CUMHURİYET’İN İLK FELSEFECİLERİNDEN
MUSTAFA ŞEKİP TUNÇ
(d. 1886- ö. 17 ocak 1958)
Mustafa Şekip Tunç; Türkçe ile felsefe yapılabileceğini kanıtlayan ilk felsefecilerimizdendir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye’de sosyal bilimler ve felsefenin kurumsallaşması ve yerli bir boyut kazanması için ölene dek çok büyük çaba göstermiştir. Ülkemizde çağdaş psikolojinin kurucusudur. Türk Felsefe Derneğinin ilk başkanıdır. Herşeyden önce de çağdaş eğitimden yana bir eğitimcidir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Darülfünun’da bir yandan psikoloji, eğitim ve felsefe öğretmenliği yaparken öte yandan ülkemiz için ulusal bir felsefe anlayışı ve bir umut felsefesi geliştirmeye çalışmıştır. Türkçenin bir bilim ve düşünce (tefekkür) dili olabilmesi için sürekli yenilenen ve gelişen bir dil anlayışını benimsemiştir. Çünkü ona göre yaşam ve dil, sürekli ileriye doğru akan bir nehir gibidir. Durağan değildir: Önüne konulan yapay engelleri yıkıp geçer. Bu nedenle M.Ş.Tunç; dilin doğal evrimi içinde yenilenmesinden ve gelişmesinden yanadır. Bu; ideolojik değil yaşamla (ve yaşayan dil Türkçeyle) bütünleşmiş, sorumlu bir aydının tutumudur.
M.Ş. Tunç’un öğrencisi olan Hasan Âli Yücel; “Türk tarihinde aydınlanma tam anlamıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla yaşanmıştır” der. Bu dönem; Atatürk’ün devrimleri gerçekleştirirken dönemin aydınlarıyla, bilim adamlarıyla, düşün ve sanat adamlarıyla, siyasetçileriyle, uzmanlarla görüşerek edindiği geniş bilgilerle birtakım kararlar aldığı, önemli bir tarih sürecidir. Aydınların etkisinin damgasını vurduğu bu dönemde Mustafa Şekip Tunç da önemli sorumluluklar yüklenir. O; idealisttir ve Bergsoncudur ancak “kaderci” değildir. O; yaşamın madde karşısında önceden saptanamayacağından ve imkanlara (olanaklara) açık olmasından hareket ederek evrim teorisini ciddiye almıştır. Bergson gibi Şekip Tunç da; evrimin gerçekliğini kabul ederek onu belgelenmiş ve kanıtlanmış bir teori olarak görür ve onun mekanist bir tarzda gelişmeyip yaratıcı olduğunu varsayar. Böylece yaşam, ruh ve toplum olayları sürekli olanaklar barındırabilmekte ve gelecek bugünden mekanik olarak belirlenip tüketilememektedir. Bu düşünceleri, kendi umut felsefesi çerçevesinde ve Milli Mücadele atmosferi içinde, ruhun maddeye indirgenemezliği ve ondan karmaşık ve üstün olması gibi duygu ve düşüncelerle beslenerek, milli bir manevi kahraman çevresinde kenetlenmeyi hazırlamıştır. O; “(Toplumca) dehamızın bu yeni hamlesinde yaratmak zorunda olduğumuz şeyler ise uygar bir milletin bütün gereksinmeleridir. Bunun için de yeteneklerimizi öncelikle milli bir mefkûrenin (ulusal ülkünün) olumlu ve temel gereklerinde yoğunlaştırmak zorundayız” der (Dergâh, 1924). “Artık herkes hakim hükümetten çok hakim millet görmek istiyor (…) Aksi takdirde yolumuz karanlıktır” diyerek (Milli Mecmua, 1934) egemenliğin ulusa ait olduğunun altını çizer. Bilimi şöyle tanımlar: “Bilim dogmalara dayalı olmamalıdır. ‘Kara Kitap’ dogması ilmin yerini almıştır. Hiçbir bilginin temeli araştırılmadan ortaya bilim adı altında birtakım safsatalar yerleştirilmektedir. Bunu yapanlarsa ne yazık ki, Darülfünun’da yetişmiş kimselerdir ki asıl tehlike buradadır. “(Dergâh; 1922) “Görenek ilmi ne kadar durgun, kendini beğenmiş ve dogmatik ise pozitif ilim o kadar akıcı, içten ve özgürdür. (…) Medresenin geri kalmış ve donmuş ilminin hocalar aracılığıyla halkın bilincine mıhladığı dogmatik ve ölü fikirler onun hem akl-ı selimini, hem de pratik ilmini hastalandırmıştır.(…) Hurafeler, görevi kalmamış görenek ve ananelerle hiçbir ilgimiz kalmamıştır. Müsbet (pozitif) ilim bizde de her türlü gelişimi sağlayabilir.” (Milli Mecmua, 1925). Aydının görevinin de bu gelişimin yolunu açmak olduğunu belirten M.Ş.Tunç; Öğretim Birliği Yasası ve karma eğitim için de: “İlimde cinsiyet ayrımı olmaz. Kadın için ayrı ilim, erkek için ayrı ilim olmaz” (Milli Mecmua; 1924) diyecektir. İsviçre’de J.J. Rousseau Pedagoji Enstitüsü’nü bitiren ve Cenevre ün. Psikoloji sertifikası alan M.Ş.Tunç; Türkiye’de 1933’te kurulan yeni üniversitede ordinaryüs profesörlüğüne dek yükselmiş ve Türk toplumunda geç kazanılmış, değeri geç anlaşılmış ama Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlam temellere oturmasını sağlamış bilim dalları felsefe ve psikolojiye önemli emekleri geçmiş bir felsefecimiz olarak cumhuriyet kuşağımızı yetiştirmiştir. Anısına saygıyla…
TANSU BELE/ 9 Ocak Cuma 2015