Ülkemizin yeni nesil önemli caz davulcularından Ferit Odman Quartet ile Denizde Caz, İstanbul Boğazı’na caz dinletmeye devam ediyor. The Primetime Cruise gemisi konforuyla, 03 Eylül Cumartesi demir alacağımız gecede Ferit Odman’a saksafonda Engin Recepoğulları, kontrbasta Kağan Yıldız ve piyanoda Ercüment Orkut eşlik edecek.
Ferit Odman Quartet
03 Eylül 2016 19:00
The Primetime Cruise, İstanbul
İstanbul Boğazı caz dinliyor!
https://youtu.be/neP2YlNPPXA
Ferit Odman Quartet
03 Eylül 2016 19:00
The Primetime Cruise, İstanbul
İstanbul Boğazı caz dinliyor!
Ülkemizin yeni nesil önemli caz davulcularından Ferit Odman Quartet ile Denizde Caz, İstanbul Boğazı’na caz dinletmeye devam ediyor. The Primetime Cruise gemisi konforuyla, 03 Eylül Cumartesi demir alacağımız gecede Ferit Odman’a saksafonda Engin Recepoğulları, kontrbasta Kağan Yıldız ve piyanoda Ercüment Orkut eşlik edecek.
5 Ağustos FOURinthePOCKET
19 Ağustos Selen Gülün Trio
03 Eylül Ferit Odman Quartet
24 Eylül İlham Gencer Quartet
Radyo sponsoru JoyJazz ve dergi sponsoru Zero İstanbul katkılarıyla gerçekleşen gecelerde dünyanın en güzel yerinde unutamayacağınız bir akşam geçirebilirsiniz.
19:00 Gemi kapı açılışı
21:00 Limandan ayrılış
21:30 Konser (birinci set)
22:25 Ara
22:45 Konser (ikinci set)
00:00 Limana dönüş
Adres: Kuruçeşme Parkı Rıhtımı
https://youtu.be/neP2YlNPPXA
http://www.biletix.com/etkinlik/TKDC4/ISTANBUL/tr#
Alıntı: http://www.xoxothemag.net/post/7172/ferit-odman
Ferit Odman
Timekeeper.
Müziğin hammaddesi zaman derler, Ferit Odman’la konuşunca öğreniyoruz ki davulcunun işi de zamana yön vermek; onu uzatmak, durdurmak, kaydırmak ve onunla illüzyonlar yaratmak. Sonbahar yüzünü göstermeye başlamışken, kendisiyle bir araya gelip, geçen yaz tamamen analog olarak tamamladığı ve Tadd Dameron’a ithaf ettiği üçüncü albümü hakkında konuşuyoruz. İsabet, o da mevsimleri birbirinden ayırmak istemese de en çok New York’un ve sonbaharın cazını sevdiğini saklamıyor.
Röportaj Eren Rodop Fotoğraflar Gökhan Polat
İkon ne demek sizce?
Bir kere, ikon dediğimiz kişinin yaptığı işte çok başarılı görülmesi gerekiyor. “Başarılı olması” değil, “görülmesi” diyorum, çünkü ikisi farklı şeyler. Başarılı olmayan insanlar başarılı gösterilebiliyorlar. İkon kavramı popüler kültürün yarattığı bir şey. Ben ikonlardan çok idolleri severim, idollerle yaşarım. Masamın üstünde beş tane davulcunun resmi var: Philly “Joe” Jones, Tony Williams, Art Blakey, Elvin Jones ve Max Roach. Bunlar cazın alfabesini yazmış insanlar. Ben de onlardan öğrendiğimi müziğime yansıtmaya çalışıyorum.
Hem sizin idollerinize hem de caz dünyasının geçmişten bugüne ikonlaşmış isimlerine bakınca ne gibi ortak noktalar görüyorsunuz?
Hepsi yeni bir şeyler yaratan öncü isimler. Aynı zamanda yaptıkları işi tüm dünyaya tanıtabilmişler. Müziğe gerçekten sarılmış olduklarını da söylemek gerek, başka türlü olmuyor zaten.
Caz hayatınıza nasıl girdi?
Hep hayatımdaydı, anne karnında bulaştı bana. Evde büyük ablam hariç caz dışında bir şey dinleyen kimse yoktu, o da yalnızca The Doors dinlerdi. Ev hep caz doluydu.
Peki davul?
O da kendiliğinden oldu diyebilirim. 11 yaşımda bu işi yapacağım demiştim, 13 yaşında da profesyonel olacağım belliydi. Hiçbir yemekte çatal bıçakla bir yere vurmadığım görülmemiştir. Geçen gün okuldaki yıllık yazılarıma baktım, herkes sıralara nasıl vurduğumu yazmış. Allahtan bunu destekleyen bir ailem vardı.
Başka bir enstrümanla caz icra ediyor ya da davulla başka bir müzik türü icra ediyor olabilir miydiniz?
Düşünmesi bile garip ama yine de her şeye açık olmak lazım. Piyanist olmayı, ya da kontrbas çalmayı isteyebilirdim, ama bunu cazın içinde olduğu sürece yapabilirdim. Açıkçası başka bir müzik tarzına tahammülüm yok.
Bir müzik icracısı için akademik eğitim ne kadar önemli?
Bu çok tartışılan bir konu ama caz özelinde yanıtı zor değil bence. Caz müzisyeninin caz armonisi eğitimi almış olması şart. Ben alabileceğim en iyi eğitimi Fulbright bursuyla ABD’de aldığım için şanslı olduğumu düşünüyorum. Dürüst olmak gerekir, eğitim almayanlarla benim aramdaki farkı görüyorum; hele ki bir caz müzisyeninin ABD’nin kokusunu almış olması gerektiğine inanıyorum.
Türkiye ve ABD’nin yanı sıra Avrupa’da da müzik eğitimi aldınız. Üç kıtada eğitim arasındaki temel farklar neler?
İsveç çok gelişmiş bir ülke olduğu için, orada lisede okurken burada üniversitede alacağım eğitimle karşılaştım. 17 yaşında lise orkestrasında çalan çocuğa “Beş çeşit davul var, hangi marka tercih edersin?” diye soruyorlar. Sekiz bin kişilik bir kasabada bunun olması buradan bakınca inanılır şey değil. Bu yüzden, İsveç’ten Spotify diye bir şey çıkabiliyor herhalde, orada fazla gelişmiş bir müzik kültürü olduğu kesin. Ama aslında yaratıcılık için kolay bir yer değil. New York cazın başkenti. Oranın üstünde bir yer olmadığı için konuşmaya gerek yok. İstanbul ise küçük imkanlarla büyük şeyler başarmaya çalıştığımız bir Üçüncü Dünya kenti. Ama ben Bilgi Üniversitesi’nin iyi bir döneminde okuduğum için şanslıydım, zaten Amerikalı hocalara denk geldim.
York’ta da, İstanbul’da da caz müzisyeni olarak hayatta kalmanın zor olduğunu düşünüyorsunuz. Bu zorluklar birbirine ne kadar benziyor?
New York ve İstanbul’u birbirine çok benzetiyorum. İkisi de yaşaması zor ve her şeyi içinde barındıran metropoller. Zaten öyle olduğu için cazı da içlerinde barındırıyorlar. New York’taki cazla İstanbul’daki cazın hiç ilgisi yok tabii… İstanbul’da bir tane düzgün kulüp varken New York’ta yüzlerce var. Ama buna karşılık orada binlerce davulcu sıra bekliyorsa İstanbul’da sıra bekleyen iki davulcu var. Bu yüzden, iki şehrin eşit zorlukları var diyebiliriz. Burada küçük denizde büyük balık olduğumu düşünüyorum. Ama her sene New York’a gidip şarj olup geliyorum.
En son kendi albümünüzü çıkaralı dört sene olmuş. Ufukta yenisi görünüyor mu?
İki albüm çok üst üste oldu. İlk albümü aslında 2008’de kaydetmiştim, ama iki sene geç çıktı. Hemen ardından ikincisi geldi. Sonra yoğun bir çalışma temposuna girdim, ve hala bu tempoda çalışmaya devam ediyorum. Ama bu yaz sonunda üçüncü albümün kayıtları bitti. Kafamda albüm için bir konsept hep vardı, ama bu yaza kısmetmiş. İlk defa yaylı bir albüm yaptım, ki bu davulcuların pek tercih ettiği bir şey değildir. Kerem Görsev’le son iki albümde filarmoni ve senfoni orkestralarıyla çalışmıştık, oradan bana da bir yaylı virüsü bulaştı. Tadd Dameron benim en sevdiğim piyanist ve bestecidir, ona ithafen bir albüm yapmak hep aklımdaydı. Bir önceki plağın aksine tamamıyla analog bir kayıt yaptık. 1950’lerde nasıl yapılıyorsa öyle kaydedildi.
İkinci albümünüz Autumn in New York adını taşıyor. New York’u ne kadar sevdiğinizi anlattınız. Sonbahara da bir anlam yüklüyor musunuz?
Sonbaharın değil de New York’taki sonbaharın özel bir anlamı var. Yoksa bütün mevsimleri seviyorum. İstanbul’da da, New York’ta da dört mevsim yaşıyor olmak bizim için büyük bir lütuf. Bir sene İsveç’te yaşadım, sadece kış ile yaza benzer bir şey var ki, bu çok sıkıcı. Olur da sonbaharda New York’un kuzeyine doğru arabayla giderseniz kolay kolay unutmazsınız, yeri çok ayrıdır.
Mevsimlerin değişimi hayatınızın günlük akışını nasıl etkiliyor?
Her mevsimden iyi tarafları almaya çalışıyorum. Kışın beni çok depresyona sokmasına izin vermiyorum, yazın rehavetine kapılmamaya da gayret ediyorum. Ama mevsimlerin insan doğasına etkisi cazdan da anlaşılır, mesela Los Angeles’taki Batı Yakası müzisyenleri sörfçü cazı yapar, New York’ta soğuğu tanıyan, yaşam mücadelesi verenler daha sert bir müzik üretirler. Cazın da mevsimleri var.
Sizin kendinizi daha yakın hissettiğiniz caz mevsimi desek?
Kesinlikle ve yine sonbahar.
Yaptığınız müzikle zaman arasında nasıl bir ilişki var?
Sadece caz için değil, müzik için en önemli şeylerden biri zaman. Felsefi, dini, bilimsel boyutu da var işin; birçok farklı açıdan yaklaşabilirsiniz. Nasıl yaklaşırsanız yaklaşın müzisyenlerin tutunduğu şeylerden biri zaman, yaptığımız iş onun üstüne kurulu, yani bir anlamda hammaddemiz. Özellikle de davulcunun yaptığı iş “timekeeping”, yani zamanı tutmak. Dolayısıyla, bana müzikteki en önemli şeyi sormuş oluyorsunuz. Müzik yaparken zamanın gerisinde kalabilirsiniz, ilerisinden gidebilirsiniz, tam içinde olabilirsiniz ya da onu genişletebilirsiniz; zamanın en özgür olarak kullanılabildiği alanlardan biri müziktir. Bu konuda en önemli rolü de davulcu oynar. Aslında benimki zamanda illüzyonlar yaratma üzerine kurulu bir iş. Bir anlamda zamana hükmetme işi.
Whiplash filmini eleştirirken “Hızlı çalmak iyi çalmak demek değil.” demişsiniz. Zaman ve hızla nasıl bir ilişki kurulmalı?
Klişe ama, hız felakettir diyebilirim. Hıza sahip olmak elbette çok güzel, örneğin bir Porsche’nin 300 km. hızla gidebiliyor olması gibi. Ama onu yerinde ve zamanında kullanmalısınız. Bir viraja 300 km. hızla giremezsiniz, arabanız takla atar. Müzik için de aynı şey geçerli. “Hızlı çalıyorum, en iyi ben çalıyorum.” demek müzik dışı bir yaklaşımdır. Dinleyiciye keyif vermeyen hız, felakettir.
Günün saatlerini caza böler misiniz?
Günün değişik saatlerine değişik caz ekolleri uygundur. Sabah hafif bossa novalar, öğlene doğru vokal caz, öğleden sonra quintet, hard bop parçalar, akşamsa baladlar… Cazın içindeki türlerin saatleri var, mesela gece dört avangart için uygun olabilir.
Siz nasıl bir takım oyuncususunuz?
Caz demokratik olması gereken bir müzik türü. Hayatım boyunca takım oyuncusu ruhuna sahip oldum, ama liderlik ruhum da vardır. Kendi grubunuzda liderlik yapmanız kaçınılmaz bir şey. Ama çalarken herkesi desteklemeye çalışan bir takım oyuncusuyum. Egosunu kontrol edemeyenlerden değilim, herhalde iyi de bir takım oyuncusuyum ki, birçok müzisyen beni kendi grubuna davet ediyor.
O zaman bir davulcu için kritik önemi olan takım arkadaşı kimdir?
Davulun bas ile özel bir ilişkisi olduğu söylenir… Çok özel bir ilişkidir o, davulcunun en yakın arkadaşı hep basçıdır. Tersi de geçerli. Zamana basçıyla beraber hükmedersiniz, birlikte ileriden gidecekseniz ileriden gider, geriden gelecekseniz geriden gelirsiniz.
Basçı idolleriniz de vardır herhalde.
İki albümde de Peter Washington ile çalışma şansım oldu. Abartmadan, Peter’ın idolüm olduğunu söyleyebilirim. Çok şanslıyım, onun benim albümlerimde çaldığına inanamıyorum. Türkiye’de de Kağan Yıldız ve Ozan Musluoğlu’yla çalıyorum. Yani hem Türkiye’de, hem dünyada hayallerimdeki basçılarla çalışıyorum.
Ritim ne demek?
Kalp atışı.
Sizin nasıl bir iç ritminiz var?
Biraz heyecanlı bir tipim bence. Ama dışarıdan öyle görünmediğimi söylüyorlar.
Cazla uğraşmak günlük hayatınızın ritmine nasıl yansıyor?
Denge sağlıyor.
Bu ritmi tutarken ne tür saatlerden yardım alıyorsunuz?
Albüm kayıtlarındaki analog merakım saatler için de geçerli. Bugün kolumda spor bir model olmasına rağmen daha çok elle kurulan saatleri tercih ediyorum. O yüzden IWC’nin Portofino modellerini çok seviyorum; klasik, analog, basit. Onlara saat demek de doğru değil. “Time piece” diyelim; zamanı tutan sanat eserleri.
03 Eylül Ferit Odman Quartet
24 Eylül İlham Gencer Quartet
Radyo sponsoru JoyJazz ve dergi sponsoru Zero İstanbul katkılarıyla gerçekleşen gecelerde dünyanın en güzel yerinde unutamayacağınız bir akşam geçirebilirsiniz.
19:00 Gemi kapı açılışı
21:00 Limandan ayrılış
21:30 Konser (birinci set)
22:25 Ara
22:45 Konser (ikinci set)
00:00 Limana dönüş
Adres: Kuruçeşme Parkı Rıhtımı
http://www.biletix.com/etkinlik/TKDC4/ISTANBUL/tr#
Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim
Bilgi: Biletix: http://www.biletix.com/etkinlik/TKDC4/ISTANBUL/tr#