EMPERYALİZM AŞILABİLİR Mİ?


                          EMPERYALİZM AŞILABİLİR Mİ?
     
 Emperyalizm gücünü ne silah ne de ekonomik yapılanmasından alıyor. Onun tek gücü; “Böl ve Yönet”  politikasıdır. Yani küçük devletleri parçalayıp ufalayarak, güçlerini sıfırlamak ve egemenliklerinin yerine geçmek! Dahası uygarlığın savunucuları Batılı devletlerin “icadı” emperyalizm ya da sömürgecilik, yeni bir oluşum da değil. Kökü ta Amerika’nın keşfinden de gerilere, köleliğin hüküm sürdüğü antik çağlara dek uzanıyor. Adı her çağda değişse de (ki bugün küreselleşme ve yenidünya düzenidir) ne olursa olsun sömürgecilik; geçmişten günümüze miras kalan en büyük insanlık suçu ve gelecekte de insanlığa savaş felaketleri getirecek en yıkıcı beladır.

 Sömürgecilik ya da emperyalizm, “en güçlü devlet” olma çabasının dışavurumu,  uzantısıdır. Bunun da yolu başka/ öteki “devlet”leri parçalayarak güçlenmelerinin yolunu kesmekten geçiyor. Ta Büyük İskender’in çağından günümüze dek bu bilinen bir gerçek: Büyük olabilmek için küçüğü ezmek; aslında “egemen güç” olmanın en basit, doğal kuralı. Bunu İngiliz düşünürü Hobbes; “insan insanın kurdudur” diyerek açıklamış. Hobbes, bu kadarla da kalmamış, bu görüşünü “devlet” denilen mekanizmaya da uygulamış: Mutlak güç ve yetkilere sahip egemen devlet; dünyaya bile hakim olur! Ama böyle bir devletin adı artık Leviathan (canavar)  dır; bu kimin umurunda? Önemli olan, dünyanın doğal nimetlerini ele geçirmekse, Macchiavelli’nin de dediği gibi amaca giden yolda her şey mubahtır! Bugün çok boyutlu teknolojik gücün de emperyalizm elinde siyasal amaçlı yalan üretme aracı olarak kullanılması gibi!

Önceleri biz insanların hak ve özgürlüklerini korumak için oluşturulan devlet, zamanla büyür ve tiran olmak ister, asıl varlık nedenini unutarak, sosyal yararından çok sosyal maliyeti olan bir kurum olmaya başlar” diyor Hobbes, 1651’de yazdığı Leviathan adlı yapıtında… “İyiliksever Civitas (devlet), giderek despot haline gelir. Yüzyıllar despot devletin izlerini taşır” diyor. Bir başka düşünür Calhoun ise: “Devletin, toplumun güvenliğini sağlama ve muhafaza niyetine rağmen, onun sahip olduğu gücü kötüye kullanmaya eğilimli bir kurum olduğuna tarihin hemen her sayfasında tanık olunabilir.” diyor.   

Günümüzün Leviathan’ı ise hiç kuşkusuz ABD’dir: Bugün “Tek Bir Dünya” hayaline ve dünya egemenliğine oynayan ABD devleti; gücünü “Gizli Dünya Devleti” denilen uluslar arası bankerlerin (Rotschild, Rockefeller vb.) ulusal merkez bankaları üzerinde kurdukları denetimden alıyor. Bu güç; Avrupa merkez bankaları dahil tüm ulusal bankaları ele geçirmiş durumda. Bu öyle bir güç ki, ABD eski başkanı Jefferson bile; “Bankaların, ordulardan daha tehlikeli olduğuna inanıyorum” demiştir. Bunun yanı sıra silah denetimi de bugün bu “Gizli Dünya Devleti”nin (Yeni Dünya Düzeni’nin) elinde. Yani asıl Leviathan; dünyayı sömüren bu emperyal Gizli Dünya Devleti’nin parasal yönetimidir. Yeryüzündeki en güçlü devlet artık o: Çünkü kredi/ kapitülasyon usulü borçlanma/ borçlandırma kamçısı onda! S.Demirel’in deyimiyle; “Borç yiğidin kamçısıdır!” ama yiğidi de köleleştirir. Köle olmadan efendi olunabilir mi? Peki, kendini dünyanın efendisi sayan bu güç yenilebilir mi? Elbette: Örneğin (atıyorum yani düşünüyorum!) gücünü halkların ulusallığından alan ulus-devletler arası  bir birleşme modeli,  neden bu Leviathan’ın karşısına yeni bir güç olarak çıkmasın?  Uluslaşmanın (halklar arası birliğin), devlet kurumu için en büyük dayanak olduğunu öngören büyük Atatürk; bu insanlık idealini (karma ekonomi modeli desteğiyle ) 1920’lerde yaşama geçirmişti. Ki yanı başında sosyalizmin yine halkların egemenliğine dayanan güçlü kurumsal devleti SSCB yükselmekteydi! Ama Atatürk; neden acaba ulusal (ve burjuva) gücü (köylüyü-işçiyi kapsayan, halkçı sosyal devlet anlayışını da içine alarak) her şeyin önüne koydu? Geri kafalı bir diktatör olduğu için mi, yoksa ulusalcı (milliyetçi) ve cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, devrimci, laik güç; toprağına egemen olduğu gibi, tüm ulus adına kentselliğin özü olan parasını, bankalarını, ekonomisini kendi başına sahiplenebileceği için mi? Kesinlikle ikincisi! Çünkü milli bilinç;  sınıf katmanlı sosyal devlet bağlamında ekonomisine (ve bankalarına) bütünüyle sahip çıkma iradesini de içinde barındırır. Ulus bütünlüğü, onu bölünmekten korur. Bölünerek ekonomisini sıfırlayan ya da yabancı sermayenin denetimine veren bir devlet ise hiçtir! Köledir! Emperyalizmin karşısına dikilecek olan tek güç de; ancak milli ve sosyal (ve sınıfsal: işvereni ve sendikalarıyla) çıkarları dayanışma içinde olan ulus-devletlerin bir yeni oluşum modeli olabilir. Emperyalizme karşı çıkacak solun, ancak ulusla bütünleştiği bir güç, onu yenebilir! Bu model Atatürk’ün dış politikasında izlediği yöntemler arasında da vardır. Balkan, Pakistan vb. devletlerle paktlar oluşturma çabası bunun göstergesidir.
     
Ulusal/ sosyal devletin sol gücünü en iyi yine emperyalizmin başını çeken ABD biliyor. İşte bu yüzden tüm ülkeleri din,feodal etnisite, vatan haini terör ya da gizli iletişim şebekeleri, internet dinleme ağları, bilgisayar donanımlarıyla (bilgisayarları kontrol eden yazılım programlarıyla) altüst etme çabasında: Çünkü uluslaşamayarak dinsel, mezhepsel, etnik nedenlerle birbirini yiyen, ayrıca işçisinin sendikal savaşımını da, ordusunun teknolojik (istihbarat) gücünü de emperyalizme kaptıran  ülke devletlerinin sosyo-ekonomik olarak ayakta kalamayacağının hesabında! Bu yöntem; Yeni Dünya Düzeni’ninin “Böl ve Yönet” taktiğini her ülkede utanmazca uygulamasına dayanmaktadır. Leviathan; ülkelere bölünmeyi/ köleleşmeyi dayatıyor. Bunu aşabilecek güç ise, yalnızca ekonomisine, parasına ve toprak bütünlüğüne sahip çıkacak olan ulus-devletlerin, uluslar arası omuz omuza dayanışma işbirliğidir. Günümüzde Çin başta olmak üzere kimi devletler bu gidişin sinyallerini vermekteler. Atatürk gibi bir yol göstericiye sahip olan bizler, ne güne duruyoruz?

 TANSU  BELE/ temmuz 2015     

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir