Tansu Bele'nin, " Osmalıdan Günümüze Türk Kadınının Kısa Tarihi" kitabın yazarı Güldal Okuducu ile yaptığı söyleşiyi sizlere sunuyoruz:
" Osmanlıdan Cumhuriyete Türk Kadınının Kısa Tarihi",
Güldal Okuducu
1-Neden Türk Kadınının tarihini yazdınız? Ve nasıl, hangi koşullarda gerçekleştirdiniz?
Belinde fişekliği, elinde, namlusu işgalcilerin alnına çevrili silahıyla, çetesinin başında bir destan yazan Fatma Seher’in hikayesini yazmaktı amacım. Bir vatan yaratmak uğruna ateşin ve ihanetin içinde yürüyen Fatma Seher, destansı adıyla Kara Fatma beni aynı ateşte yürüyen diğer kadınlara götürdü. Diğerleri kendilerinden öncekileri işaret etti, onlar da daha öncekileri…
Kadınların aydınlanma mücadelesinin aşamalarını ve seyrini kavrama ihtiyacı içinde yeni kaynaklara yöneldim. Uç beyliğinden dünya imparatorluğuna yürüyen Osmanlı’nın “hayat hakkını” arayan kadınlarından, 1923’de kurulan laik cumhuriyet’in “hayat hakkını” kullanan kadınlarına uzanan yüzyıllar içinde dolaşırken bir tercih yaptım. Cinsiyet ayrımcılığı temelinde örgütlenen bir toplumun ve aynı temelde kurgulanan ekonomik, toplumsal, kültürel ortamının biçtiği “rol”ü zorlayan öncü kadınlar, öncü girişimler, örgütlenmeler ve gelişmeler üzerinden yapılacak bir anlatıyı yeğledim.
Osmanlı kadınlarının ilerleme ve özgürleşme mücadelesi kitabın birinci bölümünü oluşturdu. Tarihte ancak bir dip not olarak yer alsalar da; tarımda, hayvancılıkta, imalatta yer alan, avrat pazarlarında ürettiklerini satan, çamaşırhane açan, bohçacılık yapan, köle ticareti ile uğraşan, gayrimenkul alan, satan ya da kiralayan, borç para alıp veren, eşleriyle ortak ticaret yapan, kasap, bakkal, hamam işleten, dükkânlara ortak olan, hatta eşlerine kefil olan, dergiler çıkaran, yazılar yazan kadınlar seyahatname, kanunname, tembihname, ilanname, ferman, fetva, sicil ve tereke kaydı, kanun metni, gazete haberi vb. belgelerden ya da bir kitap sayfasından karşıma çıktı.
Tanzimat ve Meşrutiyetle birlikte solgun yüzleri canlanmaya başlayan kadınların; “Yaşasın Osmanlı Kadınları!” “Yaşasın Vatan, Yaşasın Millet, Yaşasın Hürriyet” “Yüzlerce Mektep İsteriz” diye sıralarlar taleplerini. Yazı yazar, konferanslar düzenler, cemiyetler kurar, sosyal yardımlaşma ve dayanışmalarını güçlendirirler. Hak aramanın ve yeni bir yaşam biçimi kurmanın direnmekten, mücadele etmekten ve örgütlenmekten geçtiğini kavrarlar.
“Çalışacağız, Öğreneceğiz, Bitmez Tükenmez Bir Çabayla” diye söz verirler birbirlerine. “Özgürlük mü İstiyorsun Al Sana Sopa!” diyenlere karşı kendilerini kararlılıkla savunurlar. “Ellerinde Kalemleriyle” savaşırlar. Kadınların toplumsal düzene muhalefetleri, yeni konuları tartışmaya başlayan dergi ve gazetelerin sayfalarına yansır. Binlerce yılın kendilerine yüklediği role aykırı bir biçimde kalemlerini kullanmaya başlayan kadınlar “İmdaaat!” der yazılarıyla.
1918- 1923 yıllarını içeren ikinci bölümde de, işgale karşı savaşan kadın örgütlerini, emsalsiz bir model oluşturan Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’ni, düzenlenen toplantıları, konferansları, mitingleri, yayınları, konuşmaları, yazı, telgraf, kart ve mektupları, topladıkları bağışlar ve sürdükleri kağnılarıyla mucizeler yaratan kadınları tarihimizin kuytularından, aydınlığa çıkarmayı amaçladım. Tarihle yüzleşme adı altında, dil, din, mezhep, tarih ve kültür farklılıklarına başat roller yükleyip, toplumsal belleğimiz örselenirken kurmaca bir yeniden yazımla, köklere doğru bir yolculuk yapmak yararlı oldu. Bağımsızlığı ve özgürlüğü için ölümü öteleyenlerin, “Ya İstiklal, Ya Ölüm” diyenlerin bizi sarsacaklarını, karanlığımıza ışık tutacaklarını, yol göstereceklerini düşündüm.
Balkan Savaşları’nın acımasız koşullarına ve Dünya savaşının yarattığı vahşete tanıklık ederken acıları cesaretle göğüsler kadınlar. 1918’in 30 Ekiminde, saat 21.40’ta Osmanlının tarihe gömülüşünün belgesi olan bırakışma imzalanırken yanıt onlardan gelir. “Türk Kadınlarına Açık Mektup!” Başlığıyla ve “Payitaht dünkü düşmanlarla dolu; izzet-i nefsimiz onların çizmeleri altında ezilmekte bulunduğu şu sırada erkeklerimiz milli bir varlık gösteremiyorlar. Binaenaleyh size büyük bir vazife düşüyor” satırlarıyla yeni bir döneme çağrı çıkarırlar.
9 milyonu kadın ve çocuk olan 13 milyonluk bir ülkenin Kurtuluş Savaşı, aynı zamanda kadınların savaşı olur.
2- Yapıtınızda genişçe yer alan; Osmanlı dönemindeki kadınımızın yaşam biçimine ilişkin araştırmalarınız çok çarpıcı ve ilginç. 1556’da Osmanlı coğrafyasını dolaşan gezgin Avusturya Sefiri O. G. De Busbecg’in Türkler için “karılarının iffetinin çok önemli olduğunu, bu yüzden de onları güneş ışığının bile erişemeyeceği şekilde eve kapattıklarını” söyleyen satırları, Türk kadının tarihinin neden “kısa” olduğunu da bir bakıma açıklar nitelikte. Bu konuda söylemek istedikleriniz?
Osmanlı coğrafyasında dolaşan gezginlerin yabancısı oldukları bir toplumu ve değerler sistemini, kadın kıyafetleri üzerinden yorumlarken hadlerini aştıklarını düşündüğüm anlar oldu. Her şeye rağmen yazılanlar o günlere ait veri niteliğinde. “Türk Kadının Kısa Tarihi” ise sadece kitabın adı. Ağır ve yorucu bir o kadar da heyecan verici bir tarihimiz var. Yeni çalışmaların mutlaka teşvik edilmesi ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
3- Yapıtınızı; “Uç beyliğinden dünya imparatorluğuna yürüyen ve 622 yıl hüküm süren bir devlette, ‘hayat hakkını’ arayan, direnen, başkaldıran, özgürlük ve bağımsızlığı için emperyalizme karşı savaşan kadınlara” adamışsınız. Özellikle Kurtuluş Savaşı’nda erkekleriyle omuz omuza savaşan Kara Fatma’ların mücadelesini “kadınlarımızın aydınlanması” na bağlayışınız ve bu açıdan değerlendirmeniz çok önemli. “Saçı uzun aklı kısa” kadınlarımızın suskunlukları, Kurtuluş Savaşı’yla mı sona erdi, yoksa bu konuda öncesinden ağızlarını açmaya başlamışlar mıydı? Kitab
ınızda buna ilişkin açıklamalar var ancak kısaca bizlere de özetler misiniz?
Söyleşimizin başında da belirttiğim gibi, yüzyıllar boyunca kendilerine biçilen “rol”ü zorlayan öncü kadınlar, öncü girişimler, örgütlenmeler ve gelişmeler üzerinden bir anlatı yapmaya çalıştım. Böyle bir damar var olmasa bunu yapamazdım.
Okuma yazma bilmeyen Fatma Seher aklını, emeğini, hayatını yeniden kuruluşa adayan kadınların sesidir.5 Temmuz 1923 tarihli Tanin’in bir sorusuna verdiği yanıtla kadınların bitmeyen umutlarını tanımlar, yeni devletin hamurunu mayalar.
“… Bundan sonra kadın erkek hep birlikte çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki… Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek durumda değiliz. İstanbullu hemşirelerimize, silahı kapın cepheye gidin denilemez. Fakat onlara düşen iş silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı. Kadın neden erkek kadar çalışmasın? Bugün Anadolu’daki bir evde iki erkek varsa, yanı başında on da kadın vardır, bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır. İşte ben, ne okumak ne yazmak bilirim. Şimdi tahsilim olsaydı zarar mı ederdim? Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki, bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olursa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.”
Tarih artık yeni bir açılımın eşiğindedir… Kadınların hak eşitliğini ve özgürlüğünü onaylayan cumhuriyetin başlattığı devrimci dönemin hedefini, kurtuluşun ve kuruluşun önderi Mustafa Kemal 23 Ocak 1923’de New York Herald gazetesine verdiği demeçte, şöyle özetler:
“Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli meselelerden biri, kadın ve erkek arasındaki kanuni ve toplumsal tam eşitliği temin etmektir. Kadınlarımız Bağımsızlık Savaşı sırasında cesaret ve fedakârlığın en üstün vasıflarını sergilediler. Eğitim almaya ve öğrenmeye çok istekliler ve hattâ bazıları şimdiden ilim ve edebiyat sahalarında başarılar kazanıyor. Kadınlar da artık Anadolu’nun her tarafında pek çok sanayi müesseselerinde çalışıyor. Kadının zorla köşeye çekilmesinin aile yaşamını mahvettiği yerde hiçbir ilerleme mümkün değildir.”
Şimdi ben soruyorum; yüzyıllarca süren bir mücadeleden sonra, büyük bedeller ödenerek kazanılmış haklarımızı neden kullanamadığımızı, bu haklar bir bir geri alınırken, eşitliğe ve özgürlüğe kasteden bir sürece nasıl izin verdiğimizi Fatma Seherlere anlatabilir miyiz?
Umarım destanımızdaki kadınların destansı mücadeleleri bizi derin uykumuzdan uyandırır. Dünü anlamak, bugüne sahip çıkmak, geleceği yeniden kurmak iddiası ve dileğiyle, teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Güldal Okuducu
Osmanlı’dan Cumhuriyet’eTürk Kadınının Kısa Tarihi
Güldal Okuducu
Kaynak Yayınları
Basım Tarihi: Kasım 2014
848 Sayfa
Stok Kodu: 9789753439152