Zerhan Gökpınar: Notalarla Sohbet ederek geçen 15 yılın ardından

24 Nisan perşembe ben radyo programı yapmaya başlayalı tam 15 sene oldu, dinleyiciyle paylaşılan 750 civarında program, dile kolay, ancak öyle çabuk geçti ki seneler ben ilkgünkü heyecanımı hiç kaybetmedim. Ayrıca RADYO öyle bir şey ki, başlayınca insan kendini alamıyor, bir virüs gibi kana karışıyor, bağımlılık yapıyor, onsuz olmak istemiyorsunuz. Radyo insanın ufkunu geliştiren bir vasıta, kimilerin düşündüğünün aksine orada dinleyici ile başbaşa değilsin, kendinle başbaşasın, taktığın kulaklıklar vasıtasıyla kendini duyuyorsun, bir çeşit ağzından çıkanı kulağın işitiyor, bu sayede kendi iç dünyanı tanıyorsun, kendine bir yolculuk gibi, bilmediğin, farkında olmadığın taraflarını keşfediyorsun, bazen şaşırıyorsun kendini tanıdıkça, bazen keyifleniyorsun, bazen bir başkasının seni tanımlarken kullandığı ifadenin ne kadar doğru olduğunu, ya da ne anlama geldiğini farkediveriyorsun, en önemlisi kendine dışarıdan bakıyorsun, radyo böyle bir şey işte, insanı çekip çeviren, geliştiren ve yaşama bakışını değiştiren, değişik düşüncelere saygılı olmayı öğreten; ben de o nedenle zaman içinde, iyi bir dinleyiciden bir radyocuya, programcıya dönüşüverdim (Sevgili Serhan Balinin kulakları çınlasın, kolumda tutup atıverdi beni radyonun içine, iyi ki de atmış kendime şu son 15 yılda farklı gözle bakıyorum. Müzikte bestecilerin eserlerini dinleyerek kendi içimde uyandırdıkları duyguların teker teker ayırdına vararak kendimi ve yaşamı tanıdım ben, onlardan öğrendiğim her bilgiyi yaşamıma taşıdım, uygulamaya çalıştım, zor dediğim bir çok sorunuma çözüm getirdim, benim yaşamımı kolaylaştırdı müzik, müzik dinleyerek ve çözümün bende olduğunu bilerek konulara ve olaylara hakettiğinden fazla önem vermemeyi öğrendim. Radyo deneyimim ise bunu pekiştirdi, insan şuuraltında kabul etmeyeceği her konuyu dışarıdan duyarak kendi ile yüzleşiyor, anlama ve hatta kabul etme konumuna gelebiliyor, böyle nefis bir deneyim radyo. İnsan bu tür bir tecrübe yaşadığında bir yazarın kitap yazarken nasıl kendi ile sohbet ettiğini, resim çizerken nasıl o çizdiği objelere döndüğünü, bir müzisyenin enstrümanı ile bütünleşmesinin onun için ne demek olduğunu çok daha iyi anlıyor, farklı değerlendiriyor, çok etkileyici bir yaşama bakış elde ediyor.
Notalarla Sohbet programını planlarken yapmak istediğim dinleyicilerin “Klasik Batı Müziği’ne biraz daha farklı bakmalarıydı! Zira hangi tür müzik olursa olsun, dinleyip sevmek için illa da eğitim almak gerekmez, iyi bir dinleyici olabilmek kişinin elindedir. Dedim ki kendime, öyle bir program olmalı ki içinde bilmeyenin hiç anlamayacağı müzikoloji terimleri olmasın ve dinleyicinin “kulaklarına aşina” olan ya da olmayan eserlerin hikayelerini ve yazılış amaçlarını içersin, onlara sade bir dille eseri ve müzikal özelliklerini açıklasın. Ayrıca ben bir kişinin müziği dinlerken nasıl “duyabileceği” hakkında da kendi deneyimlerimden yola çıkarak, anlatmayı amaç edindim kendime, çünkü müzik dinlerken önce kendimi tanıdım, bir müzik parçasının bende ne duygular uyandırdığına kafa patlattım, müziğin içinde keşfettiğim olgu ve duygular şaşırttı beni, hatta bazen silkeledi ama bir o kadar da besledi, bunları yazdım, bu tıpkı baktığını görmek gibi bir olaydır, bunu sağladığınızda kişi artık müziği hiçbir zaman “yüzeysel” dinlemeyecek, temayı süsleyen diğer melodilere de odaklanabilecek, yani bir başka deyişle “dinlediğini duyacak, duyduğunu hissedecek, hissettiğini de yaşayacaktır”. Her hafta kapanışta dinleyicilerimize “dinlediğinizi duyun, duyduğunuzu hissedin, hissettiğinizi yaşayın diyorum, zira her müzik türünde geçerli olan nokta, sürekli dinlemeyle bağlantılıdır, dinledikçe ilgisi artar insanın, ona hitap eden bulguların farkına varır, ilk defa bu müziğe ilgi duyduğunuzu hissettiyseniz eğer, burada dikkat edilecek olan konu popüler eserlerden klasik eserlere geçmek olsun, korkutmadan, yumuşak geçiş yapın. Hep söylerim, Müzik bir kitap gibidir, yaşamın “gerçek”lerini bir anda seriverir önünüze, çok sorunlu olduğunuzu hissettiğiniz bir an, bir ezgi size “her sorunun bir güzelliği beraberinde getirdiği” gerçeğine ulaştıracaktır, gene, aynı kitapta olduğu gibi, her dinlediğinizde farklı bir anlam çıkarıp “ben bunu nasıl hissetmemişim şimdiye dek” dedirtecek bir vazgeçilmezdir müzik. Müziğin evrenselliği birbirini tanımayan, lisanını bilmeyen,kültürü farklı insanları bir ezgi boyu tüm olumsuz duygulardan arınmış olarak birarada tutabilmesinde yatar, çalınan parça boyunca kötü hiçbir şey yoktur, ne düşman vardır, ne sorun, ne paylaşılamayan özgürlükler vs.vs.binlerce insan bir soluk bir nefes haline gelebilir, fakat kişide yarattığı etkiler ile de bir o kadar “kişisel”dir, müziğin gücü kullanılarak neler yapılmaz ki! Aslında benim amacım, sizlerle müzik içerikli sohbet ederken, aynı zamanda “müziğin insan üzerindeki etkisi” ve “insan kişiliğinin oluşmasındaki katkısı”na gönderme yaparak kişilerin dikkatini bir nebze kendi iç dünyalarına da çekebilmek! O nedenle kendi kişisel deneyimlerimden yola çıkarak sizlere bir şeyler anlatıyorum ki sizler de dinlediğinizde bir müzik parçasının size yazdırabileceği hikayeyi keşfedin, isteğim bu. Güzel olan şu ki, bu sohbetlerimizin sonucunda amacıma ulaşmaya yaklaştığımı hissediyorum, iyi tepkiler alıyorum, bu da beni keyiflendiriyor, sonuçta çok sevdiğim bir müzik türünün başkaları tarafından da sevilmesini arzu ediyorum ve bu oluşurken de insanların bambaşka dünyaları da keşfetmeleri, kendileri için farklı kapılar açabilmeleri yaptığım işin beni en heyecanlandıran tarafı, bunu özellikle bilmenizi istedim. Müzik aynı zamanda baştan sona kadar somut bir olgu, kişiselleşmesi ancak dinleyicinin kendi içindeki duygularda gerçekleşir, o nedenle sadece ve sadece duygularınıza odaklanın, bu sizi sonunda kendinizi ve çevrenizi keşfetmeye ve tanımaya götürecektir. Müzik, aynı doğanın da bize seslenmesi ve göstermesi gibi, insana der ki “sorunların olabilir, ama sonunda mutlaka güzel günler seni bekliyor olacaktır, ümidini hiç yitirme, ben ağaç olarak seneye ya yaprağım olmazsa korkusu yaşamadan döküyorum yapraklarımı, ben güneş yarın doğamazsam demeden batıyorum akşamları, o nedenle çözüm hep sende, yeter ki korkma” örnek mi, işte Beethoven Pastoral senfoni, şimşek, gökgürültüsü, yağmur fırtınanın ardından gelen Güneş ve Gökkuşağı neler öğretir insana! Grieg gibi bir besteci geliyor ve diyor ki “benim amacım diğer büyük bestecilerle aynı değerde tutulmak değil, ben halkım için beste yapıyorum, onlara kendilerini anlatıyorum” ve bize bir başkası için birşeyler yapmanın ne güzel bir duygu olduğunu anlatıyor. Elgar “ben doğayı dinliyor ve size doğanın sesini aktarıyorum” dediğinde doğanın seslerini siz de dinlemeye başlıyorsunuz ve onun size verdiği mesajları alabiliyorsunuz. Doğaçlama dinlediğinizde içinizdeki yaratıcılığın ne boyutlarda olabileceğini görürsünüz, insan sadece kapasitesinin farkında değil , kişinin nasıl bir gücü ve yaratıcılığı olduğunun, müzikle ayırdına varabilirsiniz. Çeşitleme zeka belirtisidir, bir temayı alırsınız, özünü bozmadan onu renklendirir, şekillendirir, zenginleştirirsiniz, bunu yaşama taşıdığınızda elinizdeki bir olgu-obje-sorun vs. ile neler yaratabileceğinizi görürsünüz, sorunlara sayısız çözümler üretebilirsiniz, bu da yaşamınızı kolaylaştırır, ne güzel !
Barok döneminin tekrarları bana yaşamın içinde “öğrenmenin yolunun tekrardan geçtiğini” göstermiştir, tıpkı bir bilginin açığa çıkana kadar insanın kafasının içinde tekrar etmesi gibi , biran gelir onu hiç düşünmeden yapacak kıvama gelirsiniz, işte o zaman hemen beyinde yeni bir bilgiye yer açılıverir. Ayrıca notalar ve enstrümanlar birbirlerine bizlerden daha saygılılar, birbirlerinin sözünü kesmiyorlar, birbirlerini dinliyorlar, ben onlardan karşımda konuşan insanı dinlemeyi, dinledikçe de duymayı öğrendim. Bunun yanısıra enstrümanların da bir kişilik yapıları var, tahta nefesliler ayrı, bakır nefesliler ayrı yansır insana, örneğin flüt ve obua bize doğayı yansıtıyorsa, klarnet büyülü ve kıvrak sesiyle bizi kah düş dünyasına, kah gerçek ortama taşıyorsa, bir trompet haberci görevi görür, korno derinlerden gelen maneviyat gibidir, kısacası bakır nefeslilerin olduğu yerde şölen, kutlama, güç ve zafer vardır. Müzik bazan kişiyi düşündürse de, hüzne boğsa da, bazan insanın içini neşe ve coşkuyla doldurur, sanırsınız ki o an herşeye kadirsiniz, tüm dünyayı kucaklayabilirsiniz, başlarsınız herkesi selamlamaya, etrafınıza gülücükler dağıtmaya, kabınıza sığamadığınızı hissedersiniz, işte burada ritm devreye girer, insan bedeninin ritmi kalp atışlarına endeksli, o ritm bozuldu mu sağlık da bozulur, lütfen bedeninizin ritmini hep dengede tutun.
Bunun gibi öyle çok örnek var ki; besteciler ve onların müziği benim en iyi EĞİTMENLERİM oldular yaşamım içinde.
Özetle, çok dolu ve doyurucu geçen bir 15 yılım oldu ApAçık Radyoda, benim ailem oldular, birlikte nefes aldık, birlikte yürüdük ve büyüdük, bunu için öncelikle bu fırsatı veren radyoma, dinleyicilerime ve tüm destekçilerime çok teşekkür ediyor, gönül dolusu sevgilerimi gönderiyorum. Darısı daha nice 15 yılların başına, insanın ruhuna iyi gelen bir iş yapması kadar keyifli başka bir şey yok diye düşünüyorum. Hepinize sevgiler
Zerhan Gökpınar

Sayfa düzeni: Tenise Yalçın/tenise.yalcin@gmail.com – Alıntı: Zehra Gökpınar facebook sayfasından izin alınarak yayına alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir