karşıyım.» diyebilmiştir, bu geriye dönüş ortamında…
YAZAR-ÇİZERLER
Mart 1981 de yayımlanan 2. Papirüs seçki betiğinde Kadıköy'deki «Elif Kıraathanesinin eski «Merkez» günlerini anımsatan bir canlılıkta olduğu her kuşaktan sanatçıyla karşılaşıldığı belirtilir, adları açıklanır:
İlhami Bekir, S. Kudret Aksal, Suavi Koçer, Tarık Buğra, Tevfik Akdağ, Behzat Ay, Vedat Üretürk, Ercüment Uçarı, Uğur Önal, Ahmet Miskioğlu, Güner Somtürk, İlker Akçay, Osman Serhat, Nurullah Can, Eray Canberk, Aydın Hatipoğlu, Haşim Çatış… Ve arada bir tavla oynamaya gelen Dağlarca…
Geçen beş altı yıl içinde değişiklikler oldu. Elif oteli ve kıraathanesi yıkıldı. Eski «Merkez Kıraathanesi» büyük başkalaşım geçirerek «Vagon» adıyla açıldı. Andığımız her kuşaktan sanatçı artık «Vagon»da buluşuyorlar. Yukarıda andığımız adlara her kuşaktan yeni adlar katıldı:
Günel Altıntaş, Enver Ercan, Turgay Kantürk, Halim Uğurlu, Cihat Burak, Arif Damar, Turhan Aytul, Turgut Tanyol, Mehmet Müfit, Engin Turgut ve Londra'dan her gelişinde Feyyaz Kayacan.
Geçen zaman içinde yalnız bir kez ya da birkaç kez uğrayanlar var: Naim Tirali, Sami Karaören, Bedia Akarsu, Mehmet Fuat, Refik Durbaş, Türkolog Tevfik Melikov, Türkolog Miryana Teodosyeviç, Sait Maden…
Kadıköy'de yazarların «Vagon»da buluştuklarını öğrenen yazınseverler. yazar-çizerleri görmek üzere Vagon'u dolduruyorlar. Bu kez de yazar-çizerlere, ozanlara oturacak yer kalmıyor. Cemal Süreya bir gün şöyle yakındı – «Ben bir masaya oturdum mu, tanımadığım kişiler yanıma geliyor, arkadaşlarıma yer kalmıyor.» Yetkililer, Türk dilini Osmanlıcalaştırma çabası verirken, güzelim Türkçe sözcükleri, yasaklarken yazar-çizerlerin bu tür güçlüklerini mi görecek.
Son sıralarda, Vagon'daki yazar-çizer yoğunluğu sürmekle birlikte Kadıköy'ün Bostancı çay bah
çelerine de gidildiği gözlemlenmektedir. Kimileri de Moda çay Bahçesi'nde görülüyor.
ARAT OVALI
(Türk Dili Dergisi yıl:1, Sayı:1'den alıntı)
Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim
tenise@evetbenim.com
Alıntılar: Türk Dili Dergisi: Yıl: Sayı:1
http://www.turkdilidergisi.org/
Kaynak: Türk Dili Dergisi 157.Sayı
Görseller: Tenise Yalçın