Haldun Taner ölümünün 26. Yılında: ŞAKAYLA SÖYLER HALDUN TANER oyunuyla anılıyor…
ALİ ERDOĞAN KABARE DEV AYNASI TİYATROSU
7 MAYIS PAZARTESİ SAAT 20.30 da KADIKÖY BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ
(Giriş Ücretsizdir)
KABARE DEV AYNASI TİYATROSU olarak 7 MAYIS PAZARTESİ SAAT 20.30 da KADIKÖY BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ nde ülkemizin büyük hikayeci ve oyun yazarlarından olan HALDUN TANER üstadımızı 26. ölüm yıldönümünde yine kendisinin kaleme aldığı skeçlerle anacağız…
Haldun Taner üstadımızın GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM ve VATAN KURTARAN ŞABAN oyunlarından kolaj olan ŞAKAYLA SÖYLER HALDUN TANER oyunumuzdan parçalar sunacağımız gecede tiyatro dünyamızın da seçkin isimleri yer alacak.
Ali Erdoğan
KABARE DEV AYNASI TİYATROSU
İLETİŞİM – 0532 787 29 08 ( ALİ ERDOĞAN)
KABARE DEV AYNASI TİYATROSU
"Tiyatro hayatın aynasıdır, kabare dev aynasıdır !"
Haldun Taner
16 şubat 2001'de Kabare Dev Aynası perdesini açacaktı. Bunu ilan etmek için ajansa ilan vermeye gittiğimde "ciddi misiniz" diye sordular. "Evet" dedim. (şaka yollu ) "Hayır cumhurbaşkanı başbakana anayasayı fırlattı piyasa allak bullak da" dediler "o açıdan"."Oynayacağım" dedim. İlanı verdim. Ve yukarıdaki tarihte tiyatromuz perdesini açtı.
Kriz o kriz. Dalgalı kurdan mutedil dalgalıya geçip durulmadı bi türlü piyasalar ama biz tiyatro yapmaya devam ettik.
İlk oyunumuz İLİŞKİME İLİŞME oldu. 161 kez oynadık. Kabare Dev Aynası'nın ilk kadrosunda Benim dışımda ORTANS KIVANÇ, MUSTAFA TURAN, HAYAL ATAN, MERAL ATAN, HAKAN İLBAN, FARUK GÜNCAN, AHMET ORTA vardı. Müzikleri OKTAY ŞENOL, Kostümleri HAYAL ATAN, dans düzenini HAKAN İLBAN, dekoru ÜMİT ERZURUMLU, dekor uygulamayı AŞKIN AY ile EROL, ışık efekti SÜREYYA KARADUMAN ve NAMIK DAŞAR yaptı
Yıllar bu değerli arkadaşlarımın üzerine çok isim yazdı tabi, ama ilk perde dediğim kadro ve onlarla yaşadığımız tiyatromuzun o ilk akşamının heyecanı ve telaşı benim için bir başka.
Ali Erdoğan
haldun taner yaşamı ve yapıtları
Barış Acar
İlk ve ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi'nde yapan (1923-1935) Haldun Taner, Almanya'da Heidelberg Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi, ancak hastalanınca öğrenimini yarıda keserek yurda döndü (1938). Daha sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı ve Sanat Tarihi Bölümlerini bitirdi (1950).
1950-1954 yılları arasında Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihî Bölümü'nde asistan olarak çalıştı. Viyana'da Max Reinhardt ın Tiyatro Enstütisinde bir süre tiyatro eğitimi gördü. 1957'den sonra, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nde edebiyat ve sanat tarihi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde tiyatro tarihi okuttu.1955-1960 yılları arasmda Tercüman gazetesinde, kültür konusunda yazılar yazdı. Cumhuriyet, Yeni Sabah, Milliyet gibi gazeteler ile Yücel, Ülkü, Varlık, Küçük Dergi gibi dergilerde öykü, fıkra, başyazı, söyleşi gibi türlerde yazılar yayımladı. 1950 yıllarında oyun yazmaya başlayan Haldun Taner, 1967'de Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nun kurucuları arasında yer aldı. Bu tiyatroda oynanan kimi oyunlarıyla, kabare tiyatrosunun yaygınlaşmasını sağladı. 1974'ten sonra Milliyet gazetesinde "Devekuşuna Mektuplar" başlıklı söyleşilerini yayımlamaya başladı.
Öykü ve oyun dışında, fıkra, makale, söyleşi, gezi yazısı gibi türlerde de verimli bir yazar olan Haldun Taner, New York Herald Tribüne gazetesinin düzenlediği uluslararası öykü yarışmasında "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu" öyküsüyle Türkiye birincisi (1953), Varlık dergisinin 1956'da yaptığı soruşturmada yılın en beğenilen öykücüsü seçildi. Haldun Taner' in filme de alınan Kaçak (1955) ile Dağlar Delisi Ferhat (Lütfi Akad ve Orhan Kemal'le birlikte, 1957) adlı senaryoları sırasıyla Türk Film Dostları Derneği'nin senaryo ödülünü ve Basın-Yayın Senaryo Armağanı'm kazandı. Sancho'nun Sabah Yürüyüşü (1969) ile Bordighera Uluslararası Mizah Festivali Öykü Ödülü'nü, tiyatro dalında da Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1971) oyunuyla 1972 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü'nü kazandı. Sedat Simavi Vakfı 1983 Edebiyat Ödülü'nü Pertev Naili Boratav'la paylaştı.
YAPITLARININ ÖZELLİKLERİ
Yazarlık yaşamına, hastayken oyalanmak için yazdığı ve Ankara Radyosu' na göndererek oynanmasını sağladığı skeçlerle giren, ilk öyküsü Haldun Hasırcıoğlu imzasıyla Yedigün dergisinde yayımlanan (''Töhmet", 1945) Haldun Taner, toplumda gözlemlediği her türden ve her sınıftan insan dalaverecilikleri, çıkarcılıkları, bencillikleri, acımasızlıkları, sevgisizlikleri, zayıflıkları, vb. ile öyküleştirirken, kendisine özgü bir gerçekçilik anlayışından yola çıktı. Haldun Taner'in gerçekçiliği, kurmaca duygusu veren, hayalgücünün de katkıda bulunduğu, toplumsal sorunlara doğrudan değil, gönderme yoluyla değinen özgün bir gerçekçiliktir.
Öykülerinde, insanların zayıf yanlarını ince alay ve yergi yoluyla sergilerken, zekâ kıvraklığıyla ilgi çekici kıldığı nükteli, kara gülmeceye dayanan bir anlatım ve uzun tümceli, işlenmiş bir öykü dili kurdu. Tiyatro konusundaki çalışmalarını 1950'den sonra yoğunlaştıran Haldun Taner'in, 1964'te oynanan Keşanlı Ali Destanı'ndan önce yazdığı Günün Adamı, Dışardakiler, Ve Değirmen Dönerdi, Fazilet Eczanesi, Lütfen Dokunmayın oyunları dramatik tiyatro anlayışındadır. Bu oyunlarda çıkış noktası olarak toplum içinde bocalayan birey
i alıp, karakter yapılarına ağırlık vererek işledi. Keşanlı Ali Destanı oyunuyla, epik tiyatro ve geleneksel Türk tiyatro anlayışını birleştirerek denediği epik tiyatro biçimi, yurt içinde ve dışında alışılmamış bir ilgi görerek başarı kazandı. Haldun Taner bundan sonraki Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Eşeğin Gölgesi, Zilli Zarife gibi oyunlarını epik tiyatro yöntemiyle yazarak, güncel olayları,gerek parodi ve alegori, gerekse taşlama yoluyla ve öykülerinde olduğu gibi kıvrak bir üslupla işledi. Bu oyunlardan başka, kabare türünde de Bu Şehr-i İstanbul ki, Vatan Kurtaran Şaban, Dün-Bugün, Aşk ü Sevda, Yar Bana Bir Eğlence, Hayırdır İnşallah gibi oyunlar yazarak, toplumsal ve siyasal taşlama tavrını sürdürdü.
Eserleri:
Öykü: Yaşasın Demokrasi (1949); Tuş (1951);Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu (1953); Ayışığında Çalışkur (1954); On İkiye Bir Var (1954); Konçinalar (1967); Sancho'nun Sabah Yürüyüşü (1969)
Oyun: Günün Adamı (1953); Ve Değirmen Dönerdi (1958); Fazilet Eczanesi (1960); Lütfen Dokunmayın (1960); Günün Adamı (yazılışı: 1949; basımı: 1953); Huzur Çıkmazı (1961); Keşanlı Ali Destanı (yazılışı: 1964; basımı: 1979); Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım (1964); Eşeğin Gölgesi (1965); Zilli Zarife (1966); Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1971); Ay Işığında Şamata (1976). [Kabare türündeki oyunları: Bu Şehr-i İstanbul ki (1962); Vatan Kurtaran Şaban (1967); Dün-Bugün (1971); Aşk ü Sevda (1972); Yar Bana Bir Eğlence (1974); Hayırdır İnşallah (1980); vb.]
Fıkra-söyleşi-gezi: Devekuşuna Mektuplar (1970); Hak Dostum Diye Başlayım Söze (1979); Düşsem Yollara Yollara (1979); Ölür ise Ten Ölür Canlar Ölesi Değil (1979); Çok Güzelsin Gitme Dur (1983); Berlin Mektupları (1984)
Alıntı:
Kaynak: Sanat Edebiyat Sitesi
SERSEM KOCANIN KURNAZ KARISI Oyunundan çok bilinen son bölüm: Fasulyacıyan'ın son tiradı…
"……………………………………………….
Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır.
Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır.
Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde
soluk birer hayal olur kalırız. Görorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanorsunuz.
Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar.
Çünkü Satenik'in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır.
Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş' la Virjinya' nın bir diyaloğu
eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır.
İşte bu hatıralar, o sesizlikte saklandıkları yerden çıkar,
bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler.
Artık kendimiz yoğuz. Seyircimizde kalmadı.
Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perde." (**)
Parçalanmış zaman üstünde dans:
“Şakayla Söyler Haldun Taner”
Kabare Dev Aynası
Tevfik Yalçın
Bu günlerde, tarihin, Mayıs 2012 gösterdiği günlerde “içim acıyor, ne ‘artı’ (+), ne de ‘eksi ‘(-) olabiliyorum…. Demek ki ben; kimlikli bir tiyatro izleyicisi olarak koskoca bir sıfırım… “Hiç”im demiyorum! Sıfır; yine de bir değer. Ne artıyım, ne eksiyim. Tam onların kesiştiği, birinin diğerine dönüştüğü noktada; yalnız, belki de kimsesiz, anlaşılmayan, insancıl istekleri dikkate alınmayan, beyninin içinde içleri boşaltılmış; fıstık kabuklarına benzeyen kavramlarla tek başınayım. En azından böyle çizilmiş bir resim bana çok benziyor…
Kimsin sen!: Sorusuna verebileceğim en geçerli yanıt,; 10207*94*0* on bir haneli biz sayı dizisi….
Nasıl oldu da beni bir sayı dizi ile; geçmişimi, geleceğimi, aşklarımı, kutsallarımı, coğrafyamı, havamı, suyumu,sanatımı, tiyatromu bir tek dosyanın içine sığdırdılar?!. Onlar bu işi yaparken ben neredeydim?
Beslenmesinde; bitkisel protein, tahıl, ot yiyen; azımsanmayacak bir bölümü balık yemeden ölen, denizi bilmeyen, duygularını açığa vurmaktan kaçınan, bir yaşam doğaçlamasında “karı gibi kırıtma!” emriyle esas duruşa geçen, bilim adamlarını hor gören, sanatçısına “başlarım lan senin sanatına” söylemiyle hizaya getiren bir toplumun geldiği noktada; beyin kimyasını değiştiremeyen bir akılla uygarlık yolunda önlerde yer almayan çalışan biri miyim? Üzgünüm bu sorunun tam yanıtını bilmiyorum ama size on bir haneli vatandaşlık numaranı söyleyebilirim.
Nasıl canlı varlık olarak ayakta kaldığıma gelince: Bir sanalak(*) olarak; “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım…” diyebilirim.
Kabare Dev Aynası Tiyatrosu, “Şakayla Söyler Haldun Taner” Oyununu sahnelemeye başladığı andan bu güne değin oyunu izlemem için çağrılar aldım. Olmadı… İzleyemedim… Üzülmedim mi? Üzüldüm. Gerekçe neydi: Parçalanmış zaman!.. Gördüm ki bu sorunuma beyin kimyamın hazırladığı yanıtlar; geçerliliği olmayan, yanıtlar… Benim, kimlikli tiyatro seyirciliğim de on bir haneli sayı dizisi içinde mışıl mışıl uyuyor, uyutuyorlar… Bahane bitti, sorumluluk “ayıp oluyor”a dönüştü, en azından aynı etkinlik içinde “Haldun Taner’in 26. Ölüm yıldönümü de var; bu kez kaçış yok! Gitmezsek bir kez değil iki kez ayıp olur…
Tiyatromuz: “Kabare Dev Aynası”. Belli ki oyun bir kabare… Ali Erdoğan, bu işe gönül vermiş ve bu yolu seçmiş… Yoksa neden Tiyatrosuna “Kabare Dev Aynası” desin ki? Kabare El Aynası der, bir ondan bir bundan oyunlarla “parçalanmış zaman üstünde dans”a devam ederdi.
Benim kabare oyunlarında beklediğim; oyuncuların ellerinde rengârenk balonlar ve 23 Nisan Şenliklerinde olduğu gibi süslerle sahnede yer almaları; önce bu balonları şişirip, seyircinin en ummadığı anda patlatmaları ve her balon patlamasında da seyirciye yaşamsal, güncel bir ayna tutmalarıdır. Onlar oynarken bizleri güldürürler, eğlendirirler; oyun bitince bizim halimize bakıp onlar güler ve eğlenirler, çıkış kapısında; seyirci de, oyuncu da arpacı kumrusu gibi düşünceli, düşündürücü olarak yaşamın içine yeniden girerler… Şimdi siz bana sorsanız;
bu sizin özgün kabare anlayışınız mı? Ne diyebilirim ki?: Ancak size on bir haneli vatandaşlık numaramı verebilirim…
Ali Erdoğan’a ve oyuncu arkadaşlarına sonsuz teşekkürlerimle yazıma devam ediyorum… Haldun Taner’in 26. Ölüm yıldönümü nedeniyle bu büyük ustayı her yönüyle araştırıp; sözel, görsel olarak ele alıp, zaman tanıkları, yer, birey, oluşum ve kurum olarak bize sundukları için… Bildiklerimizi anımsattıkları, bilmediklerimizi de bize verdikleri için. Bu her açıdan önce bir tiyatro kuruluşunun örnek bir vefa borcunu ödemesiydi… Neden derseniz: Dünyada en zavallı alacaklısı “vefa alacaklısıdır…” O, alacağını hiçbir zaman tahsil edemez, icraya veremez, zamana direnemez, uzun uzadıya bekleyemez… Unutulur gider. Dünyanın en kötü borçlusu da “vefa borçlusudur. “ Kaçar, yakalanmaz, onunla baş edilemez, her türlü etik anlayıştan uzaktır. Adalet anlayışı olmadığı için insanlık tanımına da girmez… İşte bu açıdan “Kabare Dev Aynası” bu anma programıyla; çok büyük övgüyü hak ediyor… Yeniden sonsuz teşekkürler sizlere: Sağolun!
Anma programından sonra izlediğimiz “Şakayla Söyler Haldun Taner” oyunundan iki bölüm; oyunculuk ve oyunu güne getirmedeki kurgulama açısından çok başarılıydı. Halkın ve bürokrasinin sanata, sanatçıya bakışı, sözcüklerin değiştirilerek, benzeşlerinin türetilmesi açısından zorlamalardan uzak; dahası biz seyircilerin, oyunculardan önce fısıldadığımız, sanki oyunu biz yazmışız duygusunu verdi. Sanatın ne olduğu konusundaki oyundaki bürokrat anlayışı, halkın anlamadığı konularda olayları ve objeleri cinselmetre (ki siz buna cukmetre veya vajunusmetrus da diyebiliriniz) ile ölçme aymazlığı ve bunları yaparken de bir vatan millet anlayışına sığınmaları; kısaca örtülü bir sanat düşmanlığının nasıl yeşertildiğinin gösterilmesi ve işi yapanların toplum anlayışlarının bugünde canlı kanlı yaşatılıyor olması biz izleyicileri derinden sarstı.
Popülaritenin hazımsal kolaylığını sanat olarak gören bir yığınsallık ve onu güdenlerin koltuk savunuculuğunda: Hiçbir bedel ödemeden alınan monarşik sıfatların; “İmparator, kıral, kıraliçe, prenses, sultan, reis, ağa, paşa,” geçerliğinde; sanatın kısaca tanımı olan: YÜKSEK DUYGU, YÜKSEK DÜŞÜNCE, SANATSAL YARATICILIK peşinde koşan güzel insanlarımızın, gençlerimizin korunmasını sağlayamamak ne acı verici bir görünümdür?!.. Bunun zaman süreci olarak; günleri, yılları bir bir sayarak değiştirilemeyeceğini; Haldun Taner’in görerek bizlere bir miras olarak bırakmış olması, en azından bir değer olarak sahip çıkılması ve yaşamın her adımında özenle irdelenmesi gereken bir doğru olarak kazanç sayılmalıdır.
Oyunda en başarılı gördüğümüz bölüm: Samuel Beckett’in “GODOY yu BEKLERKEN” bölümündeki sağlam yorum ve konuya yaklaşımdı. Bu özgün yaklaşımda; aktarmacı sanat anlayışımızda sıkça karşılaştığımız “çok anlamlı” bir yapıtı, bir kavramı: dilimize, insanımıza aktarırken nasıl anlamsızlaştırdığımızın trajik- komik sergilenişiydi. Bu bölüm her yönüyle çak başarılıydı…
Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” oyunundan “Vicdani” karakterinin yorumlanışı, bu karaktere yönetmen yaklaşımı ve Ali Erdoğan’ın bu karakterdeki oyunculuğu; her türlü övgüyü hak ediyordu…
Gerek “GODOT yu Beklerken” Oyununu, gerekse “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” Oyunlarını İBB Şehir Tiyatrolarından izleme olanağım oldu. “Şakayla Söyler Haldun Taner” oyununun tümünü izlemediğim için çok istememe karşın bire bir karşılaştırma yapmanın haksızlık olacağına inanıyor ve bu karşılaştırmaları Tiyatro Sanat tarihçilerine bırakıyorum…
Kabare Dev Aynası ve Ali Erdoğan: İlk kez oyununu izlediğim tiyatro kuruluşu “Kabare Dev Aynası” ve ilk kez sahnede izlediğim Ali Erdoğan’ı böylesine geç yakaladığım için, üzüldüm ve birazda utanç duydum… Anlaşılmazı anlamak adına ; özel tiyatrolardan uzaklaşmanın, kurumsal tiyatroların düzeni, ucuzluğu, kategorize olmanın rahatlığı içinde bu değerli sanatçıyı ancak bugün izleyebildim.
Öncelikle oyuncu Ali Erdoğan’ı, oyunun akışına uygun olarak ayrıca dikkatle izledim. Günümüz tiyatrosunda birçok orta yaşı aşmış oyuncuda görülen: bıkkınlık, dizi çekimleri, sinema setleri, reklamlarda oynama, ajans ilişkilerini olumsuz etkileri; yenilenemeyen, gelişmeyen, seyirciye saygısız, yeteneğinden çok fiziğini ortaya koyan bir oyuncu tipi yarattı. Bu çok mu belli oluyor? Evet, bunu biz çok rahat seyirci olarak algılıyoruz. Bu tür oyuncuların enerjileri biz seyircilere ulaşmıyor… Sahnede gördüğüm Ali Erdoğan heyecan dolu, işine saygılı, birlikte oynadığı oyuncularla arasındaki sanatsal ağırlığı koruyan bir Usta, işini iyi yapan, öğretici olarak görülüyordu. Özellikle bizim tiyatrolarımızda sorun olan “ diksiyon” konusunda, söz ile mimikleri mükemmel kullanışında bir orkestra uyumundaydı. Bu oynayış biçimi her açıdan bir öğreti niteliğindeydi. Başta genç tiyatro öğrencileri ve sanatseverleri; Ali Erdoğan’ı sahnede izlemelerini, karşılaştırmalı olarak değerlendirmelerini öneririm. Önümüzdeki 2012-13 döneminde de bu oyunun sahnelerimizde olmasını tüm kalbimle dilerim.
Biliyorum; parçalanmış zamanın üstünde dans çok zor. Yeriniz dar, eşiniz yok, müziğe uyumlu değilsiniz… Ne yapmalıyız? Kim zamanımızı parçaladıysa; gidip, onu bulup, bizim olanı almalıyız…
Biraz daha zaman, biraz daha… Tiyatro için, yaşamak için, gelecek için; bizim olan zaman… Zamanın üstünde dans; işte o zaman DANS!…
Tevfik Yalçın
evetbenim
8 Mayıs 2012 Ziverbey
(*) Sanalak: Zamanının çoğunu bilgisayar ve benzeri teknolojik araçlarla; hiç üretmeden tüketen: Ocakta yemeği yakan, dersini çalışmadan okula giden, iş görüşmesini bu nedenle kaçıran, ekmeğin fiyatını bilmeyen, yarın hava nasıl olacak internetten araştırmayan, enflasyon düşmüş, kalkmış umurunda olmayan, yabancı sitelerde “Dürt” denildiğinde “dürten”, ayıp olmasın diye “beğenen” iki satır “yorum” yazamayan; çağımız bir insan türü.
“Sanalak” sözcüğünü bu gibi olaylar karşısında kullanıyorum. Sözcük tarafımdan türetilmiştir.
Haber kaynak: Ali Erdoğan KABARE DEV AYNASI TİYATROSU
İLETİŞİM – 0532 787 29 08 ( ALİ ERDOĞAN)
http://www.kabaredevaynasi.com
info@kabaredevaynası.com
KADIKÖY BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ
Caferağa spor salonu arkası, Şifa Hastanesi karşısı
Moda caddesi, Nail bey sokak,No:37 Kadıköy/ISTANBUL
Gişe Tel: 0216 418 16 46
Haber düzenleme: Tevfik Yalçın evetbenim
evetbenim@gmail.com