ANADOLU ÇINARI -İlhan Selçuk un anısına-

 ANADOLU ÇINARI


     -İlhan Selçuk’un anısına-

Tansu Bele

Çınar ağacının Anadolu topraklarındaki yolculuğu binlerce yıla yayılır. Bu yüzden ona “Anadolu Çınarı” ya da “Türk Çınarı” da denilir. Ben bu yüzden hiçbir ağacı, çınarı sevdiğim denli sevmedim. Onun soylu, dimdik duruşunda, Anadolu’mun ve tüm ülkemin başı eğilmez, özgür ruhunu gördüm. Türk’ün özkimliğini gördüm.

Bu kimliğin en büyük simgelerindendi İlhan Selçuk: Onun kalemi, Türk kimliğinin coşkun çığlığıydı. O yalnız bir gazeteci ve yazar değil, çağdaş Türklüğün yirminci yüzyılda yükselen ve örselenen, yıkılmaya çalışılan, boğulmak istenilen sesiydi. O; 68’li yıllarda Türk gençliğinin dile gelen haykırışı, ses bayrağıydı. Türklük, var olduğu sürece ve son neferi de soluğunu verene dek İlhan Selçuk’u unutmayacaktır. Onun dili, Türk’ün dilidir. Özbeöz kimliğidir.

İlhan Selçuk; Nasreddin Hoca’dan Hacı Bektaş’a, Kurtuluş Savaşı’nın Kemal Paşa’sından devrimlerin kurucusu Atatürk’e, din devletinden laik Cumhuriyet’e uzanan tarihi yolda, Türklüğü ve halkların birliğini savundu, tarihin bu uzun yürüyüşüne sahip çıktı, bunun sorumluluğunu bilinçle yükümlendi ve dile getirdi. Onun siyasal eleştiri yazıları, toplumu yönetenleri birliğe çağıran uyarılardı ve Cumhuriyet yönetimini sürekli “halkların birliği/ Türk kimliğinin halklardaki yansıması, bütünleyici öğesi” olarak gördü.   

60’lı yıllardan bu yana onun yazılarından çok şey öğrendim. Aydınlanma Felsefesinin ne anlama geldiğini, gerek Fransız Devrimi’ni kucaklayan Avrupalı yönüyle gerekse ülkemdeki izdüşümleri açısından ben ondan öğrendim. Özgürlük nedir? Cumhuriyet Nedir? Siyasette dürüstlük nedir? Halk yönetimi nasıl olmalıdır? Sorularıma o ışık tuttu. Felsefe Bölümü öğrencisiyken İlhan Selçuk benim öğretmenlerimden biriydi. Aydınlanma’nın ülkemizde ışığa dönüşüyle birlikte kararan, karartılan yüzüne sürülen lekeleri onda gördüm, belledim. “Ana-dolu Aydınlanması” sözcüklerinin yaratıcısı odur. Cumhuriyet Felsefemizin boş bırakılan “çağdaş düşünme alanlarını” dolduran bir gücü vardı onun; felsefemizi yani düşünme yetimizi doğudan batıya çevirme çabaları, ona bir “düşünür” sanı kazandırmıştı. Yazılarını okurken her zaman şu soruyu sordum kendi kendime: “Hangi çağdaş düşünürümüz yirminci yüzyıl Türk felsefesine ve Cumhuriyet çağımızın düşünce boyutlarına onun kadar açıklık getirmiştir?” Kanımca hiçbiri.
   
İlhan Ağabey’le ilk yüz yüze  tanışmamız, benim Cumhuriyet Gazetesi’ne yolladığım bir yazım aracılığıyla olmuştu. “4 m2 İstanbul” yazımda ben, İstanbul’da apartman yaşamı içine hapsolmuş ve her gün dayak yiyen bir küçük köpeğin çektiklerini dile getirmiş, salt özgürce yaşama isteğinden dolayı başına gelmedik kalmayan hayvancağızın durumunu anlatmıştım. Yazımın, gazetenin ikinci sayfasındaki “Görüşler” sütununda yer aldığını görünce şaşırdım. Daha sonra davet edildiğim -Sami Karaören tarafından- gazetede İlhan Selçuk’la tanışacak ve havalarda uçacaktım. Ona saygım sevgim büyüktü. Yazım için üç gün gazetenin telefonları susmadı, İlhan Selçuk yazıma köşesindeki üç yazısında değindi. Yazımdan yola çıkarak insanın günümüz dünyasındaki özgürlük- kölelik durumunu konu edindi. Benim de yazımdaki amacım buydu zaten.  Onu sıkça ziyaret ettim, görüştük, kitaplarımı kendisine sundum. Daha sonra birlikte katıldığımız panelde “Sanatın günümüz dünyasında siyasa tarafından kafese kapatılmış ve kullanılan bir kuşa benzediğini” dile getirdiğimde beni kutlamıştı.

Son yıllarda beni en çok yaralayan olay; İlhan Ağabey’in “Ergenekon sanığı” gibi sapıkça bir suçlamayla gözaltına alınışı olmuştur. O ve Türkan Saylan –ki ikisi de idolümdür- hiç hak etmedikleri durumlar yüzünden hırpalanınca bu ülkeye inancımı yitirir gibi oldum. Artık ümidimi kesmek durumuna geldim. Ama şimdi, bugün, Türkan Hoca’dan sonra İlhan Ağa-bey’in de ölümünü yaşadığım şu günlerde, aklımı kurcalayan bir soru var: “Onları yetiştiren bu ülkede neden ümitlerimiz tükensin ki? İlhan Ağabey, binlerce kişiye bir öğretmen  oldu. Cumhuriyet Gazetesi bir okuldu bizler için. Onların yarattıkları ve onların öğretilerinden yola çıkan okurlar ve gençler neden birer İlhan Selçuk olarak yetişmesinler?”

Türk ulusu –ırkçı değilim- büyüktür gerçekten. Nice büyük düşünürler yetiştirmiştir. Örneğin Ziya Gökalp olmasaydı Atatürk düşüncelerini kime yaslayacaktı? Bunun gibi, gelecekte de-belki de önümüzdeki yakın günlerde- İlhan Selçuk’un öncülüğünü yaptığı Türk Aydınlanması düşüncesi, neden yetişecek yeni siyasetçilerimize yol göstermesin? Kemal Kılıçdaroğlu’nu da bu çerçevede gözlemlemek, en büyük dileğim. 

Sevgili İlhan Ağabey’imin, bu binyıllık Anadolu Çınarı’nın anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Düşünceleri her zaman bizleri ve ülkemi aydınlatmayı sürdürecek. Onun düşünce yapraklarının gölgeleri, yüreklerimizin yangınını söndürecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir