Ustalara Saygı: Cem Karaca

 

USTALARASAYGIUSTALARASAYGIUSTALARASAYGIUSTALARASAYGI

CEM KARACA ANMA GÜNÜ 7 NİSAN 2008

64. Yaşgünü

Besteleri ve yorumlarıyla müziğimizde bir ekol olan Karaca, 64. yaş gününde sanatçı dostları ve hayranları tarafından anılıyor.

Cem Baba’ya “Ustalara Saygı”

Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu tarafından düzenlenen “Ustalara Saygı” toplantılarının kırkıncısı rock ve Anadolu folk müziğimizin en önemli yaratıcılarından biri olan Cem Karaca için gerçekleştiriliyor. Karaca’nın 64. yaşı, 7 Nisan Pazartesi akşamı saat 20.00’den itibaren Melih  Cevdet Anday Sahnesi’nde (Akatlar Kültür Merkezi) yapılacak etkinlikle kutlanıyor.

Besteleri ve onları yorumlama şekliyle müziğimizde çığır açan, sanatla yoğrulmuş çok yönlü bir ömür süren Cem Karaca için hazırlanan “Ustalara Saygı” gecesi, usta sanatçının bütün renklerinden birer bölümü yansıtabilmek hedefiyle zengin bir konuk yelpazesine sahip.

Faruk Şüyün’ün hazırladığı ve yöneteceği etkinliğe Cem Karaca ile çeşitli çalışmalar yapan sanatçının dostu ya da hayranı olan, Karaca’nın farklı yönlerine dair değerlendirmelerini ve anılarını konuklarla paylaşacak konuşmacılar katılıyor. Selen Domaç’ın sunacağı gecenin başrolünde ise elbette müzik var. Cem Karaca’nın Ayhan Yener, Aydın Şeref, Bülent Ay, Nevzat Yılmaz ve Zafer Şanlı’dan oluşan son grubu Yol Arkadaşları, hem sanatçının sevilen eserlerinden örnekler yorumluyor hem de gece boyunca sahneye gelen müzisyen konuklara eşlik ediyor.

Seyircilere bir dia gösterisi ve Almanya dönemi çalışmalarından daha önce yayımlanmamış kayıtlardan bölümlerle Cem Karaca’nın hayatından kesitlerin de sunulacağı geceye Asu Maralman, Baha Boduroğlu, Bora Gencer, Cahit Berkay, Can-Ceyhun-Sümer üçlüsü, Deniz Kavukçuoğlu, Ercan Karakaş, Garo Mafyan, Genco Sabancı, Gürkan Vural, İlham Gencer, İzzet Öz, Korkut Koray, Mehmet Soyarslan, Murat Kekilli, Müjde Ar, Nil Burak, Orhan Kahyaoğlu, Ohannes Kürkçü ve Serap Aksoy Gürkan konuk olarak katılıyorlar.

Cem Karaca (1945-2004)
Cem Karaca

 

Cem Karaca ( 05.04.1945)- (08.02.2004) Muhtar Cem Karaca 5 Nisan 1945'de İstanbul'da dünyaya geldi. Tiyatrocu bir ailenin tek çocuğuydu ve sanatçı bir ailenin çocuğu olmak onun sanatla içiçe büyümesini sağladı. Ortaöğretimini Robert Koleji'nde yapan Cem Karaca'nın müzikle tanışması oldukça ilginçtir. Ergenlik çağındayken hoşlandığı kızı etkilemek amacıyla şarkı söylemeye başlamış ve bu başlangıcın arkasından devam eden olaylar sonucu kendisini müzik piyasasının içinde bulmuştur. Cem Karaca'nın sesinin keşfedilmesi ise annesi Toto Karaca tarafından olmuştur. İlk dönemlerde Jaguarlar, Dinamitler gibi gruplarla amatörce çalışmalar yapan Cem Karaca bu dönemlerde henüz Anadolu müziğiyle tanışmamış batının Rock'n'Roll müziğine gönül vermiş bir şekilde o dönemin popüler parçalarını söylemekteydi. O dönemlerde Cem Karaca'nın en büyük destekçilerinden biri de İlham Gencer'di ve onun orkestrasında müzikal deneyimini o dönemlerde oldukça ilerletmişti. Bu dönemlerde müziğin yanında tiyatro ile de ilgileniyordu Cem Karaca ve çeşitli oyunlarda da görev aldı.

Anadolu insanıyla tanışma Cem Karaca'nın Anadolu müziği ile ciddi anlamda ilk tanışması ise askerliği esnasında oldu. Askerliği sırasında Anadolu'yu daha yakından tanımasının yanısıra birgün orada askerliğini yapan birisinin saz çalışı sonucu daha önce son derece ilkel ve sıkıcı bulduğu bu müziğin aslında onun o anki gerçek duygularını yansıttığını ve hiçbir batı müziğinin o sazın içerdiği duyguları içeremeyeceğini anladı. Cem Karaca'nın profesyonel olarak ilk müzikal deneyimi ise Apaşlar grubu ile 1967 yılında Hürriyet'in düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasında Emrah isimli parçalarıyla aldığı ikincilikle oldu.

Aldıkları bu dereceden sonra Apaşlar grubu müzikal çalışmalarına dört elle sarıldı ve daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sentezleyip Anadolu-Beat tarzında çalışmalara giriştiler. Bir süre sonra arkalarına Ferdy Klein orkestrasını da alarak müzikal altyapılarını iyice güçlendiren Cem Karaca ve Apaşlar grubu Ferdy Klein orkestrası eşliğinde de bir süre yollarına devam ettiler. Bu beraberlik 1969'un sonlarına kadar sürdü ve ortaya çıkan sağlam ve başarılı eserlere rağmen grupta gitarist Mehmet Soyarslan ve Cem Karaca arasında doğan bazı politik anlaşmazlıklar sonucu Cem Karaca ve Apaşlar grubu dağıldı. Bu grubun dağılmasından sonra Cem Karaca kafasındaki gerçek anlamda sol söylemde ve doğulu kimliğiyle Rock müzik yapma düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Apaşlar'ın basçısı Seyhan Karabay'ı da yanına alarak, yeni bir grup kurmak amacıyla genç ve yetenekli bir gitarist olan Ünol Büyükgönenç'i ziyarete gitti ve görüşme olumlu sonuçlanınca bu üçlü Cem Karaca-KARDAŞLAR grubunu kurma girişimlerinde bulundu ve hep beraber müzisyen arayışına girdiler. Birkaç başarısız kombinasyondan sonra vokalde Cem Karaca gitarlarda Ünol Büyükgönenç bas ve ıklığ'da Seyhan Karabay ve davulda Hüseyin Sultanoğlu tarafından kardaşların ilk gerçek kadrosu kurulmuş oldu. Fakat ilk baştaki maddi sıkıntılar nedeniyle Cem Karaca, Almanya'ya biraz para kazanıp gruba adam gibi ekipmanlar alabilmek için Ferdy Klein orkestrası eşliğinde çalışmalar yapmaya gitti.

 Almanya'dan dönüşte Karaca'nın Almanya'dan getirdiği yeni gitarist Alex Wiska'yı da yanlarına alarak tam gaz çalışmalara başladılar ve Cem Karaca-KARDAŞLAR'ın çıkış 45'liği olan Dadaloğlu'nu yayınladılar. Bu 45'liğin listelerde iyi bir sıraya yerleşmesinden sonra çok sağlam 45'lik çalışmalarına devam eden Kardaşlar bir dönem Alex Wiska gruptan ayrıldıktan sonra Fehiman Uğurdemir'le son kadrolarını oluşturup bir süre daha çalışmalarına devam ettiler. Dışarıda grubun durumu oldukça iyi gözükmesine rağmen Cem Karaca ve Seyhan Karabay arasındaki tartışmalar Cem Karaca Kardaşlar'ın dağılmasına sebep oldu. Grup Hüseyin Sultanoğlu yerine başka bir davulcu bulduktan sonra gerçekten Türk müzik piyasası ilginç bir değiş tokuşa sahne oldu. Cem Karaca, Kardaşlar grubundan ayrılıp Anadolu Pop'un güçlü sesi Moğollar'la birleşirken Kardaşlar'da o dönemliğine konserlerde solistlik yapmak için Moğollar'la anlaşmış Ersen Dinleten'i gruplarına dahil ettiler. Cem Karaca Moğollar'la Anadolu Rock tarzında çalışmalarına Kardaşlar sound'undan çok daha farklı olsa da devam ettiler. Moğollar'ın Cahit Berkay'ın Fransa'ya gitmesi üzerine dağılmasıyla, Cem Karaca yeniden bir grup kurma arayışına girişti ve müzikal kariyerinin en önemli ve olgun dönemlerinden birini yaşayacağı grup olan Cem Karaca-DERVİŞAN kuruldu. Cem Karaca bu grubu kurarken esas amacı Kardaşlar ve Moğollar'daki Anadolu Rock tarzına devam etmekti fakat gruba yeni giren basçı Oğuz Durukan ve Klavyeci Uğur Dikmen'in uzun süre İsveç'te Asia Minor Mission isimli grupla beraber yaptıkları müzikten ötürü batı progressive rock müziği konusunda deneyimli fakat Anadolu- Rock konusunda deneyimsiz olmaları bu grubun soundunun batıya kaymasına sebep oldu. Cem Karaca bu grubu Ünol Büyükgönenç ile birlikte kurmuştu fakat daha bir 45'lik yapımına bile girişmeden grupla verilen birkaç konser sonrası grubun kuruluş ilkelerine uyulmadığı gerekçesiyle Ünol Büyükgönenç gruptan ayrıldı.

Dervişan grubu müzik yaptığı sürece gerçek anlamda birçok kadro değişikliğine uğramış bir gruptu. Bu grubun kilit isimleri ise Cem Karaca ve Uğur Dikmen'di. Cem Karaca'nın Kardaşlar ve Moğollar'da politik rock müziği çalışmalarına (Kardaşlar-Oy Gülüm Oy, Moğollar-İhtarname) yer vermiş olduğu görülse de ciddi anlamda sol söyleme geçtiği ve sanat toplum içindir düşüncesini gerçek anlamda benimsemiş olduğu esas grup Dervişan'dır. Dervişan politik-rock yapmanın yanısıra İngiltere'de King Crimson,Yes, Emerson Lake&Palmer gibi grupların öncülük ettiği progressive rock müziğinin Uğur Dikmen ve Oğuz Durukan gibi ustalar sayesinde Türkiye ile tanışmasında önemli rol oynamıştır. Türkiye'de bu tarz çalışmalar zaten olmuyor değildi (Barış Manço'nun 2023 albümü gibi) fakat Dervişan gerçekten "Zamanında acaba Türkiye'de progressive rock yapıldı mı?" sorularının hepsini safdışı edebilecek nitelikte bir grup olarak Türk Rock tarihinde derin izler bırakmıştır. Cem Karaca toplama olmayan ilk LP'sini yine bu grupla çıkarmıştır. "Yoksulluk Kader Olamaz" adındaki bu LP adından da anlaşılacağı gibi sol söylemde bir albümdür. Bu albümün kadrosu son ve en uzun sürmüş Dervişan kadrosudur. Basta-Hami Barutçu, davulda – Sefa Ulaştır, gitarda-Taner Öngür, klavyede-Uğur Dikmen ve vokalde-Cem Karaca… Dervişan'ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70'lerdeki son grubu olan Edirdahan'ı kurmuş ve bu grupla Safinaz isminde bir Long Play yapmıştır. Bu Long Play, Barış Manço-Kurtalan Ekspresi'nin 1975 yılı albümleri 2023 ile birlikte Türkiye'nin sayılı senfonik rock albümlerindendir..

Edirdahan'dan sonra uzun bir süre Almanya'da yaşayan Cem Karaca yurda döndüğü zaman solo olarak müzik çalışmalarına devam etmiştir. Sanatçının en son albümü, Nisan-1999'un başlarında piyasaya sürülmüş olan "Bindik Bir Alamete Gedeyoz Kıyamete" isimli albümdür. Sanatçı Cem Karaca, solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 günü 59 yaşında hayatını kaybetti. Karaca, Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

********************

DERİNLİK SANATI
Pir Ozan Terdi

CEM KARACA; DÜNYADAKİ 67 Lİ HİPPİLERİN ROCK RÜZGARINA KAPILMIŞ ASİ BARIŞ ÇOCUKLARININ TÜRKİYEDEKİ PROTEST KUŞAĞIN EN ÖNCÜ ROCK ŞARKICISIYDI!..AYAKLARINI ANADOLU YA BASAN !… (TÜRKÇE ROCK-FOLK SENTEZLERLE!…)

Cem Karaca, bu ülkenin popüler müziğinde halkçılığın, sentez düşüncesinin, deneyselliğin, yenilikçiliğin, politik bir duruş sahibi olmanın simgelerinden biriydi. Güçlü sesi ve özgün yorumunun yanı sıra, söz yazarlığı ve besteci kimliği ile de öne çıkan popüler bir figür haline gelmişti.

Anne Toto Karaca (İrma Felekyan) ile baba Mehmet İbrahim Karaca'nın tiyatrocu olması nedeniyle adeta kundakta girdiği sanat dünyasına bugünün ve geleceğin klasikleri olarak kabul edilebilecek birçok eser armağan eden Cem Karaca'nın müzik hayatını, inişli çıkışlı üç ayrı dönem halinde ele alabiliriz.

Birinci dönem, sanatçının müzik dünyasına ilk adımlarını attığı 60'lı yıllardır. Bu yıllar radyoda bol bol İtalyanca, İngilizce ve Fransızca sözlü şarkıların çalındığı ve yabancı şarkıların moda olduğu; gece kulüplerinde daha çok yabancı şarkıcıların çalıştığı yıllardı. Dünyada esen "rock'n roll" rüzgarları Türkiye'yi yeni yeni etkilemeye başlamıştı. Dönemin "yerli" müzisyenleri caz orkestraları etrafında birleşiyor, rock'n roll çalıp Elvis Presley'i taklit etmeye çalışıyorlardı. Türkiye'nin ilk büyük starı Erol Büyükburç'un, 1959 yılında "Little Lucy" gibi yabancı bir şarkıyla ünlü olması ya da Bob Azzam'ın "C'est Ecrit Dans Le Ciel" şarkısının 1961 yazında önemli bir popülerlik yakalaması tesadüf değildi.

Farklı kültürlere ait müzikler, radyo ve dönemin plak firmalarının yaptıkları yoğun tanıtımın da etkisiyle halk arasında belli bir sempati uyandırmış; ancak temel olarak sözler anlaşılamadığı için yaygınlık kazanamamıştı. Kantonun çoktan bittiği, tangonun da ortalıktan çekilmeye başladığı bu dönemde, popüler müzik alanındaki Türkçe söz eksikliği kendini açıkça hissettirmiş, dolaşımdaki birkaç örnek ise radyo ya da plak firmalarının dikkatini çekememişti. Bu ortamda Tülay German, Erdem Buri, Ruhi Su, Yalçın Tura, Doruk Onatkut, Fecri Ebcioğlu gibi müzisyenlerin öncülüğünde "Türkçe şarkı söyleme" tartışmaları başladı. Amaç, Batılı formları reddetmek değil, bilakis bu formların olanaklarından ve uyandırdığı sempatiden hareketle "buralı" bir müzikal dil geliştirmekti. Süreç ilerledikçe, "Türkçe söz" konusunda üç eğilim ön plana çıktı: Fecri Ebcioğlu'nun açtığı ve sonradan "aranjman" adını alacak yolu takip etmek (yabancı şarkılara Türkçe söz yazmak); halk müziğinden seçilecek türküleri çok sesli olarak Batı müziği enstrümanları eşliğinde yorumlamak ve sentez düşüncesinden hareketle Türkçe sözlü özgün besteler yapmak. Sözleri Fecri Ebcioğlu tarafından yazılan ve İlham Gencer tarafından plağa okunan, "C'est Ecrit Dans Le Ciel" şarkısının Türkçe versiyonu "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş"; Doruk Onatkut ile Alpay'ın türkü düzenleme çalışması olan "Kara Tren" ve söz-müziği Erdem Buri'ye ait "Senin Şarkını Söylüyorum" adlı beste çalışması bu eğilimlerin ilk örnekleri olarak belirir.

Bu tartışmalar yapılırken Cem Karaca Robert Kolej'de okumaktadır. Grundig marka makaralı teybe radyo yayınlarından kaydettiği "Johnny Guitar" gibi yabancı şarkıları iyi İngilizcesi ile taklit etmekte, radyoda türkü çalındığında ise dayanamayıp radyonun sesini kısmaktadır. Dinamitler (1963) ve Jaguarlar (1964) adlı gruplarda çalışırken sahne üzerinde rock'n roll yapmakta, özellikle Elvis Presley şarkılarında adeta kendinden geçmektedir. Ancak, daha 1940'lı yıllarda nüfusunun %80'i kırsal alanda yaşayan, yeni yeni kentleşirken kapitalistleşme ve köyden kente göç sürecini bütün şiddetiyle yaşayan bir ülkede, seyirciye İngilizce şarkı söylerken yabancılık çekmemek, pek mümkün değildir.

Seyircilerin bazı tavırları Cem Karaca'yı oldukça şaşırtmaktadır. Örneğin, bir seyircinin kendisinden Elvis Presley şarkıları değil de, "Aman Adanalı"yı söylemesini istediği o gün yaşadığı şaşkınlık, hiç unutamadığı anıları arasındadır. Zaman zaman çalıştığı mekanlarda kendisini izlemeye gelen babası bile nedense, her fırsatta yabancı şarkıları bir tarafa bırakmasını ve bu toprakların müziğini yapmasını salık vermektedir. Bu şekilde, bir süre kafa karışıklığı yaşar; ama evlendikten üç gün sonra gittiği askerde, uzaktan duyduğu bir bağlama sesinin tarif edilemez etkisi, babasının ne demek istediğini daha iyi anlamasına yol açar. Artık onun için önemli olan, bizim duygularımıza hitap edebilecek bir müzik yapmaktır.

Askerlik dönüşü, Cem Karaca'nın söyleminde bazı değişiklikler ortaya çıkar. Artık daha fazla türkü dinlemekte, halk edebiyatıyla ilgilenmekte, geleneksel hikayelerden hareketle şarkı sözleri yazmakta, yaşadığı toprakları ve kültürünü daha yakından tanımaya çalışmaktadır. Bir yandan "rock"cudur ve artık "…Babamın dediği gibi, 'Müslüman mahallesinde salyangoz satmanın alemi yok'. Elbette yok. Ben kan davasından, başlık parasından, halkımın sorunlarından ve töre dediğimizden ki adına cinayetler işlenir- onlardan bahsetmekle yükümlüyüm…" gibi cümleler kurmaktadır.

Bu anlayışın şekillendiği ilk çalışması, 1967 Altın Mikrofon Şarkı Yarışması'nda grubu "Apaşlar" ile birlikte seslendirdiği "Emrah" olur. Sözleri halk ozanı Aşık Emrah'tan alınmış olan bu beste çalışması ile önemli bir popülerlik kazanan Cem Karaca, 60'ların sonlarına doğru yaptığı "Zeyno", "Ümit Tarlaları" ve "Niksar" gibi çalışmalarla, ileride Anadolu Pop olarak adlandırılacak akım içerisinde sağlam adımlarla ilerlemeye başlar. Deneysel ve Batılı formlarda türkü okumanın ateşli bir savunucusu haline gelmiştir ve bu yolda muhafazakar kesimlerle, özellikle de İstanbul Radyosu'ndan Nida Tüfekçi gibi otoritelerle sert tartışmalara girmekten geri durmaz.

Bu yıllar için, "Cem Karaca tamamen türkülere yönelmiştir." diyemeyiz. Örneğin, bu dönem yaptığı çalışmalar arasında yer alan "Bu Son Olsun" ya da "Resimdeki Gözyaşları" gibi şarkılar, altyapıları ve orkestrasyonları itibarıyla daha çok "hafif müzik" bağlamında ele alınmalıdır. Akdeniz ve country-rock formları daha baskındır bu şarkılarda. Ancak, altyapı Batılı formlara yaslanmış olsa da, Cem Karaca'nın "buralı" bir dokuya sahip ve toplumsal hafızamızda her daim gizli olan yerelliğe hitap eden vokal yorumu, şarkılara sıcak bir hava kazandırmış ve bu şarkıların da yine geniş kesimler tarafından kabul görmesinin önünü açmıştır.

Cem Karaca'nın sanat hayatındaki ikinci dönem 70'li yıllardır. Bu dönemin temel özelliği, "sanatçının hayata karşı politik bir duruşunun oluşması ve 'halkçı' bakış açısının sanatçının müzikal tarzını belirlemeye başlaması" olarak özetlenebilir. Bu dönem farklı gruplarla yaptığı "Dadaloğlu, Oy Gülüm Oy, Üryan Geldim, Obur Dünya, El Çek Tabip, Namus Belası, Deniz Üstü Köpürür, Gurbet, Beyaz Atlı…" gibi çalışmalar, Anadolu Pop akımının köşe taşlarını oluşturur. Bu yıllarda renkli sesi, söz ve ezgi hakimiyeti, etkileyici oktav atlamaları, teatral yorumları ve güçlü iç aksiyonu ile her yerde tanınan bir sanatçı olmuştur Cem Karaca.

Özellikle 70'lerin ilk yarısında, birçok farklı alanda olduğu gibi, müzik alanında da ulusalcı bakış güçlenmiş ve "yerel" olana yöneliş hızlanmıştı. "Batılı formların tek başlarına birer kaynak oluşturamayacağı, belli bir kentli müzik tarzı yaratılmak isteniyorsa bu çalışmaların yerel geleneklerimizden bağımsız düşünülmemesi gerektiği" şeklinde özetlenebilecek "sentez" düşüncesi gittikçe daha çok kabul görmeye başlamıştı. Cem Karaca, dönemin sanatçıları arasında bu düşünceyi müziğinde en derinlikli işleyen isim olmuştur. Onun için yerellik bir "süs", örneğin salt Aşık Veysel türkülerinden oluşan bir repertuar değildir, "içinde yer aldığımız doku"dur. -Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, "yerellik", o dönemin bu yönelimde olan bütün sanatçıları tarafından "etnik köken" bağlamında değil, "ulusallık" bağlamında değerlendirilmiş, Cem Karaca da buraya alternatif bir bakış geliştirememiştir. Baba tarafından Alevi-Azeri, anne tarafından Ermeni olan Karaca'nın yerellikle kurduğu ilişki de daha çok Türklük kimliği üzerinden olmuştur. Halkçı bir sanatçı olarak, her şeyden çok halkının duygularını paylaşmaya çalışırken, yaptığı şarkılar arasında, içinden geldiği Ermeni halkının sesi, dili, ezgileri açıkça duyulmamaktadır.

Cem Karaca'nın yerellikle kurduğu ilişkide "ortak duygular" ön plandadır. Bir örnekle açıklamak gerekirse, yorumlarının dramatik yanının güçlü olması ve temalarda (yoksulluk, gurbet, kara sevda, gözyaşı, hasret, töre baskısı, ayrılık, yalnızlık…) genel olarak "feleğin acımasızlığı" duygusunun ön plana çıkması sadece kişisel bir tercih değildir; bu acıları yüzyıllardır yoğun olarak yaşamış bir toplumuzdur ve bu toplumun bir parçası olan sanatçı bu acıları görmezden gelemez. Kendi deyimiyle "söz konusu olan gerçekliğin kendi acısıdır" ve dinleyicilerle bu aksiyonu paylaşmak gerekir. Zaten "sentez" düşüncesinin şarkı üzerinde "yapıştırma" durmaması ve kendi müzikal kimliğini bulması, "buralı" duyguların şarkılarda dile gelmesine bağlıdır. Cem Karaca'nın en büyük özelliği şarkılarının genel dokusunda (Batılı bir form-teknik kullanılsın ya da kullanılmasın) "tanıdık" duyguları dramatik bir vokal yorumuyla, doğrudan doğruya hissettirebilmesidir.

Cem Karaca'nın halkçı duruşu, 70'li yıllarda şekillenen politik kimliğini de belirlemiştir. Toplumsal politik hareketliliğin üst seviyede olduğu, geniş halk kesimlerinin mevcut düzeni sorgulayıp daha iyi yaşam koşullarının peşine düştüğü, hızla politize olunan alanlarda yoğun bir mücadelenin başlatıldığı bu dönemde, Cem Karaca da duyarsız kalmamış ve 'sol' hareket içerisinde yer alarak sürece aktif bir şekilde katkıda bulunmuştur. "Tamirci Çırağı, Mutlaka Yavrum, Kavga, Parka, Yoksulluk Kader Olamaz, Adiloş Bebe, Maden Ocağının Dibinde, İşçi Marşı, İhtarname" gibi politik içerikli çalışmalar bu döneme aittir.

Bu yıllarda, Cem Karaca'nın politik kimliği örgütlü bir yapı içerisinde, örneğin bir parti bünyesinde belirlenmemiştir. Zaten, dönemin örgütlü yapılarında kültürel çalışmalar ertelenmiş ya da geri plana itilmiş bir durumda olduğundan, bu yapıların sanatçılara yönelik kapsayıcı kültürel politikalar oluşturmaları beklenemezdi. Fraksiyonculuğun ve bürokratik-hiyerarşik yapılanmaların gittikçe daha baskın bir hale geldiği bu hareketlilik içerisinde, anti-emperyalizm eksenindeki ulusalcı görüşler ve bu doğrultuda devlete karşı verilen "politik" mücadele çok daha belirleyici bir yerde durmaktaydı. Bu anlamda, dönemin muhalif sol hareketi için genel olarak "kültürel alanda bir atılım göstermiştir" diyemeyiz. Bu hareketten, Latin Amerika örneğinde olduğu gibi "devrimci" bir müzik de gelişmemiştir. Ancak, Cem Karaca gibi halkçı sanatçılar, halkın taleplerinden hareketle şarkılarında politik bir dil oluşturabilmişler, halk da bu şarkıları sahiplenmiş ve örgütlü yapılarla bu "sahiplenme" üzerinden bir ilişki kurulabilmiştir.

Cem Karaca'nın politik şarkıları, kaba bir propaganda amacı gütmeyen, sanatsal anlamda müzik dünyasına önemli katkıları olan şarkılardır. Annesinden aldığı sahne adabı ile beslediği bu şarkılarda Karaca, özellikle teatral yönünü önemli ölçüde geliştirir. Şarkıları öyküsel, öyküleri ise politik bir içeriğe sahiptir. Örneğin, "Tamirci Çırağı" Karaca'nın dramatik vokal yorumu ve grubu Dervişan'ın sıkı performansı ile, öykü-müzik ilişkisi açısından, adeta bir film müziğini andırır. "Tamirci çırağı fakir bir gencin, okuduğu romandan güç alarak zengin kıza aşk beslemesi ve bu aşkın hüzünlü bir finalle sona ermesi" gibi bir temayı işleyen şarkı, 1975 yılında pop-rock tarihimizin klasikleri arasına girer. Cem Karaca bu şarkıda işçilerle ortak bir duygu yakalamıştır ve bu dönem her çıktığı konserde kendisine "ingiliz anahtarları" hediye edilmesi boşuna değildir.

70'lerin sonlarında öykülü şarkı formunun sınırlarını zorladığı 18 dakikalık "Safinaz" çalışması sonrası, Cem Karaca için, 80'li ve 90'lı yılları kapsayan üçüncü dönem başlar. Özellikle K.Maraş olayları sonrası işlerin iyice çığırından çıkması, ülkücü-faşist komandoların şiddeti arttırması, sol hareketin halktan uzaklaşarak devlete karşı silahlı mücadeleye yönelmesi, bu arada sokaklarda işlenen sansasyonel cinayetlerin artması Karaca'yı da korkutmuştur. Bir süreliğine yurt dışına çıkar. Bu tercih, aslında Türkiye'deki muhalif sanatçıların "doğal" akıbeti sürgünün Karaca'yı da arkasına katması anlamına gelmektedir. '80 sonrası 12 Eylül rejimi tarafından, uygun bir yol bulunarak (!) sanatçının vatandaşlıktan çıkarılması sürgüne "resmi" bir nitelik kazandırır. Artık, tüm eserleri yasaklanmıştır.

Her sürgünlü hayatta olduğu gibi, Cem Karaca'nın da sürekli sürgünün bitiş düşlerini kurduğu bu yıllar, sanatçı için belli bir yalnızlaşmayı da beraberinde getirir. Vatan hasreti bütün yakıcılığıyla kendini hissettirmektedir. Sürgündeyken babası vefat etmiş ama Karaca cenazeye katılamamıştır. Türkiye'de bıraktığı küçük oğlunu görememektedir. Koşullar onu derinden yaralamakta, sürgünde yaşadığı her gelişme onu yalnızlığa itmektedir. Bu "yalnızlaşma" yoğun bir duygusallık ve kendi politik duruşuna yönelik kafa karışıklıkları yaratır, yani sanatçıları pek çok açıdan yaralayarak pasifize eden "sürgün politikası", Karaca'nın muhalif/radikal kimliğinin zayıflamasında yavaş yavaş başarılı olmaktadır.

'87 yılında dayanamaz ve hapse girmeyi de göze alarak Türkiye'ye geri döner. Turgut Özal'ın manevi desteği ve estirdiği "liberalizm" rüzgarlarının da etkisiyle herhangi bir ceza almadan aklanır ve vatandaşlık hakkını geri alır. Bu süreçte Özal'la yaptığı görüşmeler, belli bir kafa karışıklığına yol açmıştır ve bazı kesimler tarafından döneklikle suçlanır. Bu kesimlerle girdiği polemiklerin gereksiz yere uzaması, Karaca'nın yalnızlaşma sürecini hızlandırmakta ve politik duruş anlamında tabanının ciddi kafa karışıklıkları yaşamasına sebep olmaktadır. Sol tarafından yöneltilen "döneklik" eleştirilerinin sekter bir yanı vardır; ama kendisi de eski politik duruşundan uzaklaştığını her fırsatta hissettirmektedir. Konserlerinde ısrarla "Parka"yı isteyen seyircilerin isteklerini "Parka vestiyerde asılı!"; "Tamirci Çırağı"nı isteyenlerin isteklerini ise "Tamirci Çırağı büyüdü, Kahya Yahya oldu!" diyerek geri çevirebilmektedir.

90'lı yıllar boyunca, artık siyah ya da beyaz olmayacağını, gri olacağını ve iki ucu birleştireceğini açıklar. Bazen "eski solcu"luğunu hatırlayarak sivri çıkışlar yapar, bazen fazlasıyla din vurgulu mesajlar verir. Bir dönem milliyetçi görüşlerle yakınlaşması, sağ-muhafazakar Flaş TV'de düzenli olarak yayınlanan programlar hazırlaması, "Star Gazetesi" reklamlarında seslendirme yapması gibi spesifik birkaç olay da birçok kesim tarafından sert şekilde eleştirilir. Cem Karaca'nın bu tavırları 70'lerde oluşturduğu muhalif çizgiyi önemli ölçüde sarsmış ve dinleyici tabanının kendisinden uzaklaşmasına sebep olmuştur.

80'li ve 90'lı yıllarda yaptığı çalışmaları "Bekle Beni, Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar, Töre, Yiyin Efendiler, Nerde Kalmıştık" gibi albümlerde biraraya getirir. Konserlerini 1960'lardan bu yana "Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar" diyerek açan Cem Karaca, Türkiye'ye dönüşünün coşkusunu yansıttığı bu albüm için de aynı ismi kullanır. Özellikle "Töre" ve "Yiyin Efendiler" gibi altında sadece kendi imzasının olduğu albümleri içe dönük ve görece karanlık atmosferleriyle Karaca'nın o dönemki ruh halini yansıtmaktadır. '80 sonrasındaki "Nerde Kalmıştık" albümü ise, belli bir grup müziği konseptiyle hazırlanmıştır. Kapak tasarımından içeriğine kadar Uğur Dikmen-Cahit Berkay-Cem Karaca triosunun albümü olduğunu izlenimini veren bu albüm, sağlam altyapılarıyla dikkati çeker. 70'lerin grup müziği anlayışı bu albümle yeniden diriltilmeye çalışılmıştır. Ancak, grup müziği anlamında üretken bir çalışma ortamının oluşturulabilmesi için grup içi eleştirel bilincin sağlanması, grup üyeleri arasında asgari bir yaşam birlikteliği ve güçlü ideolojik bağların kurulması gerekir. Bu anlamda, zaten 70'lerden itibaren kalıcı bir gelenek oluşturamamış olan bu kuşak, çalışmalarını bu albümün ötesine taşıyamaz.

Cem Karaca gibi büyük bir sanatçının 70'lerdeki net politik duruşundan uzaklaşıp hitap ettiği kesimin kafasını karıştıran, yer yer bu kesimi kendisinden uzaklaştıran tavır ve davranışlar sergilemesinin; tutarlı müzik politikaları çerçevesinde uzun vadeli düşünen bir ekiple çalışamamasının '80 sonrasındaki sanat yaşamında etkisi büyüktür. Türkiye'de, 60'lı ve 70'li yıllarda popüler müzik alanında çok önemli adımlar atmış bir kuşağın başta gelen temsilcilerinden biri olarak Karaca'nın, bugünün özellikle tam bir tür karmaşası ve "sound" kıtlığı yaşayan pop müzik piyasasına yönelik daha müdahaleci tavırlar geliştirebilmesi, daha eğitici bir rol üstlenmesi ve alternatif bir müzik ortamının oluşumuna katkıda bulunması beklenebilecekken, '80 sonrası yaşanan gelişmeler, onu bu tür noktalardan uzaklaştırmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Cem Karaca'nın müzikal hafızamızda daha çok 70'li yıllardaki sesi ve görüntüsü ile yer edinmiş olması çok da anlaşılmaz olmamalıdır. O, bu Bizans eskisi şehirde bizim için hâlâ bir tamirci çırağıdır ve parkası baş köşemizde asılı kalacaktır…"BOĞAZİÇİLİ DEVRİMCİ DOSTLARA TEŞEKKÜR EDİYORUM!… "ÇOCUKKEN MÜZİĞİNDEN ETKİLENDİĞİM MÜZİK YAPMAMA RÜZGAR OLMUŞ CEM KARACA YI ANISI ÖNÜNDE ÖZLEMLE ANIYORUZ …PİROZAN TERDİ DERİNLİK SANATI " BÜYÜMÜŞ OLSADA İNSAN ? DÜŞLERİNDE BARIŞ YÜZLÜ BİR UÇURTMASI OLMALI !…ÇOCUKLUĞUNDAKİ ;RÜZGARA SALDIĞI GÖĞÜN MAVİ TARLASINDA Kİ GÖKKUŞAĞI GİBİ?

Pir Ozan Terdi
evetbenim

 

Haber Kaynak: Faruk Şüyün 0533 4683063

Cem Karaca Özgeçmiş: ROCK TURKA
Fotoğraflar: images google.com.tr
Teşekkürlerimizle… evetbenim

 

Haber Düzenleme: Tevfik Yalçın evetbenim

   

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir