KELEBEKLER VAMPİRLERE KARŞI

KELEBEKLER VAMPİRLERE KARŞI

Yıl 1968: Tüm dünyada sanki bir “Bahar Ayini” yaşanıyor. Gençler çiçek açmış, çocuklar kelebek olmuş; kentlerin parklarında yankılanan barış çığlıkları, ilkçağ tanrısı Bacchus’un (Dionysos) tutkulu çağrısına dönüşmüş… Çiçek çocukları (ya da Hippy’ler); tıpkı ilkçağların Bakkhaları gibi, başlarına taktıkları çiçek çelenkleriyle kelebekler gibi uçuşup dans ederek, doğayı, yaşamı ve barışı kutsuyorlar. Ama bunu, o yıllarda Vietnam’a asker olarak gönderilen ve zorla savaştırılan gençler adına yapıyorlar: İstekleri çok açık: Savaşa başkaldırıyorlar, aşk ve barış istiyorlar tüm dünyada! Öyle ki, neredeyse onlara yol gösteren bir içsel ve doğasal gücün itkisiyle esrik, kentlerin güneş enerjisi deposu olan parklarında, el ele bir eski zaman komünü yaşamı içinde kendilerini sere serpe bırakıveriyorlar doğaya… Sanki onları yüzyılların ötesinden çağıran Bacchus’un kollarında aşkı kutsuyorlar! Tanrı Bacchus; baharda o ilk uyanışın simgesi, haz ve acı arasında gidip gelen tepkilerin ve direncin ismi, uygarlığın destekçisi, barış aşığı, aşağı dünyanın (insanın iç dünyası) rasyonel ruhu, bağbozumu ve şarabın kadim Tanrısı sarmış kollarıyla onları, kurtarıyor dünyayı kirleten tüm çirkinliklerden… Bacchus; 20.yüzyılda Herbert Marcuse adında bir Alman filozofun bedenine bürünmüş, ABD’de çiçeklenen bahar ayinini, tüm ülkelere yayıyor: O şimdi yepyeni, bambaşka bir barışın aşığı; binlerce yılın toplumsal-birleştirici şarabını, toplumbilimin devrimci barış kuramı Marksizmin diyalektik sıçramasına dönüştürerek, 1920’lerde değişmeye başlayan tarihsel koşullarla uyumlu hale getirmenin çabası içinde… Yeni sol hareketin destekçisi ve savunucusu olan Marcuse; aynı zamanda yepyeni bir uygarlığın da yeni tanrısı: O; özgür, güzel, aydınlık, barışçıl ve cinsel içgüdülerin bastırılmadığı, herkesin yeteneğine göre özgürce çalıştığı, çalışmanın bir oyun haline getirildiği, devletin baskıcı görevine gerek duyulmayan bir toplum düzeninin savunucusu: “Tek boyutlu toplum”a karşı Marcuse; yalnızca ütopik bir geleceği değil, aynı zamanda üçüncü dünyadaki öğrenciler, etnik azınlıklar, kadınlar ve işçiler gibi gruplara güvenen geleneksel çalışan sınıfa da devrimci bir güç olarak bakıyor.

1968’in bu devrimci “Bahar Ayini”nden etkilenen ülkelerden biri de elbette “Batılı görünümüyle” Türkiye: Ancak Batılılaşma çabaları içinde yüz yıllık bir ilerici-gerici savaşım geçmişi olan ülkemizin gençleri; tüm dünyaya yayılan bu “barış” çığlıklarına biraz farklı katılacaklardır. Türk kelebekleri; salt kent parklarında değil, Anadolu’nun tüm doğasında ve toplum katmanlarında özgürce kanat çırpmak istemektedirler. Kısaca onlar, bahar ayinine katılımlarını 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Türkiye’de yeniden sağa kayan, gerici, Amerikan güdümlü bir tutum sergileyen hükümete karşı emperyalizme ve Nato’ya siyasal başkaldırıya dönüştüreceklerdir. Başlattıkları hareket, dayanağını Atatürk devrimlerinde bulmakta ve Vietnam’dan önce Nato’nun kumandasında Kore’ye Türk askeri gönderilmesini protesto etmektedir. Artık “aşk ve barış” sloganını aşan Türk bahar ayini, Marcuse’yi de yedeğine alarak sol hareketlerin yepyeni bir simgesi olmuş ve kapitalizmin kıskaçlarını silkelemek amacıyla salt sınıflar arası da değil uluslar arası toplumsal başkaldırıya yol vermiştir. Bu; artık küresel ve emperyal saldırıya karşı duruş anlamını içeren bir “siyasal ayin”dir; kutsama değil uyanıştır. Kurulu düzeni uyarma değil o düzenin yeryüzünde açtığı korku tünellerini tıkama girişimidir. Gücünü emperyalizme başkaldıran ilk ulusal hareket olan kurtuluş Savaşı’mızdan alan gençlerimiz, dünyayı saran bahar ayinlerinin esrime noktasındaki baş dönmesini de aşmış, çok net ve apaçık bir sesleniş ortaya koymuştur: Bu; evrensel barışın eski dünya üzerindeki ilk gerçek kelebek dansıdır ve yepyeni bir baharın muştusunu vermektedir.

Ancak kelebeklerin bu muhteşem dansı, korku bulutlarının karanlıkları ardına gizlenen ve onlardan kendilerine ürkünç zırhlar üretmiş birtakım tanrıların hoşuna gitmemiş olacak ki kentlerin yer altı dehlizlerinde saklanan vampirlerini bahar ayinlerinin üzerine salmakta gecikmemişlerdir. Kana susamışlıklarını savaş çığırtkanlıkları ardına gizleyen sermayenin vampirleri yani patronlar siyasal kapitalist hükümet erklerine dönüşerek; işsizlik, parasızlık, silahlandırma, terörizm, nükleer bombalar ve bu türden ürettikleri/ yarattıkları korku bulutlarının ardından çıkıp uluslar arası para emicileri şirket/ holding/ tröstler vb. vampirlerini süsleyip püsleyerek günışığına salmışlardır. Yerkürenin kaynaklarının hızla tükenmekte olduğunu bahane ederek küreselleşme yaftasının ardına gizledikleri doğa ve insan sömürüsünü, kan emicileri aracılığıyla pervasızca hızlandırmışlar, toplumların yaşamsal kanı olan paranın vampirlerini zaman içinde pusuya yatmış canavar görünümünden çıkarıp sanatın ve sinemanın sanallığı eliyle şık, baştan çıkarıcı, güzel ve liberal piyasa yaratıklarına dönüştürmüşlerdir. Doğayı kutsayan kadim şarabın yerini alan çağdaş hazların kraliçesi, ilkçağ Tanrıçası vampir Selene’nin piçleri uyuşturucu kaçakçısı vampirleri de, demokratik haklarını kullanan satıcı şebekeleri kılığına girip dünya kelebeklerini LSD esrikliğinin kollarında kendinden geçirmektedirler. Ülkemizdeki kelebeklere gelince, yıllardır zorlu savaşımlardan geçerek güç bela elde ettikleri doğal ve demokratik yaşam haklarını siyasanın kapitalist çarklarında ezdirmemek için kent parklarında komünsel yaşam alanı yaratmak adına örgütlenme çabalarına girişirler. Ancak, emperyalizmin başı ABD damgalı ve gelmiş geçmiş en büyük vampir olan Gladio eliyle asılıp kesilerek, bin parçaya bölünüp birbirlerine düşman edileceklerdir. Derin devlet vampirinin kimler tarafından beslenip nasıl ve nereden türetildiği de böylelikle tüm dünyada anlaşılacak, ipliği pazara çıkacaktır. Ayrıca bu çağdaş vampir, halen kelebek avını bütün kan içiciliğiyle sürdürmektedir.

 Kentleşmenin mezar gibi karanlık yer altı dehlizlerinde yüzyıllardır beslenen ve liberalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” demokratik(!) sloganlarıyla güçlenen vampir efsanelerine ve onların mezarlarda yaşadıklarına ilişkin teatral (tiyatro oyunlarına dönüşmüş) yorum
larına; 1730’lu yıllarda Aydınlanma’nın filozofu Voltaire; “ Gerçek kan emiciler mezarlarda değil, aramızda. Borsa spekülatörleri, tüccarlar ve işadamları halkın kanını her gün emmekteler. Bunlar kesinlikle ölmüyor ancak yaşarken çürüyor.” yorumunu getirirken, 19, yüzyılda Karl Marx’ın konuyu aydınlatışı ise şöyledir: “Sermaye ölü demektir. Ancak canlı emeğin emilmesi ile vampirlere özgü biçimde hayat bulur. Ne kadar emerse o kadar hayat bulur.”

1990’lı yıllara gelindiğinde, bugün en evrensel sanat dalı görünümündeki sinemanın, vampirlerin yaşamlarını bir trajedi olarak yorumladığı filmler üretmesiyle, genç kuşakların gözdesi olan Kont Drakula’lar, Nosferatu’lar ve artık gün ışığına çıkabilen genç yakışıklı, aramızda dolaşan vampirler, gelmiş geçmiş bütün vampir efsanelerinin pabucunu dama atacak ve çağdaş gençliği olanca gerçekliğiyle etkileyecektir. Özellikle 1968 baharındaki doğayı kutsama ayininin kelebeklerinin kanlarını içerek nasıl yok ettiklerini çok iyi kavrayan Amerikalı genç kuşaklar, canlı emeğin kanını emen sermaye vampirlerine karşı öncelikle ABD’nin ünlü borsa/ spekülasyon odağı Wall Street’te kelebeklere dönüşüp dans etmeyi deneyecekler, ama yeterince başarılı olamayacaklardır. Çünkü onlar sırtlarını, kesilen ağaçların, yok edilen doğanın ya da ülkeleri bölen anlamsız savaşlarda öldürülen insanların hak-hukuk duvarlarına yaslamasını bilememişlerdir.

 Son olarak bugünlerde yine Türkiye’mizin kent parklarında, tıpkı 1968 yılının bahar ayinlerini andıran kelebek uçuşları yine yer yer görülmekte: Acaba kelebeklerin çağdaş dansını psikiyatrinin babası Carl Justav Jung’un kuramına göre yorumlamak mümkün mü? Jung der ki: “kolektif bilinçaltı kuramında insanlığın ortak bir ruh alanında veya frekansında bir bütün olduğunu veya iletişimde olduğunu” savunmasının üzerinden yüzyıla yakın zaman geçti. Zamanın başlangıcından beri insanlık tarafından paylaşılan kolektif bilinçaltı, Jung’a göre ilkel anıları ve örnek tavırları yani arketipleri içermektedir: İşte bu örnekler, hayallerde, rüyalarda, dini inançlarda, mitlerde, sanatta ve folklörde belirerek insanları çeşitli biçimlerde etkilemektedir. Jung; vampirlerin de kolektif bilinçaltındaki arketiplerden biri olarak yorumlanabileceğini söylemektedir. O zaman 1968’de tüm dünyayı ve ülkemizi saran bahar ayininin de, kolektif bilincin insanlığın ortak ruh alanında iz bırakan bir arketip olduğunu, ayrıca bu örneğin de, tıpkı vampir arketipinde olduğu gibi ilkçağlardan gelip günümüzde varlığının dışa vurumunu sergilediğini söylemek çok mu abartılı olur? Yurdumuzu saran kelebek uçuşlarının ta Ortaasya’dan kalkıp, ilkçağ vampirlerinin demirdağı Ergenekon’u aşarak Anadolu’ya ulaşan, burada yine çağdaş vampirlerin piri emperyalizme kafa tutarak onu dize getiren bir ortak ruh alanı oluşturduğu düşünülürse, yurt tuttuğu Anadolu’nun emperyal vampirlerin ellerince bölünüp yıkılarak yok edilmesine karşı neden ve nasıl yine birdenbire kelebekleştiği de daha iyi, açık seçik anlaşılabilir belki de. Tüm dünyaya örnek oluşturacak anlamlı bir ayine neden ve nasıl dönüştüğü de…

Unutmayalım; kelebeklerin ömrü bir günlüktür ancak her yıl yapılan bahar ayinleriyle yeniden dirilirler ve her bahar yeniden doğarlar. Ve ağaçlar, kelebeklerin dansıyla şenlenir, çiçek açarlar. Kelebekler, ağaçların koruyucusudurlar; tüm doğaya enerji ve neşe saçarlar. Dahası kelebeklerin bir günlük dansı, tüm vampirleri yok etmeye yetecek güçtedir, çünkü onlar güneşin ve doğanın çocuklarıdırlar. Ay ışığı tanrıçası vampir Selene’ye karşı bahar ayinini kutsayan Bacchus’ün çiçek çocuklarıdır onlar; şarapları doğanın soluğudur ve bu yüzden doğanın para vampirlerince kurban edilmesine karşı çıkarlar!Onlar; insanlığın binlerce yıllık kolektif ortak ruhunu besleyen hayal gücüdürler. İyiliğin ve kötülüğün tanrılarını, tanrıçalarını hiç durmadan üreten bu güç var oldukça kelebeklerle vampirlerin savaşı sürüp gidecek, bu arada doğa da insan da yaşayacaktır.

Çiçek çocuğu John Lennon’un dediği gibi: “(İmagine):Cennetin olmadığını hayal et/ Eğer denersen bu kolay/ Altımızda cehennem yok/ Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var/ Hayal et bütün insanların bugün için yaşadığını/ Hiç ülke olmadığını hayal et/ Bunu yapmak zor değil/ Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok/ Ve din de yok/ Hayal et bütün insanların barış içinde yaşadığını/ Mülkiyetin olmadığını hayal et/ Yapabilir misin merak ediyorum/ Açlığa veya açgözlülüğe gerek yok/ İnsanların kardeşliğini hayal et bütün insanların/ Tüm dünyayı paylaştığını/ Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin/ Ama tek ben değilim/ Umarım bir gün sen de bize katılırsın/ Ve bütün dünya yekvücut olarak yaşar …

 Bizim çocuklarımız, ülkemizin çağdaş ve aydınlık çocukları! Şimdilerde hayal etmenin de ötesine geçen gençler, bahar ayininiz kutlu olsun! Tüm dünya adına…

 TANSU BELE/ 26 HAZİRAN 2013

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir