Şiirle ilk ne zaman karşılaştınız?
Bugün 21 Mart Dünya Şiir Günü: Kutluyor ve yaşamınızın şiirden uzak olmamasını diliyorum…
Şiirle ilk ne zaman karşılaştınız? İlk duyduğunuzda ne hissettiniz? Şiirle karşılaşmanız nasıl oldu? İlk, ama ilk şiirle… Siz bunu düşünürken ben şiirle ilk karşılaşmamı sizlerle paylaşayım:
Yıl 1952, Kayseri’deyiz. Babam, o dönemin popüler mesleği olan Demiryolcu. Halkın deyimiyle trenci. Annem bana ısrarla bir şeyler ezberletmeye çalışıyor… “Kalkar kalkmaz, yıkanmak. Temizlenmek, taranmak. Onun için bendeniz; çok temizim Çok temiz… “ Annem bununla da kalmıyor; eklemeler de yapıyor kendince ama, onların bu dizeleri bozduğunu anlıyor, her yinemelede zorla ve istemeyerek söylüyorum. “Adımı sorarsanız? Refik Yalçın'ın oğluyum…” Bununla da yetinmiyor; bir de “Bedriye Hanımın oğluyum…”mu da şiirin bir yerine sıkıştırıyor… Annem de biliyor olmadığını ama, anne işte, bir de memur karısı; Onun üstünde daha güçlü bir sosyal sınıf oluşmamış… Oğlu temiz olacak, temizlik şiirinide ezberden okuyacak. Para devlet memurunda…
Yıl 1955, İzmir Buca’dayız ve ben Umurbey İlkokulu üçüncü sınıfta okuyorum. Sınıf öğretmenimiz; “Pazartesi günü; herkes bir bahar şiiri getirecek!..” ödevini veriyor. Ödev tamam da bu bahar şiiri nerede? Anneme ödevimi söylüyorum ve yardımını istiyorum… Yok! Annemde bahar şiiri yok! Ben daha şiirin ne olduğunu bilmiyorum.. “Şiir ne? Nasıl olur?” diyorum… Annem “İşte oğlum Bahar: Ağaçlar yeşerir, kuşlar yavru yapar, kuzular doğar…” Aklına geldikçe de ekliyor “Çiçekler acar, ağaçlar çiçek acar… Göçmen kuşlar gelir…” O günleri çok net hatırlıyorum: Anneme soruyorum; bunlar nasıl şiir olur?… “Baban gelince sana anlatır” deyip işin içinden sıyrılıyor…
Sıra Babamda: Bana “hece, kafiye, mısra, kıta…” anlamadığım şeyler sıralıyor. Bir de eliyle parmak hesabı yapıyor… “Tuttu-tutmadı” diye söyleniyor…. Anladım: Babam Alman kolejinde ilkokulu okuduğu için; hiç Türkçe bahar şiiri bilmiyor… “”Yaz oğlum, dene… “ diyor ve annem nasıl baharı anlattıysa; aynı şeyleri yineliyor…
Kendi şiirimi kendim yazmaya karar veriyorum ve “BAHAR GELDİ” başlıklı bir şiir yazıyorum… Ortaya bir şey çıkıyor ama şiir oduğundan kuşkuluyum. Ders başlıyor ve numara sırasına göre arkadaşlarım öylesine güzel şiirler okuyorlar ki benim şiirimin şiir olamadığına karar veriyor ve çok utanıyor ve öğretmenimin bana şiirimi okutmaması için Allah Babaya dua ediyorum… Sıra bana geliyor ve okuyorum… Zaten küçük bir şeydi ve bir solukta bitiverdi. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum… Çalışkan kız arkadaşlarımdan bazıları gülüşüyor ve fısır fısır konuşuyor.. Öğretmenim “Bunu nereden yazdın Tevfik” Diyor. Kendim yazdım diyorum… Sınıfta gülüşmeler ve fısıltılar birden duruyor. Kendim yazdım öğretmenim: “Getir defterini…” diyor ve götürüyorum. Öğretmenim öylesine ilgileniyor ki harika bir şey yaptığımı anlıyorum… Öğretmenimin bana anlattıkları; babamın anlattıklarıyla aynı, bir farkı; öğretmenim şiirimin tamamlamaya çalışıyor ama bunu yapmaktan son anda vazgeçiyor ve “şiir yazmaya devam et, yazdıklarını bana göster” diyor. Öğretmenimin yanından, beni kürsüsüne kadar çağırma onurunu kazanmış öğrenci olarak sırama giderken, çok mutluydum. Ancak o gün şair olduğumu, şiir yazan adam olduğumu, o gün sınıfta tek şiir yazanın ben olduğumu çok sonraları kavradım ve o küçük çocuğu hep içimde sakladım. Annem ve babam şiir konusunun böylesine güzel çözümlenmesinden mutlu oldular. Babam yine de bana kafiye, hece ve vezin konusunda uzun bir söylevde bulundu.
Yıl 1960 Balıkesir’deyiz. Babam Demokrat Parti İktidarının son aylarında “Vatan cephesine” geçti ve meslek hayatını hiçe saydı… Bu davranışıyla Demokrat Parti İktidarından yararlanacak, yaşamı değişecek ve o çok istediği DDY Müfettişi olma isteğine kısa yoldan kavuşacaktı. Olmadı, babam Müfettiş olamadı ama 27 Mayıs İhtilalı oldu ve babama işten elçektirdiler… Balıkesir Lisesi; Lise birinci sınıftayım ve neredeyse bir defter dolusu şiirim var.
Bayan Edebiyat öğretmenimiz: “sınıfa; size bir hafta zaman veriyorum, herkes bir 27 Mayıs Şiiri getirecek. Not atacağım ve bunu sözlü notu olarak değerlendireceğim…” dedi. Hemen itirazlar başladı.. “Hocam nereden bulacağız!?..” İhtilal olalı altı ay olmamış ve edebiyat öğretmenimiz bizden 27 Mayıs şiiri istiyor!?.. Ben 27 Mayıs’ı şiirle karşıladım ve o şiirim Balıkesir’in saygın gazetesi ”GERÇEK” de yarım sayfa yayımlandı. Kent gazeteleri; çıkarıldığı matbaanın dışında ya da vitrininde yayınlandıktan sonra sergilenirdi. O gün nasıl mutlu oldum şiirimi gazetede görünce!.. Yazın konusunda ilk büyük başarımdı.
İşte o gün, ve 27 Mayıs şiirlerinden not alacağımız saat geldi ve derse girdik. Edebiyat öğretmenimiz not defterini çıkardı ve sınıfın şaşkın bakışları arasında ilk numaradan başlayarak arkadaşlarımı tahtaya çağırdı. Ben en son numaralı öğrenciyim. Hesap ediyorum ve sıra bana gelmeden ders zili çalar diyorum ve ilk kez bana sıra gelmemesine üzülüyorum.. İlk tahtaya kalkan arkadaşımızın şiire başlamasıyla bütün sınıfta kahkaha koptu. Arkadaşımız çıyak çıyak ; 27 Mayıs şiiri olarak “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik! Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendiiiik” feryatlarıyla, şiire tüm gücüyle asılıyordu… Bu duruma düşmemeyi isteyen arkadaşlarımız; “Bulamadım, hocam” diyor ve sıfırı alıyordu… O gün sınıfta bir kahramanlık şiiri yarışması oluyordu sanki.. Dokuz on Çanakkale Şehitleri, İstiklal Savaşını anlatan şiirler ve bazı arkadaşlar İstiklal Marşının tüm kıtalarını ezberleyip gelmişler… Ben, şiir bulamadım deyip hemen yerine oturanları hesaba katmadığım için dersin bitimine on beş dakika kala sıra bana geldi… Numaram okundu, heyecanlıyım, şiirim oldukça uzun ve ben daha ezberleyemedim. Kağıtlan okuyabilir miyim diye sordum ve edebiyat öğretmenimiz başıyla evet diyerek izin verdi ve ben şiirin başlığını orta ton sesle “ 27 Mayıs” diye okuyarak şiirime başladım.
Önce herkes benden beklenmeyen bu davranış karşısında şaşkın ve kuşkulu bakışlarla sesiszce izlemeye başladılar… Edebiyat öğretmenimizin de dikkatle beni dinlediğini gözucuyla kontrol edebiliyordum. Şiir devam ederken sınıftaki bakışlar, şaşkınlıktan kızgınlığa dönüştü “ Ulan nereden
buldun bunu, biz niye bulamadık, bize neden vermedin” bakışlarını izlemek inanılmaz zevkliydi. Öğretmenimiz bizden ne istemişse “27 Mayıs” şiiri olarak ona okuduğum şiirde fazlasıyla vardı ve şiir bitti. Ben sustum, sınıf suskun, öğretmenimiz bu olayı anlama çalışıyor… “Kimin bu şiir” diye sordu. Benim dedim. “Nasıl senin?” diye sordu. Ben yazdım, dedim. Beni yeterince tanımıyordu, yanlış bir şey yapmaktan çekiniyordu. “Getir bakayım” dedi ve yazdığım şiiri ona verdim. Sessizce okudu ve bir-iki defa başa döndü okurken. Şiirin yapısını, dizilişleri ve mısralarını inceliyordu. Kâğıtları bana verirken şiirimin Gerçek Gazetesinde de yayınlandığını edebiyat öğretmenime fısıldadım. Beni Hemen yerime oturtmadı. Sınıfa; istediği şiiri bulamamanın özür olamayacağını, en azından yazma konusunda denemeler yapabileceğimizi, beni öne çıkarmadan ve konuşmalarına siyasi bir yön vermeden içimizdeki şairin ben olduğumu, istediğinin de bu olduğunu dolaylı yoldan anlattı. Verdiği notu söylemedi ama tüm sınıf biliyordu ki en yüksek notu ben almıştım. O günden sonra arkadaşlarımın beni çok sevdiğini söyleyemesem de bana saygı duyduklarını açıklıkla söyleyebilirim.
Balıkesir lisesinde, ikinci yılımda; Edebiyat öğretmeni İlhan Oymak’ın öğrencisi oldum. Şiiri sever ve çok önem verirdi. “Bak Tevfik, an gelir; bir mısra insan hayatı kurtarır” derdi. Öyle de oldu… Birçok kez şiir hayatımı kurtardı. Ne zaman anlaşılmaz olsam; “beni bende demen, ben bende değilim..” diye başlarım. Gider Yunus Emre’ye sığınırım. On sekiz yaşımı Attilla İlhan ile aştım… Orhan Veli’de şiir yazmanın, şiiri anlamanın özgüvenine ve tadına ulaştım. Nazım Hikmet gibi bir koca devin ülkemin insanı olmasının verdiği gururla şiir sofrasında daima bir yerim oldu. Ülkemin insanlarının şiire olan tutkusunu biliyorum, en büyük internet sitelerinden birinin şiire dayalı olması, genç şairler, şiir okuyanlar, yazanlar ve kendi yaş günlerini unutup 21 Mart Dünya Şiir Günü kutlayan insanlarımla övünüyorum.
Bana şiirin bilimsel yönünü öğreten, kabuğumdan çıkmama yardım eden Bandırma Lisesi son edebiyat öğretmenim Esin Kocabay’ı saygıyla anıyorum. Yaşamının son yılında bana şiirlerini derlememe izin veren, güvenen ve gelecek kuşaklara ulaşmasında beni görevlendiren Oben Güney’i saygıyla anıyorum…
Sorumuz neydi? Şiirle ilk ne zaman karşılaştınız? Bunu bir hatırlayın. O andan, o günden bu güne gelin… Göreceksiniz ki şiir sizi hiç terk etmemiş, ne zaman ona gereksinim duymuşsanız; sizinle birlikte olmuş…
Haydi, dostlar; bir deneyin…
Sizlerle paylaştığım bu yazımı: Oben Güney’in evetbenim.com sitemiz arşivindeki bir şiiriyle tamamlayalım. 21 Mart 2009 Şiir Gününde tüm şairlerimizi sevgi ve saygı ile analım.
Tevfik Yalçın
SİZ NE GÜZEL YOKSUNUZ!
SANKİ VAR GİBİYDİNİZ.
Size bir çiçek veriyorum, alın, saklayın işte.
Bir yerinize koyup, kendinizi seyredin!
Kime vermişsem çiçek, yakasına takıyor;
Siz uzun saçınıza iliştirin öyleyse;
Şöyle yan, şöyle başka, kimseye benzemeyin.
Her zaman bu gök benim pencerem için – Buyrun!..
Bu küçük balkonumdur, şu deniz görünüşü
Odamda bulunmazsam, oturun sıkılmadan.
Güvercinlerim konar ufak avucunuza
Sakın irkilmeyin hiç, alışkın değilsiniz
Biraz bekarlıktır bu, yani yalnızlık filan…
Bu çiçeği atar mısınız, yani solar diyorum
Ben kime verdiysem hepside soldu böyle
Oysa salt çiçek midir çiçeklerle verilen
Söyleyin görüntüm mü bu kişi, benim, desem
Canlı bir çiçek size alın saklayın işte.
Zilim mi çalınıyor, gene beklerim sizi.
Acele etmeyin hiç, zaman önemsiz şeydir.
Olmazsa bana gelin, yalnızım her gün burda.
Kapıdan çıkın siz de, çünkü görünmezsiniz.
Çiçeği saçınıza takın unuttunuz mu?
Bir imbat desem, öyle sessiz gidiniz.
………………………………………….
Bakın adınızı da bilmiyordum üstelik
Siz ne güzel yoksunuz, sanki var gibiydiniz.
(1960)
Oben GÜNEY