NÖBETÇİ MİLLET

NÖBETÇİ MİLLET

9 Eylül İzmir’in Kurtuluşu Günü; Silivri Nöbet Çadırları’ndayız. Ana-baba günü sanki, öyle bir kalabalık… Aydınlık Otobüsünden iner inmez kendimi kalabalığın arasında buluyorum, Türk bayraklarının dalgalandığı yerde büyük bir kitle toplanmış, arkada barakalar…9 Eylül 2012, nöbet çadırlarının bir yıl önce kurulduğu günü de vurguluyor.

Bir anda geçmişle bugün yer değiştirdi aklımın aynasında, yoksa İzmir’de miyim, Anadolu’da yakılan nöbet ateşlerinin/ Kuvayı milliye çadırlarının arasından süzülerek geçiyorum, işte az sonra Atatürk’ün üstü açık otomobili, Kurtuluş Savaşı’nın hengamesinden henüz çıkmış İzmir’in yanmış yıkılmış sokaklarına dalacak ve aramızdan geçecek. Savaşın galibi büyük komutan, elini sallayarak, gülerek katılacak çevresindeki kıyamet gibi kaynaşan binlerce kişinin arasına… Bizler de onun peşinden koşarak dalacağız İzmir’e; Kordonboyuna dek koşacağız, işgalcilerin denize döküldükleri yere bayrağımızı çekeceğiz. Önümüzde atlı süvari birlikleri uçuyor, kızıl sancaklarıyla yalınkılıç! Atatürk’ün çevresinden akarak dört nala gidiyorlar: Atlılar atlılar, kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar! “GAZANIZ MÜBAREK OLSUN”! Tüm yurtseverler, yurdun emperyalist işgalden bütünüyle kurtulduğu bu yerde, ülkeniz yeniden size armağan olsun! Siz de ülkenize…

Birden kalabalığın içinden bana el sallayan Özden Gönül arkadaşım, dalıp gittiğim geçmişin ışık ışık görüntülerinden koparıyor beni. Özden’le kucaklaşırken bugüne dönüverdim ve bugünlerin gerçekleri bambaşka: Silivri’deyim; yurtseverlerin yıllardır hapis yattıkları Cezaevi’nin karşısına kurulan, “içerdekiler” için “dışarıdaki” gönüllü yurtseverlerin gece-gündüz nöbet tuttuğu çadırların önünde… Ama neden, neden bu kadar azız? Bugün güzel İzmir’imizin emperyalist kuşatmadan kurtarıldığı gün; hiç kuşkum yok ki adına küreselleşme denilen yeni-emperyalizmin kuklalarınca “hapsedilmiş” yurtseverlerimizin oradan kurtulacağı günün de muştusu bugün! Neden burada yüzler, yüzelliler yerine onbinler, yüzbinlerle yokuz?

ÇYDD’li kadim dostum, Gayrettepe eski muhtarı Özden Gönül hanımın yanına oturdum. Soruyorum: “Katılım neden az?” O; “Çekiniyor insanlar” diyor, “ Birçok nedeni var bunun. Burada nöbet tutuyoruz sabaha dek. Çadırın çevresinde herhangi bir saldırı olmaması için, tedbir olarak… Ben de Nisan’da, 1-3 nöbeti tuttum.” Cezaevi yetkililerinin onları engelleme yetkisi yokmuş. Çünkü burasını köylüden kiralamışlar. Tarım arazilerinde buna izin varmış. Burası da şahsa ait olduğundan kimse karışamıyormuş. Özden Gönül; “Adalet Bakanlığı önceki çadırları kaldırdı. Oysa kuruluş amacımız çok sayıda yargılamanın dışarıyla iletişimini sağlamak.”

Yanıbaşımızda oturan Makine Mühendisleri eski başkanı Ümit Ülgen; “Bağışlarla ayakta duruyoruz, imece ile” diyerek söze karıştı, “Tutuklu aileleri de kalıyor burada. Anadolu’dan İP üyeleri geliyor. TGB, ADD, Cumhuriyet Kadınları Derneği de katılıyor. Ama Akit Gazetesinden gelenler saldırıyor, tepki gösteriyorlar. Fetocular aleyhimizde yazıyorlar. Çadırlara molotof kokteyli bile atabilirler. Bu yüzden nöbetteyiz.” Ümit Ülgen de 1-3 nöbeti tutmuş. Gazetelerin bunları yazmadığını çünkü korkunun engellediğini belirtiyor.

Nöbet çadırlarında paneller, konserler de yapılıyormuş. Sanatçılar katılmaktalar; Levent Kırca’dan Tarık Akan’a, Bedri Baykam’dan Ataol Behramoğlu’na, Tansel Çölaşan’dan milletvekillerine ve daha birçok ünlü kişiye evsahipliği yapmış çadırlar. Gönüllüler canla başla çalışıyorlar, Silivri Cezaevi’nin tutuksuz-tutsaklarının seslerini kamuoyuna duyurabilmek için maddi manevi büyük özverilerde bulunuyorlar. Kuşkusuz nöbet çadırlarının en önemli ismi Hıdır Hokka. Buranın özverili yöneticisi Hıdır Bey; çok güzel bir açılış konuşması yapıyor: “Bir yıl içinde ayakta kalmamızı, Türkiye’nin her yerinden gelen gönüllülerin yürekleri sağladı. Herkese teşekkür ediyoruz. Bizlere her yönden destek oldular. Ama kömür, odun bağışı gelmezse giderlerimiz artacak. Yıllık giderimiz 125 bin TL. Dahası 27 Ağustos akşamı fırtınayla çadırlarımız yerlebir oldu. Tek avuntumuz, insan kaybı olmaması. Bağışlarla yeni çadırlarımızı kurduk. Taşınmalarımızı kış aylarında 11-16 arası yapmıştık. Kış koşulları ağır. İki nöbetçi çadırımız var. Mutfak giderleri de gerekli. Erzak sürekli geliyor. Yalnız bir noktaya dikkat çekeyim; birası kokteyl (yeme-içme) alanı değildir. Bunu isteyenler olsa da yapamayız. Ziyaretçi sayısı 21.070. Ayrıca 58 konser verildi. Buradaki çalışmalarımızı “içerdekiler” duyuyor ve hissediyorlar. “Orda bir ışık yansın çadırlar kalsın” onların tek dileği…Biz de bunun için buradayız. CHP milletvekilleri ve Kılıçdaroğlu, 40 kişiyle birlikte geldiler. ÇYDD başkanı Aysel Çelikel, TGB Başkanı İlker Yücel geldi. İstanbul Baro başkanı, sanatçılar, aydınlar hep burada.Öncü Kadın Birliği çalışmalar yapıyor. 68’liler Birliği, H. Cindoruk, Fevzi Kurtuluş, Ümit Zileli, Emin Çölaşan ve saymakla bitmeyecek ziyaretçi sayısı her gün artıyor. İP bütün illeri, hem ziyaret hem gönüllü olarak katılıyorlar. Ancak buraya gelenler arasında ayrım yok: Burası VATAN NÖBETİ ALANI! Buranın bir itibarı ve duyarlılığı var. Nöbet tutarken tüm mallar ortak sorumluluk altında. Nöbeti tutanlar çok iyi bilir bu duyguyu… Nostalji olsun diye kurulmadı bu çadır. Ülkemize, ordumuza bir saldırı vardı; biz de “içerdekiler” için tepki yapalım dedik. Sonra, “Neden Türk ordusu?” diye sormanın ve şehitler verilirken duyarlılığımızı ortaya sermenin zamanı gelmedi mi? Generaller içeri tıkıldı diye işbirlikçiler meydan okuyor. Ulusal Bayramlarımızı kaldıran, ordumuzu dağıtanlara daha ne kadar dayanacağız? Bizler ne güne duruyoruz? Buraya gelmek kolay değil. Sıradan, aklına esen insan gelmiyor buraya. Duruşmaları izleyenler sıradan değil. Sizler dışarıdaki namus birikimisiniz! Buradan giderken, vicdanlarınızın, yüreklerinizin yarısını bırakarak gidiyorsunuz. Biz bu vicdanlarla yaşıyoruz.”

Hıdır Hokka’nın bu duyarlı konuşmasından sonra konuşmalar sürerken ben, nöbet çadırlarının demirbaşı Zeynep Işık’la görüşüyor
um. ADD şube başkanı Zeynep Hanım, Silivri Direniş Çadırlarına, cumadan geliyor, pazar günü dönüyormuş: “Bir yıldır buradayım” diyor ilkin, “İlk zamanlar görev duygusuyla başladım. Tarih bazen kadınlara görevler yükler. Bana bir tarihi görev düştü dedim. Önümüzdeki süreçte ne olur bilmem. Türkiye’nin namus birikimi içerde yatıyor. Duruşmaya gittiğimizde, bize çadırlar ne durumda diye soruyorlar. Ben de, kadınsız mücadele olmaz diyorum. Bir cumhuriyet kadını olarak böyle düşünüyorum. Siyasi partilerin, ulusal güçlerin bir araya gelmek zorunda olduklarını düşünüyorum. Çünkü durum, bizim isteklerimizin dışına çıktı artık. Ya birleşeceğiz ya da karşı cephede yer alacağız. Bu çadır bir simge oldu. Kimse kimseden üstün değil burada. Türkiye’de de bir araya geleceğiz, burada olduğumuz gibi. Halkıma güveniyorum. Yere dayandığı zaman bu ayak, ayağa kalkar. İçerdekilerin durumu ağır. Ama biz kadınlar kararlıyız, bu davalara sahip çıkacağız. Burayı kuvvacı ateşi olarak görmemiz gerek. Kadınlar, biz varız dersek bu iş olacaktır. Duruşmaları izleyenlerin % 70’i kadın. Iraklı bir kadın bize, bu cezaevini yakın demişti. Ama savaşa çok ihtimal vermiyorum. Asya platformu durduruyor. Buna karşılık direnme var. Biz öncüyüz; görevimizi yapıyoruz. Başka illere yayılmalıyız. Yeter ki toplum bir araya gelsin. Buraya destek açılmalı.”

Zeynep Işık’ın yanından ayrılırken küçücük tarlamsı alanda türküler, marşlar söyleniyor, Defne Ilgaz, Fevzi Kurtuluş dinleyenleri ayağa kaldırıyorlar. Nilgül Dodan etkileyici bir konuşma yapıyor. Seksenlik delikanlı, kalpaklı kuvvacı Bilâl Balta’nın yolunu kestim. “Ne söylemek istersiniz?” dedim. Kuvvacı dede çok dertli: “Kuvvayı Milliye’yi yeniden 51’de kurduk, doğru çalışmadılar. Ben de yalnız geziyorum. 2007’de Diyarbakır’a, Tekirdağ’a, Doğu Beyazıt’a gittim. Birleşme çağrısı yaptım. Başka gidecek vatanımız yok hiçbirimiz için” dedi. İçimden ellerini öpmek geldi. O çekilip gidiyor yavaşça. Arkasından bakarken Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu’da kurulmaya başlayan kuvvacı birliklerini düşünüyorum. Sonra Atatürk’ün o birlikleri toplayan kongrelerini ve inanılmaz gücünü… “Hepimiz Atatürk’üz” diyen bugünkü gençlerimizi… TGB’liler geçiyor gözlerimin önünden. Sonra, birkaç gün sonra Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tahliye haberleri gelirken, umudumun ışığı Silivri’nin taş duvarlarının arkasına sıralanmış Anadolu dağlarının ardında saklı hâlâ… Biliyorum; Kuvvacı ateşleri tek tek oradan yükselip birleşecek, Silivri’ye doğru… Öncülerimize doğru…

TANSU BELE / 15 Eylül 2012

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir