DURBE…
Neredeyse altmış yıldır “mazlum” edebiyatı ve söylemlerle kendini itilmiş, kakılmış gören insanlar; bunu aşmanın tek yolunu; Cumhuriyet ilke ve devrimleri, Mustafa Kemal’in geçmiş, kurtuluş ve yeni yaşam ilkelerinde görmeye; bu aydınlık görüşe ne denli karşı çıkarlarsa; gelişen teknoloji ve bilimin kendilerine ne denli hizmetini sağlarlarsa o denli yol alacaklarına inandılar. Hep bir gün iktidara gelmeyi ve bu ülkeyi kafalarına göre yönetmeyi düşlediler. Bunun için İslam Dini’nin geleneksel kurum ve kuruluşlarından, Cumhuriyet Türkiye’sinin din kurum ve kuruluşlarından, tarikatlardan, devletin kurumlarının sağladığı bütçe ve ek kaynaklarından da yararlanma yollarınını aradılar. Bunları düşlerini yakan ”O” gün için yaptılar… O gün de “sanatta, bilimde, teknolojide” yoktular; bu gün de yoklar. Devlet kadrolarına sızma, adalet kadrolarına sızma, kadrolaşma konusunda yaptıkları çalışmalarla belli bir yere geldiler. Gelecekteki Türkiye idealleri için cami avlusunda toplanan paralar ve ramazan ayı, vakıf ve derneklerden elde ettiklerinin bu organizasyona yetmemesi sonucu; halkın vicdan ve din anlayışını; parasal zenginlik adına kurdukları vakıflarla, holdinglerle dolandırdılar… Paranın belediyelerde olduğunu fark edince belediye seçimlerine asıldılar ve amaçlarına ulaştılar.
Erk ellerine geçince; kendi yaşam ve düşünce biçimlerini uygulamak için uygun zaman aradılar. Bu yolculukta Türk Solu ve Sosyal Demokrat kadroların son darbede Kenan Evren ve arkadaşları tarafından budanınca, siyasetten silinince işleri daha da kolaylaştı. Kendi kadroları içinde bir “karşı koymadan emirlere uyma” kuralını; dağılmamaları için ilke edindiler, kadro, yetki, ve zenginlik istekleri için sıra beklediler. Ancak bu güne değin on altı devlet kurmuş Türk Halkı’nın örgütlenme gücünü hesap edemediler ve kurulan sivil toplum örgütlerine karşı çaresiz kaldılar. Her geçen gün çağdaş yaşam ve modern yaşamdan uzaklaştılar. Cumhuriyet Türkiyesinin alın teri ile kurulmuş tüm kurum ve oluşumlarını bir bir satmaya başladılar. Kazma-Kürek ekonomisinin rantına sarıldılar ve her olumlu, olumsuz fırsatı paraya çevirmeye başladılar. Kendi içlerinde bir kast ve oligarşi yarattılar. Ülke yönetiminde “biraderim” kavramıyla “bir sen- bir ben” sıralaması yaptılar. Birer holding promosyonu olan medya kuruluşlarının öylesine sesini kıstılar ki; hep kendileri haber oldu, halkın haber alma özgürlüğü yok sayıldı. Dangul-dungul Arapçalarıyla Orta Doğu siyasetini yeniden şekillendirme sevdasına düştüler ve ağızlarına, burunlarına bulaştırdılar…
Uzun uzadıya anlatmaya gerek Yok… Bunu siyasi tarihçiler anlatacak. Sonra ne oldu?
Bunlarla yaşam boyu savaşmış orta kuşak ve yaşlı kuşak elinde olmadan sindi. Ayrıca her başı sıkıştığında savaşmak yerine sorunlarını Türk Ordusuna havale etme alışkanlığı olan halkımız; ordunun geldiği nokta ve genç subayların binlercesinin ordudan ayrılmaları sonucu; sütten ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek yemeğe başladı. Bir bakıma da asli görev sınırları içinde kaldı. Üniversiteler; bilim yapma görevlerinden uzaklaştılar, altmış yıl süren itiş-kakışa hiç bulaşmamak adına düşük profilli öğrenci fabrikalarına dönüştü. Bilim yapma ve halkı aydınlatma işlevlerini unuttular, halktan kopuk; neredeyse halka karşı görünüme büründüler… Kim ne yaparsa yapsın, zaman ilerledi ve Türk Halkı tüm bu olumsuzluklara karşın yeni bir aydınlık Bilişim ve Teknoloji, demokrasi aşığı, insan haklarına saygılı, doğayı ve hayvanları seven, geleceği için “DURBE” diyecek bir gençlik yarattı. İlk karşı koyuşunu 31 Mayıs 2013 günü tüm dünyaya gösterdi. Siyasi erk'e; hop! Bir dakika; bu kafayla, bu referanslarla, bu söylemle; bu halkı yönetemezsin: "DURBE!” dedi…
Duracaklar mı? İnsanlık tarihi; durduklarını, çekip gittiklerini söylüyor bize…
Tevfik Yalçın
6 Haziran 2013