CHE VE ULRİKE’NİN SOSYALİZM ÜZERİNE KONUŞMALARI
Yılların deneyimli oyuncusu Zafer Diper; kurucusu olduğu “Bizim Tiyatro” nun son oyunuyla, Kadıköy-Barış Manço Kültür Menkezi’nde sürprizli bir seyirlik sunmakta: “Che ve Ulrike: Ne konuşuyorsunuz öyle?” adlı oyunuyla, Che Guevara’dan Ulrike Meinhof’a uzanan bir tarih çizgisinde, sosyalizmin 20. yüzyıl serüvenini ele almış. Özellikle 1950’lerden günümüze faşistleşen kapitalist sistemin insanlık dışı, öldürücü toplumsal ve siyasal yaptırımlarına karşı, giderek sertleşen ve şiddete yönelen sosyalizmin tarihsel dökümünü çok güzel ortaya koyan oyun bizlere, sosyalizmin bugün “ezilen ve başkaldıran halkları” için çok şeyler söylüyor. Öyle ki 1960’lı, 1970’li yıllarda Almanya’da gerçekleşen sokak eylemlerinin, gazlı, tazyikli sulu ve silahlı bastırılış biçimleriyle belgesel olarak izletilişi (Can Kolukısa’nın film kurgusu harika!), günümüzdeki kimi çıkışları da (özellikle bizim Taksim Direnişi’Direnişimizi: öldürücü bir biçimde bastırılsa da!) 21. yüzyılda, her şeyin bitmediğini halklara yeniden anımsatması bakımından çok ilginç: İnsanlığın binlerce yıllık özgürlük istemini, faşizan, yok edici emperyalizm karşısında yeni yüzyıla taşımak onurunu yaratan Gezi Direnişi’mizi dolaylı biçimde duyuruyor.
Oyunun başlangıç bölümünde; kitapların ve anıların arasında canlanan eşsiz idealist/ sosyalist Che’nin romantik ama gerçekçi kimliği içinde, onun evrensel insanı ön plana alırken Güney Amerika halklarının özgürlük savaşımını bilfiil başlatıp katılmasını izliyoruz. Onun Fidel Castro ile birlikte CIA’nın yıkıcı eylemlerine karşı giriştiği bu savaşta, insanlığın yüzyıllardır süren eşitlik-özgürlük-kardeşlik aranışı /düşü olan “halkların kurtuluşu” girişimleri, “ya vatan ya ölüm” sloganında belirginleşiyor. Dahası bu savaşlar, sosyalizmin geçmişine uygun bir biçimde ve idealist bir çerçevede Che’nin o düşsel, hayal gibi, serüvenci, sanki Jandark’vari bir “kahraman” kimliğinde sergileniyor. Evet o; insanlığın yüzyıllardır beklediği, zaman zaman bulduğunu sandığı ve bulduğuna inanıp umutla bağlandığı “kahraman”ı, yiğitidir: O, yani Che Guevara; Akhilleus’tan Spartaküs’e, Platon’dan Saint-Simon’a, C. Fourier’den Owen’a, Thomas More’dan Campanella’ya, Babeuf’tan Robespierre’e, Marks-Engels-Lenin-Mao’dan Atatürk’e uzanan ve kölelik düzeni emperyalizme 20. yüzyılın başında “Ya istiklal ya ölüm” diyerek Kurtuluş Savaşı’yla başkaldıran bağımsızlık aranışlarının 68 kuşağında ve Deniz Gezmiş’lerde yükselen sesidir. II.Dünya Savaşı ertesinde dünyanın başına jandarma kesilip ölüm meleği gibi çöken ABD’nin kıyıcı gücüne karşı insanlığa yeniden duyuran çığlığıdır. İşte Zafer Diper’in sahnelediği oyunda; kitaplar, belgeseller, filmler, fotoğraflar, müzikler, yazılanlar arasından fışkırarak bizlere, yani 21.yüzyıla ulaşan çağrıdır Che… Ancak oyun bize salt bu çığlığı iletmekle de kalmıyor; Kübalı fotoğrafçı Alberto Korda’nın çektiği ve dünyanın her yerinde tanınan CHE fotoğrafı, sahnede bir kez daha düşlerimizin içinde canlanırken yerini yavaş yavaş Alman sosyalist savaşçısı Ulrike Meinhof’un yüzüne bırakıyor. Onun Che’yle süren konuşmalarından (Zafer Diper’le Nazan Diper muhteşem diyaloglar sergiliyorlar) anlıyoruz ki sosyalizm; feodal, küçük burjuva, tutucu (Prudoncu, Bakuninci), eleştirel ve bilimsel (diyalektik: Marks, Engels, Kautsky, Plehanov, Althusser, Herbert Marcuse vb) tarihsel çizgisinden çıkarak artık “başkaldırı” yoluna gitmektedir. Çünkü giderek faşistleşen emperyalizmin ve ABD’nin vurucu gücü CIA; Che’yi (ve tüm ülkelerdeki 68 hareketi liderlerini) öldürüp ulusları yıkmaya girişmekte, buna karşılık sosyalist mücadele de sertleşmekte ve teröristleşmektedir. Bu kez sahneye çıkan; Alman Sosyalizminin sürdürücülerinden Ulrike Meinhof’tur ve onun, Rosa Lüksemburg’un barışçıl savaşımını ve ezilişini aratmayan, “hapishanede yok edilişi” işlemidir. Che’nin öldürülüşüyle Avrupa’da (Fransa ve Türkiye’de) açımlanan 68 baharından, çiçek çocuklarından, Deniz Gezmiş’lerin idamlarından geçerek Alman sokaklarında ayaklanıp düzene başkaldıran gençliğin ve kalabalıkların üzerine sıkılan o ölümcül gazlar Ulrike’nin, Che düşselliğinden güç alarak hırçınlaşan ve hapislerde işkencelerle susturulmak istenen haykırışlarını, 21. yüzyıla ötelemektedir. Evet; “Che ve Ulrike: Ne konuşuyorsunuz öyle” oyunu bizlere, bu iki “kahraman”ın bugün hâlâ aralarında –ve aramızda- devrimi konuşmakta olduklarını –olduğumuzu- haber veriyor: Hem de burada, ülkemizde, parklarımızda ve Silivri hapishanelerimizde direne direne, Che’nin ve Ulrike’nin ülkülerini Toma’lara ve CIA’ya karşı haykırdığımızı anımsatarak… Anadolu’da “Ya istiklâl ya ölüm” ve Havana’da “Ya vatan ya ölüm” diye haykıran sosyalizmin çığlığını, ülkemizde “Diren Türkiye” diye yükselten ve tüm dünyaya örnek oluşturan gücünü duyura duyura… Başta oyunun yazarı, senaristi, yönetmeni ve başoyuncusu Zafer Diper’i, bu güç, ama başarılı çalışmasından dolayı yürekten kutluyorum. Nazan Diper’e ise; Ulrike’yi bir kez daha ölümsüzleştiren mükemmel oyunuyla selamlıyorum. Ece Erişti ile Kaan Songün’e ve bu oyuna emeği geçen bütün çalışanlarına başarılı çalışmalar dilerim.
TANSU BELE
27 ARALIK 2013