Orkestra Şefi, piyanist İbrahim Yazıcı: Orkestra Şefliği, çok seslilik ve demokrasi

İbrahim Yazıcı: "Uzun zamandır sanat ve hayat konulu denemeler yazmayı düşünüyordum, nihayet gece gece ilkini kaleme aldım. Orkestra şefliği, çokseslilik ve demokrasi üzerine. Belki biraz uzun ama okumaya değer diye düşünüyorum. İyi sabahlar."
ibrahim_yazici_2DENEMELER
1-ORKESTRA ŞEFİ

Kesinkes müzisyen olmayı istediğimi hissetiğim anı hatırlıyorum….. Ne istediğimi çok net telaffuz etmiştim: orkestra şefi! Acaba neden? Hiç düşünmedim…. Ya da belki senfonik müziği çok seviyordum, bu nedenle onu bir bütün olarak yorumlayabileceğim bir dalı seçmiştim. Ama beni neyin beklediğini biliyor muydum? Okulda okumam gereken derslerden ya da öğrenmem gereken partisyonlardan bahsetmiyorum, bu iş bambaşka özellikler isteyen özel bir dal. Şefliğimde etkisi çok büyük olan bir hocam diplomamı aldığım gün bana şöyle demişti: “Şimdi değil beş yıl sonra anlayacağız şef olup olmadığını, sadece bu diploma işe yaramaz, bakalım orkestralarla ne yapabileceksin….”
İtiraf etmeliyim ki bitmeyen müzik tutkum, arzum, çalışkanlığım ve tabi ki de talihim sayesinde yolumdaki pek çok engeli bir şekilde aşıp mezun olduktan beş yıl sonra bayağı bir şeyler yönetir hale gelmiş olsam bile mesleğimde yirmi yılı çoktan geride bıraktığım şu günlerde aslında insanın her geçen gün çok iyi bildiğine inandığı şeylere bile neler neler katabildiğini görüyor ve son nefesime kadar yeni şeyler öğrenebilme şansını bana veren bir mesleğim olduğu için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum.
Şeflik nedir?
Özellikle filmlerde karikatürize edildiği şekliyle şef elindeki çubuğuyla etrafa emirler yağdıran ama suratındaki ekşi ifadeyle hiç bir şeyden kolay kolay memnun olacağa benzemeyen sevimsiz bir kişiliktir. Ama hakikatte şef nedir, kimidir, hatta daha da ileri gidip soramaz mıyız o müşkülpesent adam elindeki çubuğu gösterişli gösterişli sallamasa zaten önünde notası bulunan müzisyenler çalamazlar mı?
Ekmeğini şeflikten yiyen biri olarak açık yüreklilikle söylememe müsaade edin: hem evet hem hayır. Orkestra çok aşina olduğu bir müziği başlarında o egosantrik adam olmaksizın da çalabilir aslında ama bunun için neler gereklidir, ya da şefin varlığı bu noktada ne işe yarar.
Aslında olaya şimdi bambaşka bir boyutan bakalım. Büyük bir şirkette çalışıyorsunuz. En az yüz kişi var çalışan. Aslında herkes çok iyi eğitim almış, işini de çok iyi yapıyor. Ama şirketin bir de genel müdürü var. Hepsinden de yüksek bir ücret alıyor. Sanki bu adam olmadan beceremezler mi bunca eğitimli kişi bir şeyler yapmayı. Ne lüzum var o zaman bu israfa? Bu sahne dursun bir köşede, belki de genel müdür ve orkestra şefi arasında biraz benzerlik vardır.
Klişeleşmiş bir benzetme vardır, çok seslilik ve demokrasi birbirini çağrıştırır. Doğrudur belki ama bu noktada ikisini de açmak lazım. Demokrasi nedir, çok seslilik nedir?
Tabi ki burada demokrasinin okullarda öğretilen basmakalıp tanımını yapmayacağımız gibi çoksesliliğe de bambaşka bir açıdan bakmayı deneyeceğiz. Öncelikle farklı fikirlere ne derece açığız bunu tartmamız gerek. Başkalarının fikirlerine de kendi fikirlerimizin de değişen koşullara göre zaman içerisinde ayak uydurmasına nederecede ılımlı yanaşıyoruz acaba. Bunun çokseslilik ya da demokrasi ile alakası ne diye sormayın. Aslında her ikisi de bu noktada başlıyor.
Konservatuarda orkestra şefliği ve kompozisyon bölümüne girerken zorlu bir kulak sınavından geçersiniz. Yani sıradan bir müzisyen aynı anda dört sesi duyup ayırd edebiliyorsa sizden yedi sekiz sesi nota adıyla ayırd etmenizi bekleyebilirler. Zor bir şey mi… e çok kolay değil, ama nihayetinde bir yetenek ve pek çok yetenek gibi bu da geliştirilebilir. Peki bu özellik pratikte ne işe mi yarar? Konservatuarda kulak eğitimi çalışırken ileride yeri gelip önümüzde iki yüz kişiden oluşan bir topluluğu yönettiğim zaman bir kişinin dahi basacağı yanlış bir notayı yakalayalım diye öğrendiğimizi zannederdim. O zamanlar duymak gibi dinlemenin de geliştirilmesi gereken bir yetenek olduğunun henüz bu kadar farkında değilmişim belli ki. Hatta bir tek orkestra şefine ya da müzisyene değil herkese gereken bir kavram olduğundan bi habermişim.
Gözünüzün önüne yine o karikatürize edilmiş şefi getirin. Bir sürü sert hareket yapıyor vücuduyla, pek çok emir veriyor adeta savaşa giden bir komutan edasıyla. Orkestradakiler de yüzleri en az onun kadar asık, şef nasıl ki hareketleriyle adeta avaz avaz bağırıyor kimseyi dinlediği yok orkestradakiler de ellerindeki enstürmanları var güçleriyle çalıyorlar. Bestecinin büyük bir uyum hayal ederek yazdığı eser belki nota aleminde doğru seslerle çalınıyor ama ruhsal bir ahenkten bahsetmek zor. Zira çoksesli müzikte bir tema her zaman ona eşlik eden diğer melodik unsurlarla zenginleşir. Niyetim burada armoni ya da kontrpuan dersi vermek değil ama farklı temaların bir arada nasıl bulunduklarını dile getirmek. Müzikal açıdan bir temanın fikren kuvvetlenmesini istiyorsanız onun karşı temasının da çok karakterli ve kuvvetli bir karaktere sahip kılmanız gerekmektedir. Aynı demokrasilerde kuvvetli iktidarların güçlü muhalefet sayesinde oluşması gibi bir şey bu.
İşte belki de çoksesli müziğin demokrasi ile en çok benzeştiği nokta budur. Bestecinin müziği pek çok farklı fikri içinde barındırır. Senfonik bir eserde yaptığı orkestrasyon sayesinde kabaca seksen kişiden oluşan bir kadroda her fikrin kendini duyurabilmesine olanak verir. Ama onun bu çabasına orkestra üyeleri ve şefinin de yardımcı olması gerekmektedir. Nasıl mı? Düşünün ki orkestranın sesi en naif üyelerinden klarinet bir melodi çalıyor,hem de gayet yumuşak bir şekilde. O sırada kornolar -ki gerçekten orkestranın en kuvvetli ses verebilecek enstürmanlarının başında gelirler- ona eşlik etme vazifesini yerine getirmektedir. Ama o da ne, klarinet daha iki nota üflemeden kornolar onun çaldığı melodiyi örtecek şekilde enstürmanlarını kuvvetli şekilde çalıyorlar. Burada artık çoksesilikten bahsetme imkanımız olabilir mi?
Şimdi aynı sahneyi demokrasinin olmazsa olmaz kurumlarından bir olan bir parlementoda hayal edin: bir vekil çıkıp kendi fikrini beyan ediyor, daha konuşma süresi bitmeden, niyetini tam olarak izah etmeden diğer vekillerin eğer şanslıysa sözlü, yok şanssızsa fiziki saldırısına maaruz kalıyor.
Gelelim şefe ve onun rolüne. Orkestra şefi doğası gereği orkestradaki diğer kişilerden daha çok birikime sahip olur ( ya da olmalıdır diyelim, zira bazan çubuğu eline geçiren podyuma çıkıp şeflik yapmaya kalkışıyor, şükür ki çubuğun sesi yok, olsa neler duyardık kim bilir), bu nedenle kendisine maestro yani üstad diye hitap edilir. Karikatürize edilmiş şef ve benzeri yüzlercesi son derece despot bir şekilde müzik gibi son derece ince ruhla yapılması icabeden bir sanatı emirler yağdırarak kimseyle paylaşmadan tek adam otoritesiyle seslendirmeye kalkışırlar. Evet netice belki Kuzey Kore ordusu resmi geçitlerinde gördüğümüz gibi kusursuz bir beraberlikle çalan bir orkestra olur ama sanattan bahsetmekten çok uzak, olsa olsa zanaatten konuşulabilir böylesi bir sahnede. Zaten böyle meslektaşlarımız yüzünden orkestra üyelerine en iyi şef kim diye sorduklarında bütün dünyada verdikleri ortak cevap şudur: “en iyi şef ölü şeftir” .
Eğer şef duymaktan ziyade dinlemeyi de öğrenebilmiş ve orkestra üylerine babacan bir tavırla yaklaşmayı becerebilen bir şefse orkestranın sesini en zor duyurabilecek üyesine bile fikrini ifade etme imkanı sağlar. Çok sevdiğim büyük bir piyanist ve şef olan üstadım Pommier'nin bir dersinde dediği gibi orkestra sosyal bir devlet gibi olmalıdır. Nasıl ki gelişmiş bir toplumda yoksul, yaşlı, engelli, azınlık veya dezavantajlı grupların hakları güvence altına alınıp güçlünün güçsüzü ezmesi engellendiği gibi onların güçsüze destek olması teşvik edilirse iyi bir orkestrada da aynısı yapılmalıdır. Bir başına tüm orkestranın sesini bastıracak kadar güçlü ses çıkarabilen tuba ( adeta vapur düdüğü gibidir, müzisyen olmayanlar için not) orkestrada arp, klarinet veya flüt gibi sesi en zayıf enstürmanları duyabileceği kadar üflediği zaman orkestrada gerçek bir çok seslilikten bahsedilebilir ve bu çok seslilik demokrasi için örnek teşkil edebilir. Bunlara dikkat edilmezse pekala çokseslilik adı altında tekseslilik yahut başka bir deyişle demokrasi kisvesi altında otoriter bir rejimden başka bir şey olmaz.
Kısacası profesyonel meslek hayatımda yirmi yılı çoktan devirdiğim şu sıralarda iyi bir şef olmak için en kıymetli şeyin önce dinlemek olduğunu, sesi en zayıf çıkanın yaşam hakkını sesi en çok çıkanın karşısında korumanın şefin vazifesi olduğunu, orkestradaki kişilerin onun düşmanı değil sadece beraber çalıştığı iş arkadaşları olduğunu ve o podyumdan indiği zaman insanlar tarafından hala sevilip sayılmak istiyorsa işini yaparken asla güç sarhoşluğuna kapılmayıp kimsenin kalbini kırmaması gerektiğini, bilakis ondan hoşlanmayan kişilere bile onu seven kişiylere verdiği değeri vermeyi becerebilirse maestro adını hak edeceğini, yoksa elinde sopası olan bir trafik polisinden daha öte bir şey olmayacağını anladım."
evetbenim21İbrahim Yazıcı(1)İBRAHİM YAZICIOrkestra Şefi
Müzikal kişiliği ve enerjisiyle ile şimdiye kadar konser yaptığı tüm ülkelerde gerek dinleyicilerin, gerek müzik otoritelerinin ilgi odağı haline gelen Yazıcı, profesyonel müzik hayatına 1995 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesinde korepetitör ve konuk şef olarak başladı. Gösterdiği sıra dışı performans sayesinde kısa sürede aralarında Berliner Philarmoniker, Theatre des Champs Elysées, Wiener Konzerthaus, Essen Philarmonie, KKL Luzern, Seul Art Center, Tel Aviv Performing Arts Center gibi dünyanın en prestijli konser salonlarında, Luzern Symphony Orchestra, Deutsche Symphonie Orchester, ( Eski RIAS), Den Haag Het Residentie, WDR Rundfunkorchester Köln, Wuppertal Symphonie Orchester, Ensemble Rezonans, Camerata de France gibi pek çok önemli toplulukla konserler yaptı. 
Rönesanstan 21. yüzyıla kadar uzanan çok geniş ve renkli bir repertuardan oluşan ve Natalia Gutman, Jean Bernard Pommier, Fazıl Say, Sarah Chang, Stefan Milenkoviç, Viktor Pikayzen, İdil Biret, Gülsin Onay  gibi yıldız sanatçıların solist olarak katildigi sayısız konser yönetti.  Oda müziği ve lied eşlikçiliğine de büyük önem veren Yazıcı piyanist olarak çok önemli sanatçılarla aynı sahnede yer aldı. 
Selva Erdener'le birlikte çağdaş Türk Müziğine yeni bir soluk getirdikleri“Turkuvaz Quintett”i kurdu. Çok yönlü ve başarılı çalışmalarından ötürü 2002 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Teşvik Ödülü ve 2005 yılında İtalyan Cumhurbaşkanı tarafından "Cavalleria della Soliderita" şövalyelik ünvanıyla onurlandırıldı. 2012 yılında “Yılın Orkestra Şefi” Donizetti Ödülüne layık görüldü. 
Müzik eğtimine H.Ü. Devlet Konservatuarı'nda Nimet Karatekin' le piyano, Alain Boeglin ile oda müziği, Nevit Kodallı ve İstemihan Taviloğlu ile kompozisyon, Hikmet Şimşek ve Rengim Gökmen'le orkestra şefliği çalıştığı H.Ü. Devlet Konservatuarında başladı ve bu okuldan yüksek lisans diploması aldı. Daha sonra CNRM Perpignan'da Claude-Phillipe Durand ile piyano, Daniel Tosi ile orkestra şefliği, Michel Lefort ile oda müziği çalıştı ve bu okulu üç  dalda "Premier Prix" alarak bitirdi. Bu okullardaki çalışmalarının yanı sıra Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde masterclass'lara katıldı. Maestro Gilbert Varga ile uzun bir süre çalıştı ve asistanlığını yaptı.
1998-2007 yılları arasında Devlet Çoksesli Korosu'nun şefliği, 2007-2012 yılları arasında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Müzik Direktörlüğünü yapan sanatçı eğitimciliğe de büyük hassasiyet göstermiş ve Hacettepe Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi'nde misafir öğretim görevlisi olarak ders vermiştir. 
Görseller: https://evetbenim.com/deso-izmir-konseri-sef-ibrahim-yazici-solist-gulsin-onay/​
evetbenim sanat güneşi logo

Sayfa düzeni: Tenise Yalçın evetbenim
Kaynak: Orkestra Şefi, piyanist İbrahim Yazıcı/ https://www.facebook.com/ibrahim.yazici.583/posts/10154065367045855evetbenim4

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir