TARİHE SIRT ÇEVİRMEK
Trakya okullarından birinin Atatürk köşesinde “Tarihini unutanlar geleceğini kuramazlar” sözünü okuduğumda, aklımdan çocuklarımıza ve bizlere unutturulmak istenen resmi bayram günleri geçti. 29 Ekim 1923 Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan 1920 Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs 1919 Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos 1922 Zafer Bayramı… Bu tarih yazan günlerin bizlere neden unutturulmak istendiği üzerine bir kez daha düşüncelere daldım. Dahası bunları unutturmak isteyenler kimlerdi? Artık bu bayram kutlamalarına katılmayan devlet büyüklerimiz (!) değil mi? Peki; bu bayramların kutlanma amacı “tarihimizin bizlere anımsatılması” değil miydi? Tarihimizi neden anımsamalı ve unutmamalıydık? Çünkü kimliklerimizin genlerini, tarihimiz oluşturmaktaydı da ondan! Kişi olarak, vatandaş/ yurttaş olarak, toplumda bir birey olarak sosyal kimliğimizi/ kişiliğimizi oluşturan öğeler; bizim kültürel genlerimiz değil midir? Bunlardan koptuğumuz anda kişiliğimiz kalır mı? Kaldı ki kişilik; “aidiyet” demektir; hiçbir insan, dünyada bir yer edinmeden kişiliğini kuramaz. Bir yere ait olduğu düşüncesi, onu insan kılar. Köksüz ağaç olmayacağı gibi yersiz (yurtsuz) insan da olmaz! Ayağını bir yere basacak ki insan olduğunu duyumsayacak! Bu yer; bir iz, bir işaret, bir inanç, bir düşünce de olabilir. Bu im; insanın tarihidir, geçmişidir, köküdür: Yani kültürüdür. Unutmayalım: Gövde, kökten çıkar ve geleceğine yapraklarıyla uzanır. Toplumunun kökleriyle beslenmeyen bir kültür yoktur.
Anadolu insanının tarihi; tüm dünyayı etkileyen bir süreçtir. Sümerlerden, Hitit’lerden, Anadolu sitelerinden, Bizans ve Roma’dan, Selçuklulardan, Osmanlılardan geçerek günümüze ulaşan baş döndürücü bir dolangaç gibidir. Bu dolangacın (labirent) en önemli özelliği, Ortaasya’dan durmaksızın akıp gelen boylarla Avrupa’dan gelen kavimlerin burada bir birleşim oluşturmaları ve bu kültür bireşimini eşsiz bir biçimde yoğurmalarıdır. Bu bireşimden doğan Anadolu Türkleri, belki uzun süreler Ortaasyalı genlerini unutmuş görünseler de unutmamışlar, törelerinde, geleneklerinde, dinlerinde, devlet kurma özelliklerinde, savaşma tekniklerinde ve dillerinde geçmişlerini yeni yurtlarına taşımasını bilmişlerdir. Eğer Türk’e yabancılaşmış Osmanlı Devleti’nin tarihi unutturma çabaları tutsaydı, ulusal güç uyanabilir ve Kurtuluş Savaşı yapılabilir miydi? Aleviler bugün var olabilir miydi? Emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşımız Türklük bilincinin uyanmasıyla başarıldı. Bu savaşın en yüce anı da, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar-Kocatepe’den verilen buyruk sonucunda yaşandı. Bu an; Anadolu’nun tarihinde yıldızının parladığı andır. Anadolu halklarının, topraklarına sahip çıkarak aidiyetlerini kanıtladıkları ve “var olduklarını” belgeledikleri andır. Tarihine sırt çevirmeyen Türklük bilinci, halkını kurtarmıştır.
30 Ağustos 1922 günü emperyalizm, o güne dek dünya üzerinde hiç görmediği bir yenilgiyi tattı. Türk Ordusu’nun, Anadolu’yu işgal eden emperyalist devletlerin ordularına karşı yürüttüğü savaş, dört yıl sonra Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin yengisiyle son buldu. Başkomutan M. Kemal Atatürk; bu savaşta yalnız Yunan Ordusu’nu yenmekle kalmadı, Anadolu’nun da dünyanın da yazgısını değiştirdi. Bu zafer; aynı zamanda Yunanistan’ı maşa olarak kullanan Avrupalı emperyalistlerin siyasal amaçlarının da yıkılması anlamına gelir. Anadolu’dan çekilen emperyal güçler, artık Doğu ülkelerini işgal etme yarışında duraksayacaklar, İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte de birbirlerine gireceklerdir. Çanakkale Savaşı (1915) nasıl onlara yol vermeyip dünyanın yazgısını saptırdıysa, ardından gelen Kurtuluş Savaşı ve 30 Ağustos Zaferi, Anadolu’nun kapısını bir daha açılmamak üzere Avrupa Devletlerine kapatmıştır. Buna karşılık 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa, emperyalist amaçlarını artık tümüyle ABD’ye devrederek onun güdümüne girecektir. 30 Ağustos 1922’de Türk Ordusu yenilseydi ne olurdu? Anadolu’nun paylaşımıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti kurulamaz, belki de 2. Dünya Savaşı çıkmazdı(!) Çünkü Anadolu’yu “üs” yapan emperyalizm, Doğu bölgelerine çok rahatça açılacak, o zamandan küreselleşmeyi tüm dünyaya yayarak Rus devrimini ve ulusallıkları yok edecek, tüm dünya uluslarını bir deri-bir kemik bıraktığı Afrika’ya döndürecekti! Çin (Mao) ve İran (Musaddık) ulusal devrimleri bile belki olamazdı! Ama bugüne baktığımızda emperyalizmin “ket vurulan” bu kan içici zorbalığının, 30 Ağustos’u Anadolu’ya (Cumhuriyetimize, Atatürk’ümüze, ordumuza) pahalıya ödetmek amacıyla bütün gücüyle yeniden saldırıya geçtiğini görüyoruz. Bu kez karşımızda dikilen ise 19. ve 20. yüzyıl Avrupa Devletlerinin ordusal işgal güçleri değil ama tefeci ABD’nin mafya/haraç sistemiyle yönlendirdiği devlet/siyaset anlayışıdır. ABD, bizi de dünyayı da haraca kesmektedir. Onun tek isteği, paradan para kazanmak: Tıkanan üretim kaynakları, dünyanın çölleşmesi, ülkelerin Afrikalaşması umurunda bile değil, ABD, mafyalaştırdığı sistemini ayakta tutabilmek için haraç alıyor. Dünyaya sunduğu sistem artık bir üretim, kalkınma ve demokrasi modeli değildir. Sayın Doğu Perinçek’in dediği gibi ABD; “çevresindeki üretimi yağmalayarak ayakta kalmaya çabalıyor” çünkü “ kendi anavatanında bir zamanlar her şeye rağmen üretim çarkını döndüren kapitalizm, bugün artık geldiğimiz noktada bir yıkım sistemine dönüşmüştür.”(Bilimsel Sosyalizm ve Bilim, s.255) Bu yıkımı geçmişte engelleyen 30 ağustos 1922’ye bugün yalnız biz değil tüm dünya gereksinim duyar duruma geldi, bu yüzden Zafer Bayramı’mızı silmek yerine tüm gücümüzle kutlamalıyız. Bize; tüm bayramlarımızı yaşatmayarak ve Atatürk’ü “diktatör” savıyla silmeye çalışarak Anadolu’nun ve geçmişimizin tarihini unutturmak isteyen emperyalizm piyonlarına, gereken dersleri vermeliyiz. Çünkü; “Tarihini unutanlar geleceği kuramazlar.”
TANSU BELE/ 27 AĞUSTOS 2013