Muhsin Kut, Kırmızı Kapı, Tuval üzerine akrilik, yağlıboya, 43x50cm
Muhsin Kut Oradan Buradan Resimler Açılış: 10 Ekim 2019 Perşembe, saat:18:00Özgeçmiş
1938 yılında İstanbul’da doğdu. 1958 yılında Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. 1959’da resim yapmaya başladı. “Dolmuş”, “Tef” ve “Pardon” dergilerinde karikatür çizdi. İlk resim sergisini 1959 yılında Taksim Meydanı’nda açtı.
1964 – 1969 yılları arasında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Seramik Bölümü’nde okudu ve oradan mezun oldu. Akademi içinde 1967 yılında Uluslararası Barış Şenliği Resim birincilik ödülü ile Ahmet Andiçen Seramik birincilik ödülünü kazandı. Akademide öğrenci iken Sabri Berker’in önerisi ile Beşiktaş Resim Heykel Müzesi Milli Koleksiyonu’na eseri kabul edilmiştir.
Avustralya’ya göçmen olarak giden sanatçı Sydney’de beş, Brisbane’de iki kez olmak üzere bu ülkede yedi kişisel sergi açtı. Resimlerinde peyzaj imajından hareketle, kendine özgü pitoreks etkiler yakalamaya ve çevre gözleminden yarı-soyut biçimler üretmeye çalışır. Konuyu, resimsel değerleri ortaya çıkarmakta araç olarak kullanır. Renkçi bir anlayış, boyanın özel kullanım yöntemlerine göre biçimlendirir.
1974 yılından 1980’e kadar da İstanbul’da bir gazetede ressam olarak da çalıştı.
1987 yılı Tekel Resim yarışmasında birincilik ödülü alan sanatçının resimleri İstanbul ve Ankara Resim ve Heykel Müzeleri’nde, Avustralya’da Broken Hill Belediye Müzesi’nde, New York Üniversitesi Abby Grey Koleksiyonunda, İstanbul Modern’de, ayrıca yurtiçi ve yurt dışında birçok önemli koleksiyonda bulunmaktadır.
Her yıl başka bir yer ve konu seçen sanatçı İstanbul Bakırköy’de yaşamaktadır.
2009 yılında 19. İstanbul Sanat Fuarı’nın ‘onur sanatçısı’ ödülüne Türk resmine önemli katkıları nedeniyle Muhsin Kut layık görüldü.Korkulu Dünyaların Korkusuz Ressamı
Yazı: Nüvit Özdoğru, Milliyet Sanat, 15 Şubat 1987
Muhsin Kut’un çileli bir yaşamı var. Askeri Tıbbiye’yi bitiren babası 26 yaşında ölmüş. Muhsin o zaman iki yaşında. Evde anneanne egemen. Dedesi Halit Bakır Türkiye’de ilk renkli klişeyi yapıp basan adam ve ilk Türk mulajcılarından. Ziya Gökalp’ın, Zaro Ağa’nın maskını almış. Sağlık Müzesi’nde mumdan çalışmaları var. Evdeki yapıtları anneanne, kalabalık etmesin diye eritmiş. Muhsin daha kısa pantolonlu günlerden resme vurgun. Bakırköy’den komşuları ressam-yontucu, Muhsin’in sonradan oğluna adını vereceği Kemal Künmat, ondaki cevheri görür, bildiğini öğretir, onu yüreklendirir. Güner Ener de öyle. Vay o da ne? Sanat da ne? Sen de mi dedene benzeyeceksin yoksa? Otur! Evden çıkmak yok! Muhsin İsveç’e kaçtı. Dönüşte, anan yahşi baban yahşi, Akademi’nin seramik bölümüne girdi. Seramikçilik yapacak -ama sermaye ister- olmadı. Bir gazeteye teknik ressam olarak sığındı. Sabah erkenden kalk, minibüs, otobüs, işbaşı, kafa-beden çalış, nen varsa ver, akşam yine otobüs, minibüs Bakırköy’e dön. Kafa zonklar. Sinirden,
göze giden damar spazm yapar, kaç kez kör olur. Ne zaman resim yapacak? Kalktı, cefalı eşi Semra’yı da aldı, bu kez Avustralya’ya gitti belki resim yapabilirim diye. Margarin fabrikasında işçilik! Günde 8-12 saat, 10-20-30 kiloluk paketleri taşıyıcıdan al, paletlere yerleştir! Olsun. Kafası dinç ya. Hele gece vardiyası iyi. Sabah eve dönerken vapur, deniz kahve, kruvasan… Biraz uyku, ondan sonra her gün en az dört saat resim. Ama yine de bir gün vardiya dönüşü kendini yatağa fırlatmış, tam on dakika kahkaha atmış. Kriz kahkahaları. O dönem resimlerinin kimilerinde bu kahkahalar var, kimilerinde de çığlık. Çinlilerin muz, jüt, kahve, baharat sattığı dükkanlar topluluğun da karalar, kırmızılar. İnsan yok, çığlık var. Sonunda binayı da yıkmışlar ya.
Ama Muhsin’i yıkamıyorsunuz. Fransa tarihinin en bunalımlı bir döneminde Renoir’ları, Monet’leri yıkamadığımız gibi. Muhsin’in Avustralya seferinde de yer yer izlenimcileri anımsatan bir dinginlik var. Kaldı ki Muhsin’in durumu deve sürücüsü Molla Abdullah’la Gül Mehmed’den hallice. 1915’ler. Molla Abdullah, Avustralya’da hem imam hem kasap. Madende çalışan Türklere İslam adetlerine göre koyun kesiyor, sırtta cüppe başta sarık. Olmaz! İngiliz sağlık kurallarına göre keseceksin, başına da melon şapka takacaksın! Dur bakayım hele sen. Molla Abdullah, Avustralya devletine savaş ilan ediyor. Pataşonu da Gül Mehmed. Gül Mehmed genç. Abdülhamid’in ordusunda bulunmuş. Önce bir olup eşekli arabada dondurma satıyorlar. Sonra 1 Ocak 1915, Avustralya’nın piknik günü, arabaya Osmanlı bayrağını çekip demiryolunda mevzileniyorlar. Tren gelirken veryansın! Bizimkilerde iki eski tüfenk. Karşı taraf…büyüyor, büyüyor… Tam teçhizatlı 1742 kişi oluyor. Bum bum! Tarih ne kahramanlar yaratıyor. Çifte yanmış polis çavuşu Mills (Twicewounded Constable Mills.Tarih böyle yazıyor) Daha kimler, kimler. Sonunda bizimkiler de çatışmada ölmüş. Muhsin bu acıklı güldürünün bir dizi resmini yapıp Sidney’de Aladdin Galerisi’nde sergiliyor. Serginin tanıtma yazısını tanınmış ressam John Olsen yazmış. Kıyamet! Broken Hill Belediyesi Muhsin’in tablolarından birini alıp müzeye koyar. Bu sergiyi başka sergiler izler. Brisbane’de bir sergi. Birgün önce sel, evleri alıp götürmüş. Felaketzede bir aile, Muhsin’in resimlerini bir daha bulamayız korkusu ile. Sergiye gelip selden gitmiş eve tablo alıyor!
Muhsin’in bir de karikatürcü yanı, hatta Gırgır dergisinden aldığı bir de ödül var. Taşlama yanı kimi zaman tablolarında da ağır basar. Avustralya’daki bir başka sergisinde, iş adamlarını, tefecileri, otomobil satıcılarını, berberleri, uygun adım yürüyen Anzak’ları, ün salmış Avustralyalı ressam Sir Sidney Nolan’ı daha nicelerini taşlar. Ama bunu öylesine Muhsin’ce, öylesine sevecenlikle yapar ki içerleyen çıkmaz. Avustralya’nın saygın eleştirmenlerinden Gertrude Langer sergiyi gezer, övücü bir yazı yazar,Hiç şaşmam, Muhsin’in bir gün filmini yapacaklar. Molla Abdullah’ı oynamaya şimdiden talibim!
*Nüvit Özdoğru’nun 1987 yılında Muhsin Kut hakkında yazdığı içerikten bu kataloğun ana fikrine uygun alıntılanmış metindir.
***
Kut Muhsin’de
Yazı: Barış Sarıbaş, 2009
Kut, soyadında saklanan anlam gibi “sağlam ve dayanıklı” bir ortamda, 9 Eylül 1938’de nüfusu 30 binlik Bakırköy’de doğar. 17 milyonluk genç Türkiye Cumhuriyeti, devrimlerini gerçekleştirme çabası içinde kendinden emin gelecek ütopyalarını kurarken, dünyamız adım adım 2. Dünya Savaşı’na doğru gitmektedir. Türkiye modernleşme konusunda hızlı değişimler içindedir. Mustafa Kemal Atatürk henüz ölmeden önce, Cumhuriyet Halk Partisi’nce başlatılan Yurt Gezileri ve Yurt Resimleri Projesi (1938-1944) hayata geçirilir. Anadolu’nun birçok kentine 48 ressam gider ve sekiz yüze yakın resimle geri dönerler. Projede Türk Resim Sanatı’nın seçkin isimleri görevlendirilir ve gittikleri yerlerden çeşitli konularda eserler üretirler. Bu sanatçılar arasında: Hakkı Anlı, Nurullah Berk, Cemal Bingöl, Mahmut Cuda, İlhami Demirci, Abidin Dino, Feyhaman Duran, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Selim Turan, Nusret Karaca, Ferruh Başağa gibi sanatçılar vardır. Bu aynı zamanda geleceğin Türk Sanatı için çok önemli bir zemin oluşturacaktır. Aynı yıl fotokopi icat edilir, helikopterin patenti lgor Skorksy tarafından alınır, Akademi’de eğitmenlik yapan Leopold Levy İstanbul’da bir sergi açar. Hatay Anavatana katılır. Picasso’nun Guernica’sı 20 Eylül’de Londra’da Whitechapel Galeri’de sergilenir. 10 Kasım 1938’de Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük kurucusu, lideri, Mustafa Kemal Atatürk yaşamını yitirir. Kut’un doğduğu yıl Türkiye Cumhuriyeti açısından hüzünlü hem de Cumhuriyet devrimlerinin uygulanabilir devamlılığı açısından, bereketli, önü gelişmeye açık yıllardır. İnsanlar geleceklerinden umutlulardır
Muhsin Kut, başına bir şey gelebileceği endişesiyle ailesi tarafından doğup büyüdüğü Bakırköy’ün merkezindeki, sahilden bulunan evlerinden 17 yaşına kadar hiç çıkartılmaz. Sonra bir çıkar ki dünyanın bir ucuna, Avusturalya’ya gider, burada toplam 11 yıl geçer, ailecek iki kez aynı ülkeye göç ederler… Kut, 1958’de Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirir. Taksim Meydanı’ndaki açık hava sergisiyle (22 Ekim 1959) kendi profesyonel sanat hayatının ilk sergisini, ilk sanat davranışını gösterir. Serginin açılışına Mehmet Güleryüz de gelir.İbrahim Çallı
Kut 1956 yılında henüz 18 yaşında ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne henüz girmemişken, bir gece yarısı İbrahim Çallı’ya gitmek istiyor, ellerinde yeni bitmiş dört resim, Bakırköy’den Cihangir’e yürüyor. Dışarıda hava buz gibi ve bir buçuk metre kar var, Cihangir’de, İbrahim Çallı’nın evinin kapısını çalıyor. Eşi kapıyı açıyor: “Hoca evde değil, Taksim’de Anadolu Kulübü’nde “Bu sefer aynı tutku ve heyecanla kulübün kapısını çalıyor, “Kime bakmıştınız?” diye soruyorlar, “Efendim ben İbrahim Çallı’ya bakmıştım”. Haber veriyorlar, Çallı biraz sonra dışarı çıkıyor, ilk kez birbirleriyle orada o saatte karşılaşıyorlar. Çallı bakıyor, şaşırıyor, saatine bakıyor gecenin bir yarısı, Muhsin Kut, elleri tıka basa resim dolu ve bir kardan adam olarak öylece duruyor karşısında. Size birkaç tuvalimi getirmiştim, görmeniz için, acaba diye söze başlıyor Muhsin, Çallı anlıyor tabii Kut’un niye geldiğini, diyor ki: “Eğer sen gecenin bu saatinde Bakırköy’den buraya, bu havada yürüyerek ve de bu saatte, bana bunları göstermeye gelmişsen senin hiç kimseye ihtiyacın yok, sen zaten eminim çok iyi bir sanatçısın ve benim değerlendirmeme gerek yok. Kut, uzun bir yolu aşıp gelmenin yorgunluğu ve şaşkınlığı içinde Türk resminin büyük ustası İbrahim Çallı’dan bu değerli sözleri duyarak aynı mütevazı kişiliğiyle tekrar yürüyerek Taksim’den Bakırköy’deki evine, atölyesine geri dönüyor.*Barış Sarıbaş’ın 2009 yılında Muhsin Kut hakkında yazdığı içerikten bu kataloğun ana fikrine uygun alıntılanmış metindir.
*Kut: Devlet iradesindeki güç, yaratıcılık ve yetki bakımından sahip olunan güç. 2. Mutluluk. 3. Mit. İlahi kaynaktan gelen rahmet, bereket. 4. Sağlam, dayanıklı.
**Muhsin: İyilikte, bağışta bulunan, ihsan eden.Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim
Haber içerik: Selçuk Yaşar Resim Müzesi ve Sanat Galerisi – yasar@vakif.yasar.com.tr