VAROŞ KADINLARININ İSTANBUL’U
İstanbul kimimiz için cennet, kimimiz içinse cehennem. Çünkü bu kentte yaşamak öncelikle para demek. Paran varsa İstanbul cennettir: Boğaz’a nazır villalarda keyiflenir, son model arabanla trafik çilesini aşıp gider, akşamları elinde içki kadehinle mutlanıp güneşin batışını içli duygularla karşılarsın… Paran yoksa İstanbul sana cehennem gibi gelir: Günboyu üç kuruş para peşinde koşturduktan sonra minibüslerde, otobüslerde, metrobüslerde ve duraklarda itişe kakışa savaşarak, canın çıka çıka trafiğin açılmasını beklemekten bitkin düşer, iş ve aş için geldiğin İstanbul’da bir varoştan öbürüne sürünür durursun… Boğaz vapurları ve motorları da dinlendiremez seni, herkes birbirini yabancılayıp “ötekileştiren” bakışlarla tepeden tırnağa süzüp dururken sen elindeki cep telefonuyla eşini dostunu ve varsa sevgilini arar, onların “tanış”lığına sığınırsın. Yüzyıllardır Anadolu insanı için sanki bir çeşit “Amerikan rüyası” olan İstanbul, kimine verdiğini hemen geri alır, kimine de köşeyi döndürüp yapay cennetlerde yaşatır. Erkekleri bir yana kadınlar içinse daha da değişik acılarla yüklüdür İstanbul; hele bir kadınsan ve varoşta oturuyorsan…
Taksim’den bindiğim Kadıköy dolmuşunda, yanımda oturan kadın dikkatle yüzüme baktı ve sordu: “Yüzünüzdeki boyalar…” O daha sözünü bitirmeden yanıtladım: “Kadına Şiddet Günü’nde, Atatürk Anıtı’nın önünde gösteri yaptık az önce. Siz görmediniz mi?” “Hayır” dedi kadın, hafifçe gülümsedi ve “Bilseydim ben de katılırdım” dedi ve sustu. Ben de sözümona kan lekesi biçiminde yüzüme sürülmüş boyaları temizlemeyi sürdürdüm. Az sonra kadın kendi kendine konuşur gibi, alçak sesle: “Bu lekeler sahte de olsa kolay çıkmaz. Çünkü acısı ömür boyu sürer.” Sonra usul usul, dingin bir sesle anlatmaya başladı: “Onbeş yaşımda kaçırdı eşim beni. Varoşta oturuyorduk. Yirmibir yaşıma dek dört çocuk doğurdum ve her gün dayak yiyordum. Evden çıkmam yasaktı. Oysa İstanbul’da yaşıyorduk. Kadınların özgürce yaşayabildikleri bir kentte” Bir an düşüncelere daldım: “Kadınlarımız İstanbul’da da, Türkiye’de de, dahası tüm dünyada, gerçekte ne kadar özgürler acaba?” Sonra aklımdan, birkaç yıl önce Pendik’te tecavüze uğrayıp öldürülen İtalyan kadın Pippa Bacca geldi. Üstünde sembolik bir gelinlik olan Pippa, herhalde onu kaçıranların kafalarında çok yakışıksız çağrışımlar yapmış olmalıydı; zifaf gecesi küçücük gelinlerine tecavüzü sevgi, aşk zanneden erkekler gibi…
Kadın sürdürdü dolmuş hareket ederken: “ Yirmi beşimde eşimden boşanmaya kalktım. Ölümle tehdit etti beni. Dokuz yaşındaki oğlum karşı çıkınca ikimiz de dayak yedik. Ama yılmadım. Çocuklarımı da alıp kaçtım. Anadolu’da bir tanıdığımın yanına sığındım Yıllarca saklandık ve ben yıllarca, geçinebilmek için tuvalet temizledim. Çocuklarımı okutmak için, her türlü işi yaptım. Fahişelik hariç…Bir daha erkek elinin bedenime dokunmasına tahammül bile edemezdim çünkü. Kocam beni aramaktan vazgeçip başka bir kadın bulunca boşandık. Oğullarım üniversite bitirdiler. Kızlarım evlendiler. İstanbul’a geri döndük. Şimdi altmış yaşındayım, Taksim’de bir engelli çocuklar evinde çalışıyorum, işim de iyi.”
Onu dinlerken bir yandan da görünümüne bakıyorum. Oldukça şık ve düzgün giyinmiş. Hiç de bir zamanlar tuvalet bekçiliği yapan bir kişiye benzemiyor. Başı açık ve hafif makyajı var. Duymasam varoşta oturduğuna bile inanmayacağım. Her gün İstanbul sokaklarında yüzyüze geldiğimiz yüzlerce kadından biri… Şık İstanbul’un gözlerden saklı, görünmeyen varoş kadınları onlar; ama İstanbul, asıl onların kenti! Yarınlara bu kentin ve ülkenin özgürlüğünü taşıyan, dahası nice özgür çocuklar, gençler yetiştirecek olan kadınlarımızın.
Kadıköy’de birbirimizden ayrılırken dedi ki: “Bir dahaki gösterinizde beni unutmayın. Atatürk’ün resmini taşırım. Kadınlarımıza özgürce yaşama ve çalışma hakkını o vermiş, biliyorum. Çocuklarım anlattılar.” Bana tel numarasını verirken: “Evet” dedim, “Ama yine de Türkiye’mizde kadınlara köle gözüyle bakan erkekler var.” Yanıt vermedi. Elimi sıktı ve ayrıldık. Oturduğu varoşun minibüsüne doğru giderken aklından neler geçiyordu kimbilir…
TANSU BELE/ 1 Aralık 2012
tansubele@hotmail.com