Küçük sahnede büyük opera…
La Traviata
HAYATİ ASILYAZICI
Giuseppe Verdi (1813 -1901), İtalyan Operası’nın görkemli bestecisi. Opera tarihinde çığır açmış. Wagner, Alman Operası’nın bir başka anıtı. Ne var ki, Verdi, efsanelerden çok büyük olaylar, büyük yapıtlar üzerinde odaklaşmış; İtalya’da değil batıda ve dünyada “verismo-gerçekçilik” akımının da öncüsü olmuştu. Shakespeare tragedyaları ile olduğu kadar, ülkesinin sorunları ve tarihiyle de ilgilenmiş; değişik konularda, “Aida”, gibi yapıtlarla alan genişletmesi yapmıştır. Mısır-Kahire Operası’nın açılışıyla ilgili “Aida”yı bestelemiş, “Nabucco” ile opera edebiyatına inanılmaz boyutlar kazandırmıştır. Ünü Avrupa’yı sardığında Paris’e gitmiş, oradan da etkilenmeyi ya da esinlenmeyi bilmiş. Sözün kısası Verdi, çağcıllığını 19.yüzyılda duraksamadan sürdürmüştü. Dönemin ünlü yazarlarından Aleksander Duma Fils’in "Kamelyalı Kadın" romanının yazarı tarafından tiyatroya uyarlanan oyundan Verdi esinlenmiş ve La Traviata operasını bestelemiştir. Verdi’nin beğenisini kazanan yapıtı, gerçekçiliğe uygun aşk hikâyesi olarak operaya aktarmış, “La Traviata” operası ile bestecilik yaşamına yeni bir boyut katmıştır. Venedik’teki (1853) gösterim yaşanmış bir aşkın hikâyesi’ni şiirsel bir opera olarak dünya repertuvarındaki yerini almak üzere, inanılmaz bir ilgi uyandırmıştır.
Yekta Kara, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde (İDOB) yeni bir yorumla, Kadıköy Süreyya Operası’nda sahneye koydu. Büyük bir opera yapıtının Atatürk Kültür Merkezi’nin Büyük Sahnesi’nden Süreyya Operası’na indirgemek elbette ki kolay değildi. Görüldü ki, söz konusu Süreyya Operası’nda; müziği ve konusu kadar güzel yorumlu, çok başarılı bir sonuç yaratılmıştı. Yekta Kara’nın sahne üstü çözümlemesinin nitelikli başarısı ile orkestra da aynı şekilde orkestra çukuruna göre çözümlenmişti. Deneyimli Yekta Kara, orkestra şefi Peter Valentoviş ile koro şefi Markus Baish’le olan işbirliğini görselliğe dönüştürerek gerçekleştirmişti. La Traviata operasıyla, sevimli akustiğiyle, sahnedeki sanatçılarla izleyiciler arasında inanılmaz güzellikte iletişim kurulmuştu. Süreyya ile Oda operası özlemini giderdiğimi söyleyebilirim. Bu demek değildir ki, Atatürk Kültür Merkezi’nin 2010’a yetişmesini beklemiyoruz? Kuşkusuz, bütün ulusça, İstanbullularla birlikte bekliyoruz. Avrupa Kültür Kenti olmanın başka yolu olamaz. Süreyya Operası’na Kadıköylüler sahip çıkmış durumda.
“La Traviata”da dekor için Adnan Ongün, giysi ve ışık tasarımcıları Şanda Zıpçı, Ahmet Defne’nin tasarımlarıyla sağladıkları katkı; görev alan diğer sanatçılarla kolektif bir başarıya dönüşmüştü.
Roman ya da tiyatro oyunundaki ‘Kamelyalı Kadın’ Verdi’de “Violetta”ydı. Bu renkli kadını Evren Ekşi başarıyla yorumlayıp seslendirdi. “Aida” karakterini iyi çözümlemişti. İki ayrı renkli müziğin yorumuyla Evren Ekşi başarılarını yineliyor. “Alfredo Germont”da Hüseyin Likos, sesi ve yorumuyla her sahnede soluklu ve başarılıydı. Likos operamızda tenor partilerinde rekora koşuyor. Bu yönünü de ayrıca belirtmeliyim. “Giorgino Germont”da Önay Günay ekibi başarıya taşıyan sanatçıydı.
Kolektifin ekip başarısı söz konusu olunca, aynı gösteride izleyip dinlediğim diğer sanatçıların katkıları ve başarılarını da ayrıca övmek istiyorum: “Flora Bervoix”da Arzu G.Yüceer’i, “Gastone”da Çağrı Köktekin, “Baron Duopol”da Caner Akgün’ü, “Marchese d’Obigny”de Göktuğ Alpaşar, “Dottore Grenvil”de Umut Tingür’ü, “Comissionario”da Barbaros Taştan’ı belirtmeliyim. Küçük rollerin zamanla nasıl büyüdüğünü unutmamalıyız.