ÖZGÜRLÜK PARKI NDAN YÜKSELEN ÇIĞLIK

ÖZGÜRLÜK PARKI NDAN YÜKSELEN ÇIĞLIK

Tansu BELE
tansubele@hotmail.com

Kadıköy Selâmiçeşme Özgürlük Parkı’ndan yükselen çığlığı duyuyor musunuz? Tiyatromuz orada, bence özgürlüğünü haykırıyor. Dahası gece gündüz 24 saat kesintisiz süren bir maraton bu. Oyunlarıyla ve kukla gösterileri, dans, müzik, pantomim, kısa film, paneller, şiir dinletileri, söyleşileriyle… Sanatçılarımız günlerdir sahnedeler: 16 Haziran 2012 günü saat 17’de okudukları bir basın bildirisiyle başlayan bu şölenin adını da zaten “Sanat Maratonu” koymuşlar. Kesintisizliği nedeniyle de bir ilk olma niteliği taşıyor. İŞTİSAN (İstanbul Şehir Tiyatroları Derneği)’ın düzenlediği bu etkinlikler ücretsiz, ödeneksiz. Dahası sanatın pek çok dalından gönüllü katılımlarla oluşturulmuş. Yani paranın hükmü geçerli değil artık burada, sanatın izleyicisiyle aracısız birlikteliği söz konusu; aradaki duvarlar kalkmış ve sanat özgür bırakılmış. Sanat ve tiyatro, toplumunu çağırıyor ve “Gel şehrim seyreyle!” diyor.

Ama ben; bu maratona katılan ve kendisiyle konuşma olanağı bulduğum değerli tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü gibi “Bir çığlık bu” demeyi yeğliyorum. Yine onun deyimiyle “Özgürlükler açısından çok büyük sorunları olan, sancılar yaşayan bir ülkede eğer baskıcı yönetim biçimine evrilmiş devlet kendini koruyabilmek için sanata ihanet ediyorsa bunun karşılığının yine sanattan gelmesi kaçınılmaz olur.” İşte bugünlerde Özgürlük Parkı’nda yaşananların anlamı da bu: Tiyatro sanatı, kendisine uygulanan baskılara ve yok etme tehditlerine başkaldırıyor. Bunu da, onun kalesi/evi olan sahnesinde yapıyor. Çünkü tiyatro sahnesi oyuncunun dünyası, var olma alanıysa oyunu da özgürlüğüdür. Onun elinden oynama özgürlüğünü kimse alamaz. Çünkü sanat insanla birlikte var olmuştur ve insan var oldukça da sürecektir. İşte bu yüzden tiyatro sanatçıları Özgürlük Parkı’nda yani “Burada; her an sanat!” diyorlar. Çünkü tiyatro sanatının temeli olan mizahın/hicvin/ eleştirinin hiçbir biçimde engellenemeyeceğini, susturulamayacağını çok iyi biliyorlar.

Şehir Tiyatroları sanatçısı Levent Üzümcü “Hakkımız yeniyor” diyor, yapılan baskılar, özelleştirme tehditleri için. “Bu, Türk Tiyatrosu’na yapılan bir saldırıdır. Demokrasiyi araç olarak görenleri sonunda demokrasi araç olarak kullanır. Bürokratlar sanatı dizayn edemez. Sanat özgürdür. İstediği yerde var olur. Bulduğum her yerde oynarım ben.”

Aslında tiyatromuzun bugün attığı çığlıkların nedeni uzun süredir uygulanan baskıcı bir sürecin sonucu: Genel sanat yönetmenlerinin otosansüre zorlanması, yollarının kesilmesi, oyunların sansürlenmesi, repertuarlara karışılması zaten var olan bir olgu. “Daha önceden de sıkıntımız vardı. Direndik” diyor Levent Üzümcü, ama son yok edici girişimler bardağı taşıran damla galiba.

Sanat Maratonu’nun gerçekleştirilme amacını açmasını rica ettiğim bir başka değerli oyuncumuz Sevinç Erbulak ise; “Özgürlüğümüzü geri istiyoruz” diyor, “Yalnız tiyatro oyuncusu olarak değil, anne olarak, insan olarak, toplum olarak… Özgür olmak farklılığımızı ortaya koymak demektir. Oysa herkesi birbirinin aynı yapmaya kalkışan bir Nazi sistemi içindeyiz. Sanata yasak var. Topluma yasak var. Kişisel hiçbir hakkımızın kalmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Oysa sanat protesttir.İtirazcıdır. Sanatçı zamanında anlaşılmaz. Kâr amacı yoktur. Bizi yönetenler alıp satmak istiyorlar. Bize oy veren insanların düşüncelerini oynamıyorsunuz, bize parmak sallıyorsunuz diyorlar. Meclis; sanatımız için köy meclisi gibi karar veriyor. Buradaki festival 74 saattir devam ediyor. Burada, biz satılık değiliz diye bağırıyoruz. Çalışanı, alkışlayanı olarak “Korku İmparatorluğu”na karşı buradayız. Dünyada hiç olmamış bir şey yapıyoruz. Çünkü sanatçıyız. Yaşadığım ülkeyi terk etmek istemiyorum. “İstanbul Efendisi”ni, Hülya Karakaş’ın yönettiği “Benim Bedenim Benim Kararım” oyununu oynadık. Kanıksamadığımızın bir göstergesi bu festival. Brecht’in dediği gibi; “Görün gündelik olanın ardındaki yanlışı” diye haykırıyoruz. Ben robot değilim. Varım, varlığım. Yaşadıkça düşünme taraftarıyım. İçinde olmak istemediğim projede yer almam. Hiçbir dayatmadan korkmuyorum.” Sevinç Erbulak Şehir Tiyatrolarımızdan yükselen çığlığı ne güzel betimliyor!

Dahası Genco Erkal, Tülay Günal, Vedat Sakman, Grup Gündoğarken, Levent Kırca, Çiğdem Erken, Güvenç Dağüstün, Fırat Tanış, Ufuk Karakoç, Engin Alkan, Altan Erkekli ve daha pek çok sanat meslek örgütünün, Şehir Tiyatrosu, Devlet Tiyatrosu, Özel Tiyatrolar, Üniversite topluluklarından sanatçıların katılımlarıyla 22 hazırana dek sürecek bu maraton, sanatın halkla kucaklaşmasını ne anlamlı bir biçimde simgeliyor! “Korkuya Karşı Yürümek” (Emine Erbaş’ın şiiri) diye buna denir işte. Hem de danslarla, şarkılarla çığlık çığlığa! Yaşasın sanat, yaşasın sanatçılarımız!

Park’tan çıkarken beynimde, MSM Actors Oyuncularının oynadığı, Çiçek Dilligil’in sahneye koyduğu “Hisseli Harikalar Kumpanyası”nın unutulmaz şarkıları, gözlerimin önünde Büro Emekçileri Sendikası çalışanlarının açtığı “Mesleğine ve onuruna sahip çıkan sanatçılarımızın yanındayız” pankartı, kulaklarımda “Özgür sanat Özgür Tiyatro” sloganının yankıları ve yüreğimde okunan şiirlerden dizeler: “Ben tam kendime göre. Ben tam dünyaya göre. Dengemi bozmayın” ve “Ama ne zaman insan gibi yaşayacağız?” sesleri ve görüntüleriyle sürüp giderken; tiyatro oyuncusu genç arkadaşım Uğurtan Atakan’la burun buruna geliyorum. “Kaç gün sürecek Maraton?” diyorum, Uğurtan gülerek; “Kaç gün süreceğine birlikte karar vereceğiz” diyor. Evet; orada sanat hayatı anlatıyor. Kaçırmayın, siz de katılın. Tiyatro sizi çağırıyor: Çığlık çığlığa, özgürlüğe…

TANSU BELE/ 19 HAZİRAN 2012

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir