Mehmet Başaran'ı Yitirdik
1926 – 27.06.2015
Köy Enstitülü, eğitimci, ozan, yazar Mehmet Başaran'ı 27 Haziran 2015 tarihinde yitirdik. 29 Haziran Pazartesi günü Karacaahmet Şakirin Camii'nde kılınacak öğle namazının ardından, Lüleburgaz Ceylanköy'de son yolculuğuna uğurlanacak.
http://www.turkdilidergisi.org/156/SencerKaracalioglu.htm
İçimizden Biri: Mehmet Başaran
Köy Enstitülü, Eğitimci, Ozan, Yazar…
Sencer Karacalıoğlu
Yaşam Öyküsü:
1926 yılında Lüleburgaz'ın Ceylanköyünde doğan Mehmet Başaran'ın babası Süleyman Bey/ağa Kuzey Bulgaristan'dan göç etmiş bir ailenin çocuğudur. Birinci dünya savaşında Filistin'de savaşmış, savaş sonrası Ceylanköy'e dönmüş az topraklı bir çiftçidir. Zeynep Hanım'la evlenen Süleyman Başaran ve eşinin beş çocukları olur. Bunlar: Emin, Mehmet, Meryem, Remziye ve Hüseyin. Ailenin beş çocuğundan ikisi, Mehmet ve ardından Hüseyin okuma olanağı bularak öğretmen oluyor.
İlkokulun ilk üç sınıfını Ceylanköy'de okuyan Mehmet Başaran üst sınıflar olmadığı için Uzunköprü'de adliye mübaşiri olan dayısı Fadıl Bey'in yanında ilkokulu bitiriyor. Yıl: 1938. Uzun savaşımlar sonucu, sonradan enstitü olacak olan Edirne Kırkağaç'ta açılan köy öğretmen okuluna yazılıyor. Buradan Alpullu Şeker Fabrikası okuluna, Alpullu'dan Lüleburgaz Emrullah Efendi okuluna ardından da Kepirtepe Köy Enstitüsü'ne geçerek burayı 1942 yılında bitiriyor. Başaran Kepirtepe'den sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde öğrenimini sürdürerek 1946 yılında burayı da bitirmesinin ardından Aksu Köy Enstitüsü'ne yazın öğretmeni olarak atanıyor.
Mehmet Başaran yaşamını köy enstitülerine borçlu olduğunu söylemektedir. Kırkağaçtan sonra gittiği Alpullu Şeker Fabrikası okulu işliğinde marangozlukta kırlangıç kuyruğu denilen işi yaparken bayılır. Kendine geldiğinde doktorun öğretmene; "Kötü beslenme nedeniyle vücudunun direnci çok zayıf; yaşaması çok güç" dediğini işitiyor. O günden sonra günde iki öğün ciğer yediği için de adı ciğerciye çıkıyor. Hasanoğlan'a gittiğinde ise okulun aydınlatılması için her gün kırk lüks lambası yaktığı için burada da lakabı lükscü oluyor.
Türkiye'deki her siyasal kırılma, bir yönüyle Mehmet Başaran'ın yaşamında da kırılmaya yol açmıştır, diyebiliriz. Okulu bitirdiği 1946 yılı Türkiye'nin demokrasiye yelken açtığı yıldır.
1947 yılı başlarında Köy enstitüsünü bitirenlerin askerlikleri ertelenmiş olmasına karşın, Yüksek Köy Enstitülerini bitirenler, askere alınıyorlar. Yedek Subay Okulu sonrası içlerinde Mehmet Başaran'ın da olduğu yirmi iki kişi subay yapılmayarak çavuş çıkarılıyor. Mehmet Başaran iki buçuk yıl askerlik yaptıktan sonra sivil yaşama dönebiliyor. Başaran'ın o dönem yaşadıkları yazınımıza "Mehmetçik Mehmet" romanını kazandırmıştır. Sanırım yedek subay yapılmaması Başaran'ın yaşamındaki ilk büyük kırılmayı yaratmıştır.
Ordunun bu çavuş çıkartma sorununu anlamak ve hak vermek olanaksız. Bir an için yedek subaylık hakları ellerinden alınan bu insanların ideolojik olarak kominist ya da faşist olduklarını varsayalım. Bu insanları yedek subay çıkartıp geri hizmette, gerekli önlemleri alarak kullansanız, orduya nasıl zarar verebilirler ki? Örneğin Mehmet Başaran'ı ele alalım. İki buçuk yıl çavuş olarak askerlik yaptıktan sonra, Balıkesir Edremit Bölgesi Gezici Başöğretmenliğe atanıyor, demek ki memur olmasına engel bir durumu yok… Kimi yetkililerin aymazlıkları, kişilerde yarattığı "travma" dışında topluma da bedel ödetiyor.
1949 yılında yüksek bölüm çıkışlı Hatun Nesli Efe ile evleniyor Mehmet Başaran. 1950 yılında Demokrat Parti'nin seçimleri kazanmasından sonra önce Burhaniye Gömeç İlkokuluna, ardından Edremit Gazi İlkokuluna atanıyor.
Bu dönemde Başaran ailesinin iki kızları oluyor: Filiz ve Deniz.
Filiz anlatıyor: "Ben çarşı içinde Narlı Ziya'nın evinde doğmuşum. Evimizi altüst ettikleri ilk aramayı orada geçirmişiz; oyuncaklarımı fırlatıp üstüne bastıklarında çok ağlamışım"(Başaran'a Armağan kitabındaki yazısından.) Filiz Başaran, bugün ressam ve akademisyen olarak profesör.
Mehmet Başaran bir süre sonra İstanbul'a atanıyor; eşinin ataması yapılmadığı için eşi ve çocuklarını Edremit'te bırakarak İstanbul Milli Eğitim Müdürülüğü'nde memur olarak çalışmaya başlamışsa da, Hayrullah Örs döneminde Eflatun Cem Güney'in yardımcılığına getirilmiştir.
27 Mayıs sonrası, önce Kartal ve Göztepe Ortaokulları'nda, ardından Tahran Lisesi'nde yazın öğretmenliği görevlerinde bulunmuştur. 1979 yılında 32 yıllık çalışma yaşamı sonrası kendi isteğiyle emekli olmuştur.
Mehmet Başaran eğitimci, yasaklı ve bir yazın emekçisi olmasının yanında iyi bir baba olmayı da becerebilenlerden… Düşünceleri ve inançları doğrultusunda savaşımından ödün vermezken, çocuklarına yanlarında olduğunun güvenini verebilen ve eylemiyle de bunu kanıtlayan bir baba…
Bir Gecede Saç Ağarır mı?
Başaran ailesinin büyük kızı Filiz doğuştan kalp hastası. Mavi hastalık da denilen bu hastalığın tek umarı ameliyat. Dünyada da yeni yeni yapılan bu ameliyatı, beş hastayla sınırlı olmak üzere Türkiye'ye gelen bir ekibin gerçekleştireceğinin duyulması, orta okul birinci sınıfta okuyan Filiz Başaran için de bir umut kapısı oluyor. Uzun çabalar ve Sabahattin Eyüboğlu ile Şak
ir Eczacıbaşı'nın katkılarıyla Filiz Başaran da hasta öbeğinin içinde yer alıyor. Ameliyat edilen beş kişiden ikisi, birisi Filiz olmak üzere yaşama tutunabiliyor. Nasıl yoğun bir sevgi ve kaygı duyuyor ki, çok önemli olan ilk yirmi dört saatlik sürede, Mehmet Başaran'ın saçları ağarıyor…
ir Eczacıbaşı'nın katkılarıyla Filiz Başaran da hasta öbeğinin içinde yer alıyor. Ameliyat edilen beş kişiden ikisi, birisi Filiz olmak üzere yaşama tutunabiliyor. Nasıl yoğun bir sevgi ve kaygı duyuyor ki, çok önemli olan ilk yirmi dört saatlik sürede, Mehmet Başaran'ın saçları ağarıyor…
Mehmet Başaran Kitapları:
I- Şiir:
Ahlat Ağacı,(birinci baskı 1953), Karşılama(1958), Nisan Haritası(1960), Kocakent(1963), Pıtraktı Memleket(1969), Gök Ekin(1975), Meşe Seli(1982), Günler Tuz Rengi(1986), Sis Dağının Başında Borana Bak Borana(1990), Koca Bir Troya Dünya(1997), Pir Sultan Ölür Ölür Dirilir.
II-Anlatı:
Çarığımı Yitirdiğim Tarla(1955), Aç Harmanı(1962), Zeytin Ülkesi(1964), Sürgünler(1970), Elif Diye Bir Türkü(Öyküler.1976), Mehmetçik Mehmet(1978), Dilsiz Oyunu(Öyküler.1983), Yüreğin Sesi Zeytin Ülkesi(Öyküler.1983), Yasaklı(1987), Hoşça Kal Dünya-Deniz Başarandan Kalanlar(1990), Giz Kokan Suskunluk(1991), Kalın Mavi Bir Ses(seçilmiş öyküler. 1992), Eylül'ün Kızgın Soluğu(1996), Kuşatılmış Yaşam-Günaydın Aşk(2006), Trakya Rüzgarı(2007), Aydınlanma Yolunda-Yuh Olsun Topunuza(2009)
III- Eğitim Üstüne
Tonguç Yolu-Köy Enstitüleri(1974), Özgürleşme Eylemi: Köy Esnstitüleri(1990), Sabahattin Eyüboğlu ve Köy Enstitüleri(1990), Aydınlanma Yolunda… Eğitim Emekçisi Ferit Oğuz Bayır(1992), Büyük Aydınlanma Yolunda… Eğitim Emekçisi Ferit Oğuz Bayır(1992) Büyük Aydınlanmacı-Öğretmenim Hasan Ali Yücel(anı. 2009)
IV- Dil Üstüne:
Dilim Dilim Ana Dilim(TDD.yay.2002)
V-Çocuk Kitapları:
Kuş Dili(1968), Akça Kız(1970), Aç Kapıyı Bezirgan Başı(1974), Evvel Evvelken Deve Tellalken(1974), Yağmur Gelini(masal şiir.1975), Boyalı lrmak(1979), Armutlu Tarla(masal şiir.1979), Söğütler Ses Verince (masal şiir 1981), Çiçeklerin Dili (öyküler 1992), Güneşin Türküsü (1992) Dostum Badem Ağacı ( ), Keloğlan ( 2004).
Mehmet Başaran'ın Çiçekleri, Ağaçları ve Bitkileri:
Mehmet Başaran'ın yapıtlarında kullandığı çiçekler, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar ve renklere baktığımızda onun iç dünyasına da gözatmış oluruz.
Başaran'ın Çiçekleri:
Çiğdem, Lale, Gül, Menekşe, Leylak, Kuzu kulağı…
Ağaçlar ve Bitkiler:
Ardıç, Kavak, Zeytin, Ahlat, Karaağaç, Çınar, Defne, Meşe, Badem, İğde, Dut, Erik, Ceviz, Nar, Ayva, Erguvan, Zakkum, Söğüt, Böğürtlen, Kekik, Buğday, Arpa, Sarmaşık, Ballıbadem, Kantaron otu…
Renkleri:
Mavi (mavi bir hüzün), Mor (mor çınarlar), Sarı (sarı ağustos), Kara, Tuz rengi…
Hayvanları:
Leylek, arı, tavşan, keklik, kanarya, karınca, kırlangıç, balık, ördek…
Mehmet Başaran Şiiri Üzerine:
Ozan ve eleştirmen Bedrettin Aykın: "Başaran şiiri, ne söyleyeceğini bildiği kadar, nasıl söyleyeceğini de bilen, buna özen gösteren, kendi söylemini bulmuş bir ustanın şiiridir. Yalın şiirin tuzaklarına düşüp yitirmez şiir ülkesinin yolunu. Düz bir anlatıyla başlayıp, okuru kolayca kendine çeken şiir birden yoğunlaşıverir; bir kaplıca suyu olur, sıcacık akar, alır içine sizi, imgeler genellikle görsel ve somuttur. Anlamı algılamakta, duyumsamakta fazla güçlük çekmez olur "(Aktaran: Kadir İnce-M.Başaranla Söyleşi, M.Başaran'a armağan kitap s.62)
Başaran'ın ilk kitabı Ahlat Ağacı (1953 Aralık), Vatan gazetesinin Sanat Yaprağı'nca düzenlenen soruşturmada Adnan Berk, Melih Cevdet Anday, Behçet Necatigil, Orhan Kemal, Sabahattin Eyüboğlu gibi ünlü yazarlarımızca yılın en beğenilen şiir kitabı seçilir.
Ahlat Ağacı'nda yer alan Dadal'ın Sarhoşluğu şiiri için Orhan Veli Kanık, şöyle diyor: "… Başaran'ın bir şiirinden parçalar sunacağım. Bu şiirin adı Dadal'ın Sarhoşluğu. 'Ayın şavkı vurmuş dağ göllerine' diye başlıyor Vahşi, fakat ne muhteşem bir rüya… 'ay ışığı altında dağ göllerini düşünebilmek için insanın ne kadar şairce bir sezişi olmalı. Şiirin alt tarafı coşkun bir halk şiiri edasıyla devam ediyor. Halk çocuğu halkın şiirini söylüyor. Karacaoğlan, Başaran, Köroğlu, Dadaloğlu sarmaş dolaş:
'Şafak Vakti Aladağ boyandı kara / Başım döner sana baksam Binboğa /Göğsü güzel Erciyes çalım içinde / Köroğlu olsam Bolu dağında / Hey hey gine de hey hey derim…' // 'Bir ömür sürerim sevda içinde / Sularda yıldızlarla baş başa şimdi / Ben dağlar sultanı Dadaloğlu'yum / Şu güzel dünyaya geldim geleli / Severim hürriyeti yaşamayı severim / Gayri toprak bizimdir, bizimdir ferman" (Aktaran: Rafet Özkan age.s.116)
Mehmet Fuat'ın Ahlat Ağacı değerlendirmesi: "Ahlat Ağacı'nın başlıca iki özelliği şunlardır: "-Yalın söz, 2-İçtenlik. Birinci özelliğiyle genç sanatçılarla omuz omuza, el ele gidiyor. Ama ikinci özelliğiyle çoğumuzdan ilerde, içtenlik anlamında. Başaranla yarışmak değme babayiğitin harcı değildir.
Şairliğinin eksiksiz olduğu söylenemez. Düşünceleri, duyguları şiirleştirmeyi, daha doğrusu şiir düşünmeyi, şiir duymayı biliyor. İyice öğrenmiş, içindeki şiiri kelimelere dökmenin, deyişin söyleyişin de çıraklığını aşmış, ustalığa doğru gitmekte. Zaman zaman tadına doyum olmaz, kelime dizilerini yan yana, alt alta sıralamak, sesleri düzenlemek, yani ölçü uyak. İşte Başaran bunun ustalığına erememiş. Şiir alanında bütün zorlukları aşmış da alçacık bir engele takılmış.(age.s.116)
Başaran'ın ikinci kitabı "Karşılama" 1958 yılında basılıyor. Kitabı değerlendiren Tahir Alangu: "Bu şiirlerinde ağır basan öz kaygısı, biçim kaygısıyla dengelenmiş.(…) En büyük sayıda insanı ortak acılar ve sevinçlerle coşturmak' görüntülere, deyişlere ulaşılmıştır. (…) Haksızlık, bilinçsizlik, umutsuzluk, yolsuzluk en çok üzerine varılan konular.
"Bir temmuz sabahı / Anamın çatlak dudağı gezinmiş / Saçıma başak kokusu / Tenime buğday lezzeti sinmiş"
Nisan Haritası, Köy Enstitüleri'nin destanı. İçten dışa doğru açılan birbirine bağlı on iki halka. 'Bu destan yerli, sağlam ifadesini yer yer bulmuş. Büyük bir devrim hareketinin çetin, doğayı yenip yeni bir devir açışın dizelere yansımış tutkusunu yakalamış.
'Aynı kafada değildi ötekiler / Daha sağlam basıyorlardı yere / Kurtulmak bir adım ileri gitmekti
. / Aşmak önceki gözleri elleri / Yer değiştiriyordu apak bir tepe'
. / Aşmak önceki gözleri elleri / Yer değiştiriyordu apak bir tepe'
İşte burada Başaran, epika ile çağımıza ait gerçeğin tokuştuğu sınıra yaklaşıyor.(Aktaran: Refet Özkan age.s.117)
"Sabahattin Eyüboğlu, Ahlat Ağacı'na yazdığı önsözde: "Okumak Başaran'ın düşüncesini kente indirdi, ama gönlünü köyden ayıramadı. Daha nice enstitülünün içindeki bu ikilik, şehre karşı köylülük, yahut köye karşı şehirlilik nasıl dert anlatır bilemem. İkilik yapmak şöyle dursun Başaran mevcut ve yürekler acısı bir ikiliği ortadan kaldırmak isteyen cumhuriyet neslinin ön safındadır." diyordu.(age.s.118,aktaran:Refet Özkan)
Doğan Hızlan: "Ahlat Ağacı, halk şiirinin klişelerini kullanmadan, onun esintisini hissettirerek iyi bir şiir yazılacağını gösterir. Bu şiirin bir tablosu yapılsa, etkileyici bir resim çıkar ortaya.
Ahlat Ağacı
Eşin dostun yaşıyor bak bahçelerde / sen çığlak bir doruğun üzerindesin / Tam rüzgarın engini sardığı yerde / Yekpare bir mavilik üstünden akar / Altında köklerini sıkan toprak var / Dertleşir durursun gölgenle / Bazen öyle yakın geçer ki kayan yıldızlar / Halini soruverecekler sanırsın / Dağılır üstündeki yeşil sükut / Ümitle kımıldarsın // Bakma sana bir ad verdiklerine / Yerle gök arasında bir karaltısın / Ve bütün dünya seni unutmuş / Sanki kim bilecek yaşadığını / Gelmese dallarına birkaç fakir kuş // Ne de dolmaz çilen varmış / İlk defa kırağı yaktı canını / Aşkı sonra bulutların / Rüzgarın cilvesi değilmiydi / Döken yapraklarını // Durmuşsun kırların bir ucuna / Ah senin halin köylü hali / Yaşarsın kıraç toprakta / Servi-simin misali
Ahlat Ağacı, bir şairin halk şiirinden yararlanarak onun klişelerini kullanmadan nasıl yeniden halk şiiri yazılabileceğini gösterir. Halk şiirinin çoğunda olan doldurma dizeler yoktur, halkın Anadolu halkının duygularını, yalnızlıklarını, yaşadıklarını anlatır. Bu şiirde bir köylünün bütün yaşamı imgelerle anlatılır. Fiziksel acı ile aşk acısını bir arada anlatır Başaran(Hızlan Doğan age.s.213-214)
Emin Özdemir'e göre, Başaran'ın şiirleri şöyle özetlenebilir: "Adanmışlığın, bir ülküye, bir ilkeye bağlanmışlığın ürünüdür bu şiirler üreten, yaratan, yaşamı daha güzel, daha yaşanılır kılmaya yönelik her çabayı ululayan bir yaklaşımın ürünüdür bu şiirler. Güneşli aydınlık günlerin, sömürüsüz, ezinçsiz yaklaşımının. İnsandan yola çıkan, onu odak noktası kılan bir şiir. Bir yanı Rumeli'den, bir yanı Anadolu'nun yoksul kır emekçilerinden olan bir şiir. Toprağın altında tükenen maden işçilerini de, Ederemit çukurunda gençliğini el tarlalarında tüketen zeytin tayfalarını da, ilk çağ karanlığına direnen öğretmenleri de kuşatan bir şiir.
Derler ki aldanmışlık, bağlanmıştık şiirin doğasıyla bağdaşmaz. Şiirsellik, ilkede, ülküde ya da düşüncede değil, dilde, sözcüklerde gizlidir. Tümüyle yadsıyamayız bu savı. Bir bakıma doğrudur da. Şiirselliğin özsuyunda eritilmemiş düşünce şiirin kanadını kırar, rengini ağartır, dahası soluğunu tıkar. Bu gerçeğin ayırımındadır Başaran. Dili salt bir duyuru aracı olarak kullanmaz. Gündelik dilin, halk dilinin toprağını bir prizmadan geçirir. İşler renklendirir o dili; kendidenliği olan bir şiir dili yaratır. İnsandan kopmadan gerçeğe yan çizmeden yapar bunu.
Başaran şiirlerinde ana izlek olarak insanoğlunun acılarını çektiklerini alır; bunu şiirin içinde gerçekleştirir. Şiirlerindeki halkçı, toplumcu öze karşın bağıran söylevci, savsözcü havanın dışında kalmışsa bundandır. Şiir yasalarını gözardı etmeyişindedir.
Başaran'ın şiirlerindeki umutla umutsuzluk, karamsarlıkla iyimserlik, düşle gerçek içiçelik gösterir.
Başaran şiirinde, görsel, sessel ve devinimsel imgeler birbiri içinde ustaca kullanılır.
'Yalnızlığın ormanındayım / Soluğum yankılanıyor / Korkunun soluk kayalığında / Ah, nasıl çıkmalı buradan…/ Kutup yıldızı ışı hadi / Gösteriver doğru yönü.'
Sözcüklerin yakın ve uzak çağrışımlarından yararlanarak görüntü çizmedir imge. Bir tür betimleme. Başaran, sözcüklerin çağrışımsal anlamlarını etkili bir biçimde yansıtan bir ozan.
Bir ozanın dünyasına giden yol, kurduğu imgelerin yanı sıra benzetmelerinden de geçer. Örnek: Ağaçların köylüsü yanık söğütler/ ırmak, o mavi tulumlu işçi/ dağ çeşmesi gibi akan şiir/ tavşan kırı bir gök/ kuşlar gibi çırpınıyor orman/ kızgın bir boğa gibi soluyor/ Side kırlarında bir süt tozu renginde günler/ Hitler perçemli bakan vb.(Özdemir Emin age.s.232,233,235)
Prof. Mehmet Yalçın, Türk Dili Dergisi'nin Kasım-Aralık 2008 ve Mayıs-Haziran 2009 sayılarında yayınlanan -Başaran'dan bir EDREMİT betimlemesi- başlıklı incelemesinde, Başaran'ın 'Zeytin Ulkesi' kitabının başında yer alan Edremit adlı şiirini değerlendiririken: "Mehmet Başaran'ın her yeni kitabı… türü ne olursa olsun, hemen hepsinde(…) şiirsellik duyumsuyor insan. Sayfaları arasında yer yer şiirler serpiştirdiği için değil, düzanlatımlarında da aynı izlenimi uyandırdığı için…" belirlemesinin ardından Edremit şiirinin incelemesine geçmektedir:
O iki yazının bütününü kesinlikle yeniden okumalarını öneririz okurlarımıza…
Pasaportunu Arayan Adam
27 Mayıs İhtilali sonrası, 1961 Anayasası'nın getirdiği özgürlük ortamı, Türkiye'de tüm sınıf ve tabakaları örgütlenmelerine uygun bir ortam yaratmıştır. Mehmet Başaran da bir öğretmen olarak TÖS'ün örgütlenmesi çalışmalarına katılırken büyük olasılıkla, anayasal bir hakkını kullandığını sanıyordu. 12 Mart Muhtırası sonrası özgürlüklerin üzerine şal örtülünce Mehmet Başaran'ın da çilesi yeniden başladı diyebiliriz. Bu tarihlerde Göztepe Ortaokulu'nda Türkçe öğretmenliği yapmakta olan Başaran'a Milli Eğitim Bakanlığı'nca: bilgi, görgü, uzamanlık için on bir aylığına Almanya'ya gönderileceği" biidirilir. Başaran ailesini tatlı bir telaş alır. Gitmesi için gerekli kursu da başarıyla bitirmesine karşın Mehmet Başaran Almanya'ya gidemez. Nedeni ise Başaran'ın yasaklı sayılarak pasaport alamayışıdır. Başaran bu dönemde çektiklerini "Yasaklı" adlı yapıtında (anı roman) anlatmıştır.
Başaran'ın yasaklılığı 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında da sürüyor. 12 Eylül dö
neminde yaşadıkları ise "Eylülün Kızgın Soluğu" anı romanın konusu olmuştur. Bu dönemde zor da olsa pasaport almayı başarır. İsviçre'de olan kızı Deniz ve eşinin yanına gitmek için uçağa bindiğinde içi içine sığmaz. Sonunda başarmış, pasaportunu almış ve uçağa binmiştir. Yapılan bir sesli duyuru tüm sevincini, umudunu yok eder. Geçerliliği olmayan bir gerekçeyle uçaktan indirilir ve uçak çantasını götürür İsviçre'ye…
neminde yaşadıkları ise "Eylülün Kızgın Soluğu" anı romanın konusu olmuştur. Bu dönemde zor da olsa pasaport almayı başarır. İsviçre'de olan kızı Deniz ve eşinin yanına gitmek için uçağa bindiğinde içi içine sığmaz. Sonunda başarmış, pasaportunu almış ve uçağa binmiştir. Yapılan bir sesli duyuru tüm sevincini, umudunu yok eder. Geçerliliği olmayan bir gerekçeyle uçaktan indirilir ve uçak çantasını götürür İsviçre'ye…
Deniz Başaran
Deniz Başaran 1955 doğumlu. Mehmet Başaran'ın, kızı Deniz'in "iyi bir sanatçı olarak geliştiğini; dilinin, anlayışının kendilerinden çok daha güçlü olduğunu, 'Denizden Kalanlar' diye bir kitapta toparlayabildiğini, ön sözünü Vedat Günyol'un yazdığını" söylemektedir. Bu kitabın tam adı: "Hoşça Kal Dünya- Deniz Başaran'dan Kalanlar”dır. Kitabın arka kapağında Deniz'in fotoğrafı ve altında «İnsanın kendisini gerçekleştirebileceği, sevginin, anlayışın, hoşgörünün egemen olduğu yaşanası bir dünya özlemiyle doluydu.(…) çocukların çocukluklarını, gençlerin gençliklerini yaşayamadığı döneme kafasıyla, yüreğiyle karşı çıktı. Cezaevlerindeki açlık grevleri sürerken onlara katılırcasına 3 Ağustos 1989 da yaşamına son verdi. Bu kitapta Deniz Başaran'dan kalanları okuyacaksınız…» sözleri yer almaktadır.
Mehmet Başaran'ın anlatımıyla:"… Başarıyla üniversiteyi bitiren ikinci kızımız Deniz hızlı bir devrimciydi. 12 Eylül dönemecindeki gıyabi tutukluluk, kaçaklık döneminde bunalıma girdi. Cezaevindeki arkadaşlarının açlık grevi sürerken yaşamına son verdi.
Bu olaydan sonra bir daha kendine gelemedi sevgili eşim, dirençliydi ama, kendine gelemedi…
1 Mart 1996 da akciğer kanseri tanısı kondu; 1 Şubat 1997 de öldü. "Avşar kızı Hatun Nesli Efe, sonradan Birsen adını alır; Mehmet Başaran'ın ise Elif'i, Ceylan gömütlüğünde kızı Deniz'in yanında yatmaktadır.
Anasından Deniz'e Ağıt:
Doğduğun evi gördüm Edremit'te / Yeşil yeşil sordu kapıdaki asma / Nettin ceylan gözlümü neyledin? / Sımsıcak yanıtladı gözyaşlarım ama o anlamadı / Benim de hâlâ anlamadığım gibi / Hatun Birsen Başaran
Mehmet Başaran'dan Deniz'e Karşılama:
Deniz Dedik / Öpüp Başımıza Koduk / Tuzu Ekmeği / İlk günlerindeki gibi Troya'nın / Usulca dokundu mor yamaçlarına / Gül parmaklı şafak İda'nın / Işıdı sonyaz'ın gergin karnı / Kuytularda ince bir rüzgar / Okşadı küçük mavi çiçeklerini sevdanın / Sürüp gidiyordu yaşamın gelgiti / Sürüp giyordu doğumlar ölümler / Ardından ölümcül sancıların / Sese dönüştü titreyen çiyler / Baktım gözlerin söylence rengi / Neydi o yumuk avuçlarında / Bir giz gibi sımsıkı tuttuğun şey / Görünce dünyamızı neden ağladın / Söğütler yaprak döktü sular ürperdi / İlk günlerindeki gibi Troya'nın / Hangi korkularla kim demiş / Bir kız doğunca dört duvar sızlar diye / Sızlamadı genişledi duvarlar / Tanelenen başakla geçmişle geleceğe / Bakır taslarla içildi şerbetin / Itırlar defnelerle ilk çeyizin kondu sandığa / Nişanlandın yaşama beşik kertmesi / Onarırmış gibi duvarlarını kentin / Dayanıklı olasın diye tüm acılara / Tuzladık kaya tuzuyla tüm bedenini / Yuduk kırkbir çeşit ot katılmış sularla / Ve güllerin ve dikenlerin ve kırların acemisi / Kesilmesin diye dar geçitlerde soluğun / En mavi sözcüklerle seslendik sana / Deniz dedik öpüp başımıza koduk tuzu ekmeği

Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim
tenise.yalcin@gmail.com
