ÇAĞDAŞ TİYATROMUZA UZANAN ELLER

ÇAĞDAŞ TİYATROMUZA UZANAN ELLER

Müjdat Gezen’in “Aptal” oyununu izlediniz mi? Ben ancak son gösteriye yetişebildim. Bence Müjdat Gezen bu oyunuyla, geleneksel Türk Tiyatrosu’ndan eşsiz bir örnek sunuyor. Başka türlü söylersem; Türk Tiyatrosu deyince aklımıza ne gelir? Elbette öncelikle Ortaoyunu ve Meddah! Açık alanda, halkın ortasında oynanan Türk Halk Tiyatrosu Ortaoyunu; Selçuklulara dek uzanan, Osmanlı döneminde önemli sanatsal yeri olan ve Karagöz-Hacivat gölge oyunuyla ilişkili bir tiyatrodur. Temelinde de “hiciv” ya da “taşlama” denilen sanat bulunur. Osmanlı toplumunun en önemli eğlencesi olan Gölge oyunu (kukla değil) Karagöz’ün insanları eğlendirirken düşündüren özelliği, Ortaoyununda daha bir belirginlik kazanır. Burada, Karagöz’le Hacivat’ın yerine geçen Kavuklu ve Pişekâr, yaşamsal olayların “yanlışlıklarını” karşılıklı hicvederler. Meddah ise çok daha eskidir; kıraathanelerde oynadığı oyununda tek başınadır ve güncel yaşamdan gerçekçi kesitler verir. Örneğin farklı şivelerle konuşan ayrı ırklardan, kentlerden ve toplumsal kesimlerden insanların birbirleriyle ilişkileri meddah öykülerinde geniş bir yer tutar. Kahramanlar arasında padişahla Meddah’ın kendisi de bulunur.

Geleneksel Türk Tiyatrosu’nu iyi bilen Müjdat Gezen, Ortaoyunu’nun özelliği Tuluat (doğaçlama) anlatımına da gönderme yaparak, “Aptal” oyununda günümüz tiyatrosunun durumunu nefis biçimde hicvediyor, taşlıyor, eleştiriyor. Batı Tiyatrosu’nun da çıkışı olan ve tarihi Ortaçağ meydan şairleri Trubadur’lara dek giden hicvin (ki Shakespeare’in de temelidir) çağdaş bir örneğini sergiliyor. Meddah’ın ve Ortaoyunu’nun çağdaşı Shakespeare de, çağdaş Batı tiyatrosunun yapıtaşıdır ve toplumsal-siyasal taşlamada tüm sanatların doruğunda yer alır. Onun çağdaş sürücüsü Brecht de bir hiciv ustasıdır ve çağdaş tiyatronun 20. yüzyılda en önemli oyun yazarıdır.

Türk Tiyatrosu; Cumhuriyet dönemiyle birlikte çağdaş Batılı tiyatroya da kucak açmış, geleneksel tiyatro geleneğine yaslanarak, çağdaşlaşmanın özgün örneklerini vermiştir. Bu yapılanmada Şehir Tiyatroları’mızın ve Muhsin Ertuğrul’un katkıları çok büyüktür. Tiyatro izleyicileri Shakespeare’i, Lorca’yı, Dario Fo’yu, Çehov’u çok değerli ve usta oyuncularımız aracılığıyla tanıdılar ve sevdiler. Geleneksel tiyatromuzu çok iyi bilen ustamız Behzat Budak’ın doğu-batı tiyatrosunu birleştiren yorumları unutulabilir mi? O; bana göre eşsiz bin hiciv ustasıydı. Çünkü alabildiğine özgür bir sanatçıydı.

Evet; tiyatro en özgür sanat dalıdır. Çünkü bütün sanatlar içinde “eleştiri” ya da “yergi” niteliği (Doğuda da Batıda da) en çok öne çıkan sanat türü, tiyatrodur. Şiir, düzyazının türleri, resim, müzik, dans, heykel ve hatta sinema; dünyaya/ yaşama/ insana ve her şeye tiyatro denli eleştiren, irdeleyen, sorgulayan, hicivci gözlerle bakamazlar. Onlar betimleyicidirler; ancak tiyatro, insanla/ izleyicisiyle birebir, doğrudan, yüz yüze, iç içe, karşı karşıya olmak zorunda olduğundan gerçeğin içinden çıkıp gelmek ve insanın karşısına dikilmek zorundadır. Yoksa “halklarca” izlenmez. İzleyici boş gevezelik, kuru gürültü ya da yüzeysel eğlence değil eleştiri bekler tiyatro oyunundan. Tragedyayı ya da komedyayı tiyatronun yaratması boşuna değildir ve ikisi de toplumsal/ insansal yerginin doruklarıdır; ayrıca en “burlesk” oyunda bile bir hiciv, alaysama gizlidir. Ayrıca Shakespeare, Moliere, Commedia d’el Arte, Kabuki(Japon ve Çin) ve Ortaoyununu da “tiyatro” yapan, işte bu özelliktir.

Kanımca bugünkü iktidarımız tiyatro sanatının bu niteliğini pek iyi biliyor (!) olmalı ki cumhuriyetimizin geleneksel tiyatro yapılanmasını altüst etmeye girişmiş bulunuyor. Dahası özgür yapısını da ortadan kaldırmaya azmetmiş görünüyor. Cumhuriyetimizle yaşıt ve yıllardır sergiledikleri oyunlarla toplumumuza çağdaş kültür taşıyıcılığı yapan Şehir Tiyatroları’mızın, sanatçıların yönetiminden alınıp dinci yapılanmasıyla ünlenen iktidara bağımlı bürokratların yöneticiliğine bağlanmasını ben başka türlü açıklayamıyorum. Bu bağlamda soruyorum: Bugünden başlayarak acaba tiyatrolarımızda ne gibi oyunların oynanmasına izin vereceklerdir? Padişahlara düzülen mersiyeleri mi oyunlaştıracaklar yoksa Sultanları avutan cariyelerin “mutlu aşk” serüvenlerini mi konu edinecekler? “Muhteşem Yüzyıl”larda Hıristiyan kızlarının sultanlarımıza pazarlanarak nasıl mutluluğa kavuşturulup hidayete ve cennete erdikleri TV’lerde anlatıla anlatıla yetmedi anlaşılan; sırada Pollyanna’ların Müslümanlaştırılması, Heidi’-lerin başlarının türbanlanması var! İbsen’in “Bir Bebek Evi: Nora” yı da görmeleri günah elbette kadınlarımızın; onun yerine göbek atmayı izlemeleri daha geleneksel olmaz mı! Bu arada elbette Karagöz-Hacivat ve Ortaoyununa da yer verilmesi kesinlikle düşünülmeyecektir. Çünkü her ikisi de toplumsal hatta siyasal taşlamanın iflah olamaz örnekleridir. Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşayan (Bursalı inşaat işçileriymiş) kişiler olup padişah fermanıyla idam edildikleri söylenir. Peki, kıraathanelerin basılıp içki bahanesiyle Meddah’lığın yasaklanmasının anlamı nedir? Halide Edip Adıvar; “Sinekli Bakkal”da, Abdülhamit döneminde Meddah’ın başına gelenleri çok güzel anlatır.

Benimse merakım, tiyatromuzun bu sivil darbe girişimini ne kadar kaldırabileceği soru-sudur. Malum; tiyatro en baskıcı padişah sultasında bile Karagöz’ü yaratmıştır. Çünkü onun hamurunda yerginin (yani Shakespeare’in) tuzu biberi ve ruhu vardır. Bu olmadan tiyatrodan söz edilemez. Tiyatro sokağa dökülür de (ortaçağ trubadurları v e Ortaoyuncuları gibi) bas-kıya gelemez. Duvarlarını er ya da geç yıkar geçer. İşte Müjdat Gezen son oyunuyla bana, tiyatroya yasak koyan padişah baskısıyla sokağa çıkan (çünkü İstanbul sokaklarının panoramasını veriyor: enfes bir taşlama) Meddah’ı anımsattığı için beni çok güldürdü ama aynı zamanda düşündürdü. Şehir Tiyatrolarını kapatanlara duyurulur.

TANSU BELE/ Mayıs 2012

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir